Ömer Faruk Sorak: Kayıp kuşak olma ihtimalinin yüksek olduğu bir süreçten geçiyoruz
Beyza Alkoç'un aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan '3391 Kilometre', 'İzmir' ile 'Ege'nin hikâyesi çerçevesinde Z kuşağının hayatı ve aşkı nasıl algıladığını dile getiriyor. Kitabın yazarı Beyza Alkoç, filmin yapımcısı Ömer Faruk Sorak, yönetmeni Deniz Enyüksek ile başrol oyuncuları Derya Pınar Ak ile Ahmet Haktan Zavlak, Habertürk'e röportaj verdi. Gerek filmin konusu gereği gerekse geçtiğimiz günlerde Jodie Foster'ın açıklaması nedeniyle Z kuşağının hayatı ve aşkı nasıl algıladığına da değinildiği röportajda Sorak, Z kuşağıyla ilgili çarpıcı bir açıklamada bulundu; "Kayıp kuşak olma ihtimalinin yüksek olduğu bir süreçten geçiyoruz."
Beyza Alkoç'un; birbirlerinden kilometrelerce uzakta olmalarına rağmen, sevginin güçlü bağını hissedebilen 'İzmir' ile 'Ege'nin hikâyesini konu edinen '3391 Kilometre' adlı romanı, okuyuculardan büyük ilgi gördü. Öyle ki yazar adına da, roman adına da yüksek katılımlı fan kulüpleri kuruldu. Romanın gördüğü ilgiyle hikâyenin beyazperdeye uyarlanma fikri oluştu. Fulya Özcan tarafından senaryolaştırılarak çekilen film, romanı gibi ilgi gördü. Filmin açılışı; 329.413 kişiyle gerçekleşti. Ömer Faruk Sorak'ın yapımcısı olduğu, Deniz Enyüksek'in yönettiği '3391 Kilometre'de başrollleri; Derya Pınar Ak, Ahmet Haktan Zavlak, Cavit Çetin Güner paylaştı.
Ömer Faruk Sorak, Deniz Enyüksek, Beyza Alkoç, Derya Pınar Ak ve Ahmet Haktan Zavlak, Habertürk'ten Mehmet Çalışkan'a verdikleri röportajda film ve kariyerleriyle ilgili açıklamalarda bulundu. Röportaj sırasında konu; gerek filmin konusu gereği gerekse geçtiğimiz günlerde Jodie Foster'ın açıklaması nedeniyle Z kuşağına geldi. Sorak, Z kuşağıyla ilgili çarpıcı bir açıklamada bulundu; "Kayıp kuşak olma ihtimalinin yüksek olduğu bir süreçten geçiyoruz."
Ömer Faruk Sorak - Beyza Alkoç - Derya Pınar Ak - Ahmet Haktan Zavlak - Deniz Enyüksek
"YOLA BU ŞEKİLDE ÇIKTI"
Beyza Hanım, '3391 Kilometre'nin hikâyesinin çıkış kaynağı nedir?
Beyza Alkoç... Hikâyenin çıkış kaynağı aslında benim 15 - 16 yaşlarıma dayanıyor. O zamanlar kullandığım bir blog sayfası vardı. Blog sayfasında içimi döktüğüm yazılar yazıyordum ve o blog üzerinden de birçok arkadaş edindim. Birlikte filmler izliyorduk, birlikte şarkı listeleri oluşturuyorduk. Birlikte sohbetler ettiğimiz çok uzun aylar geçirdik. Ve bir gün, "Bunun hikâyesini neden yazmıyorum?" dedim. Aslında önce bu kalabalık arkadaş grubundan yola çıktım ve daha sonra hikâyenin içerisine bir de mesafe ilişkisi koymak istedim. Çünkü eski zamanlarda aşıklar nasıl ki mektuplaşarak haberleşirdi, şimdi modern zamanda da mesajlaşarak, telefon üzerinden görüntülü konuşarak haberleşiliyor. Böyle bir hikâye yazmak istedim. Tabii karakterlerin hikâyelerini biraz daha güçlendirmek adına iki başrol karakterimizin de bazı travmaları var. Bir karakterimizin geçmişe dair gizlediği bazı olaylar var. Diğer karakterimizin de ailesinin, özellikle babasının mesleğinden dolayı içine girdiği bir yabancılık ve aidiyetsizlik hissiyatı var. Bu sebeple aslında çevrelerinde bulamadıkları arkadaşlığı, dostluğu ve aşkı, blog yazıları üzerinden birbirleriyle tanışarak buluyorlar. İki karakterimiz önce birbirleriyle tanışıyorlar ve daha sonra yine benim yaşadığım şekilde, büyük bir arkadaş grubuyla tanışıyorlar. Birlikte sohbetler ediyorlar. Birbirlerini fiziki olarak görmeden, hiç tanışmadan bu şekilde aylar geçiriyorlar. Ve daha sonra da onların serüvenlerini okuyoruz. Hikâye aslında bu şekilde yola çıktı.
"İKİ ÜLKEDE ÇEKTİK"
• Filmi çekme süreci nasıl başladı?
Ömer Faruk Sorak... Birlikte çalıştığımız yapımcı arkadaşım Bahadır, bana bu projeden bahsetmişti. Kendisi daha önce bu projeyi dizi yapmakla ilgili birkaç girişimde bulunmuş ama araya pandemi girmiş, birtakım aksilikler olmuş. Sonuçta olmamış... Sonra benimle paylaştı. Projeyi de kitabı da o zamana kadar bilmiyordum. Sonra işin içine girince, "Bu bir dizi formatı olmaz, bundan çok güzel sinema filmi olur ve sinemada bu iş kült bir aşk filmi olur" dedim... 'Aşk Tesadüfleri Sever' gibi bir işi yapan bir taraf olarak, içinde çok benzeşen yanlar vardı. Eskiden mektuplaşılıyordu, şimdi mesajlaşılıyor. Bu, 'Aşk Tesadüfleri Sever 2'nin direkt konusuydu. Bu benzeşmelerden yola çıkarak, "Bu iş, sinema filmi olarak bir gençlik aşkı projesi olsun" dedim... Bir de biyografiler ya da komedilere yaslanan sinema sektörüne, taze bir aşk filmi olarak girersek çok dikkat çekici sonuçlar alacağımızı düşündük. Zaten Beyza'nın yazdığı kitabın fan kitles, inanılmaz bir şekilde "3391 Kilometre film olsun" etiketleriyle iletişime başlamıştı. Ve bu süreç aslında onların da yönlendirmeleriyle bizi çok hızlı bir şekilde bu filmi yapmaya karar verdiren hatta çok hızlı bir şekilde sete çıkaran bir hale getirdi. Ön hazırlığı ve çekim süreci dâhil yaklaşık 2.5 aylık süre içinde iki ülke değiştirerek filmin çekimini gerçekleştirdik. Ben başta yazarımız ve başrol oyuncularımız olmak üzere bütün ekip arkadaşlarıma, gösterdikleri üstün performanstan dolayı çok teşekkür ederim.
"HER ZAMAN ÇOK KOLAY DEĞİLDİR"
• Siz neler hissediyorsunuz? Bir kitabı film haline getirip senaryosunu yönetmek kurgusal filmlerden farklı mıdır?
Deniz Enyüksek... Şöyle bir farkı var; kurgu hikâyede, siz çekim şartlarına göre her şeyi değiştirebiliyorsunuz ama burada sadık kalmamız gereken çok temel konular vardı. Çünkü bu kitabın çok sadık bir yüzü var. Karakterlerin ne yediği, ne içtiği, odadaki aksesuarlar dâhil olmak üzere, hesap sorarcasına ama çok tatlı bir şekilde, sevdikleri şeylerin takipçisi olan bir kitlemiz vardı. Aslında bir kitabı film haline getirmek her zaman çok kolay değildir. Çünkü oradaki betimleme çok kolay yazılabiliyor ama onun karşılığında sette bir şey kurmak başka bir güç ve efor gerektiriyor. Biz bunu sağlarken, sadık okuyucularının bize ilettiği binlerce mesajdaki o unsurları koruyarak adapte ettik. Beyza da çok genç yaşta yazdığı bu hikâyede; "Ben bunu şu anda yazsam ne yaparım acaba?" diye düşündüğü ve karşılıklı olarak konuştuğumuz, fikir birliğine vardığımız güzel dokunuşlarımız oldu. 109 dakikalık çok güzel çok hızlı akan, sadece kitabın okuyucuları için değil, o yaş kitlesinden daha büyük kitlelere de ulaşmasını umduğumuz güzel bir film ortaya çıktı.
"TÜRKİYE'DE ÇOK FAZLA ÖRNEĞİ YOK"
• Teklif geldiği zaman filmin hangi özellikleri sizi etkiledi?
Ahmet Haktan Zavlak... Türkiye'de çok fazla örneği bulunmayan bir romantik film olduğunu söyleyebilirim. Çok fazla örneği bulunmayan, bulunsa da daha tatlı ve naif bir yerden anlatıldığı için hoşuma giden bir film olarak ele aldım ve gerçekten çok ısındım. Baş karakterle kendimi çok bağdaştırdım. Kendimden çok şeyler buldum ve ekstradan kendimden de çok şeyler kattım. O yüzden kendimi çok içinde hissettim. Sanki okurken bile kendimi orada görerek hatta oynayarak bazı yerleri okudum. Sonra, "Bu filmi zaten kafamda çektim" dedim. Bunu artık fiziksel bir yere de getirmem gerekiyor. Çok istiyordum. Çok da güzel bir yerden geldi. Sağ olsunlar, sevimli, güzel ekibim beni aralarına kabul etti.
Derya Pınar Ak... Ben de aslında Haktan gibi düşünüyorum. Kitabı okurken Beyza'ya bir video atmıştım ve ağlıyordum. O kadar ince ince yazılmış, o kadar zarif yazılmış bir hikâye vardı ki... Bu rolü ben oynamazsam, rolü verecekleri insana; "Bu karaktere çok iyi bak" diye bir not bırakmak istiyordum. Çünkü ben okurken bile ağladım, çekerken de çok fazla ağladım. Haktan gibi ben de okurken sahneleri kafamda oynuyordum, düzenliyordum. O yüzden okurken de çekerken de çok fazla etkilendim. Benim için çok kıymetli bir proje... Bir de ilk başrol işim, bunda da yine Ömer hoca ve Deniz hocayla birlikte çalışmak beni çok fazla mutlu etti.
"İKİ TÜRLÜ DE ETKİ ETTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM"
• Yeni nesil, aşkları bir önceki nesillerden daha farklı yaşıyor" diye düşünülüyor. Sizce kitabınızın ilgi görmesinin nedenlerinden biri de eski dönem aşklarına çok fazla özlem duyulması olabilir mi?
Beyza Alkoç... Evet, aslında hedef kitlesinden ziyade okur kitlesi 13 - 18 yaş aralığında ama mutlaka yetişkin okurlarım da var. Zaten kitap da 'genç kurgu' kategorisinde yer alıyor. Aslında ikiye ayrılıyor. "Bizim de aramızda şu kadar mesafe var. Bizim de aramızda 2500 kilometre var" gibi bazı yorumlar görüyoruz. Böyle kendi mesafe ilişkisini sayılarla bize anlatan insanlar var ve bu şekilde kendilerinden bir şeyler buldukları için okuyanlar var. Bir de ekstra olarak başrol karakterlerimizin duygu durumlarında kendilerini bulanlar var. 'İzmir' çok aidiyet duygusuyla ilgili problem yaşayan bir karakter ve bu sebeple onun duygularını çok iyi anlayabilen okurlarımın olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum, kitleyi biraz oradan çektik. Karakterlerin duygusal durumlarıyla, ruh hallerini kendilerine benzeten insanları da çektik. İki türlü de etki ettiğini düşünüyorum.
"AŞK, ASLA DEĞİŞMİYOR"
• "Z kuşağı, aşkları eski dönemler gibi yaşamıyor" düşüncesi bir hayli yaygın ama aşk, özünde aşk değil midir? Âşık olanlar, sonuçta kendilerinden önceki nesillerin hissettiklerinin aynısını hissetmiyor mu? Aslında özlem duyulan belki de yaşama şeklidir...
Beyza Alkoç... Kesinlikle öyle... Duygusal derinlik olarak zaten aşk, şu an neyse, yüz yıl önce de oydu. Ve yüzlerce yıl sonra da aynı şekilde kalacak. Çünkü bizim yaradılışımızda var olan bir şey bu. Sadece bunu yaşayış şeklimiz değişiyor. 'İzmir' ve 'Ege'de de şu an bunun genel olarak nasıl yaşandığını anlatmak istedim. Tabii ki, bir yüz yıl sonra da bunun yenisinin geleceğini düşünüyorum. İnsanların o zamanki yeni modern aşkı yaşama şekilleriyle alakalı şeyler yapılacaktır ama duygusal olarak baktığınızda aşk, asla değişmiyor.
"ASLINDA BEKLEMİYORDUM"
• İzmir'deki imza gününde de oldukça büyük bir kalabalık gördüm, daha öncekilerde de öyleydi. Siz kitabın bu kadar ilgi göreceğini bekliyor muydunuz?
Beyza Alkoç... Evet birkaç yıldır bu şekilde devam ediyor ama bu benim hiç beklediğim bir şey değildi. Ben önce hikâyelerimi internette yayınlamaya başladım ve çok uzun süre 10 - 15 kişiye yazdım. Yani düzenli olarak takip eden 10 - 15 kişi vardı. Daha sonra yavaş yavaş artmaya başladı. Hiçbir şey bir anda olmadı. Ben yıllar boyunca yazdım ve sonra yüzlerce, binlerce, yüz binlerce insana ulaştı. Söylediğiniz gibi şimdi imza günlerimde bile çok büyük kalabalıklar oluyor. Ne mutlu bana.
"BİR HAYLİ OLUMLU ETKİLEYECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM"
• Kitabınızın filme çekilmesinin kariyerinizi nasıl etkilemesini umarsınız? Romanın devamı gelecek mi?
Beyza Alkoç... İki kitaplık bir seri zaten... İkinci kitap için de çoktan konuşmalara ve görüşmelere başladık. Bence o da çok güzel bir proje olacak. Bu filmin kariyerimi bir hayli olumlu etkileyeceğini düşünüyorum. Şimdiden olumlu etkilerini görmeye başladım. Çok güzel mesajlar geliyor... Zaten yıllar önce okudukları karakterleri henüz filmi izlemeden sadece fotoğraflarda görerek ve fragmanda izleyerek bile okurların görmesi, onlar için çok güzel bir mutluluk, çok büyük bir heyecan oldu. Kitaba duygusal olarak olan bağlılıkları da arttı; bunu hissedebiliyorum. Bu yüzden giderek daha da güzel şeyler yaşayacağımıza inanıyorum.
"KENDİLERİNİ GÖRÜYORLAR"
• İzleyicilerin filmi izledikten sonra salondan özellikle hangi duygularla çıkmasını umarsınız?
Ömer Faruk Sorak... Özellikle genç arkadaşların, önce kendilerine duydukları güveni tazelemelerini istiyorum, Yoksa da o güveni edinme fikriyle çıkmalarını istiyorum. Aşk ve uzak mesafe aşkı ve buradaki kararlılık, içinde birçok şeyi de barındırıyor. Özellikle özgüven anlamında ve sosyalleşmekle ilgili... Çünkü günümüz gençleri daha çok kendi içlerine dönükler. Odasına kapalı, dünyayı bir bilgisayar ya da telefon ortamından takip eden ve neredeyse ondan ibaret yaşayan bir genç kuşak var. Bu filmin izleyicilerde bırakacağı etki açısından, gençler nezdinde özgüven; anne - babalar nezdinde ise çocuklarının hayatlarında, onların daha ileride daha özgürce karar verebilecekleri, daha özgür yaşayabilecekleri alanları yaratmakla ilgili bir ana fikre sahip olmaları beklentisindeyim.
Deniz Enyüksek... Ömer ağabeyle bununla ilgili kurgu sürecinde de konuştuk. Ömer ağabeyin çok güzel bir katkısı oldu. Daha pozitif duygularla ayrılmaları için çok güzel bir şarkımız var. Güzel ayrılacaklarını düşünüyoruz. Aslında bu kadar ilgi görmesinin sebebi gençlerin bu hikâyede kendilerini görmeleri. Herkes bireyselleşti ve yalnızlaştı. Çok özdeşlik kurabilecekleri bir hikâye. Karakterlerin de hepsi, kendi dünyalarında biraz içe kapanıklar. Hayatımızda hepimizin hissettiği, 'sevgi ihtiyacı' diye bir şey var. Bu gençler de bunun sonucunda birbirlerini buluyorlar. Onların bu hikâyeye sarılmalarının sebebi de kendilerinden bir parça görmeleri. Eminim hepimiz bu hikâyenin içerisinden küçük bir parça yaşamışızdır. Ben uzak mesafe kısmını yaşadım. Çok üzücü ama çok fazla ortak nokta buluyorlar.
"BENİ ÇOK GÜZEL BİR ŞEKİLDE ŞAŞIRTTI"
• 'İzmir' ve 'Ege' karakterlerinize nasıl hazırlandınız? Özel bir çalışma metodunuz var mıydı?
Derya Pınar Ak... Biz Haktan ile birlikte altı gün boyunca ders aldık. Sonra daha çok her şey sette kuruldu.
Ahmet Haktan Zavlak... Bizde oyunculuk terimi olarak ve metodu olarak hayvanını bulmak vardır. Aslında biz ne kadar insan olsak da biyolojik olarak hayvanlardan geliyoruz ve bizim çoğu davranışımız kategori kategori hayvanlara benziyor. Karakterlerimiz de benziyor, fiziksel özelliklerimiz de benziyor. Ben 'Ege'yi ele alırken, çok sosyal bir kişi olsaydı, daha sürüyle dolaşan bir hayvan üzerinden çalışacaktım ama 'Ege'; biraz daha sessiz, yalnız, daha kendi içine kapalı, sorunlarını kendi başına çözen biri olduğu için puma örneğinden gittik. Ümit hocaya tekrardan çok teşekkür ederim. Böyle bir hazırlık sürecim oldu. Önce onun hareketlerini taklit etme, onun içine işleme, anlama, tepki verme gibi bir hazırlık döneminden geçtik.
Derya Pınar Ak... Ben aslında çoğu şeyi sette kurdum gibi hissediyorum. İzmir'e ilk gittiğimizde otelin lobisinde oturduk. Ömer hoca, Beyza, Deniz hoca ile konuştuk. Kafamda hiçbir şey kurmadım. Çünkü kurarsam benim kafamda tamamıyla onlar oturacak ve sete çıktığımda Deniz hocanın, Ömer hocanın veya Beyza'nın başka bir isteği olacak ve ben karakteri yanlış ele almış olabilirdim. O yüzden; "Kurmayacağım ve hep ortak bir noktada buluşmak istiyorum" dedim. Aynı şekilde sete çıktım, ilk sahnemiz neyse ona uygun olarak sette kurduk ve tüm sahnelerimi doğal reflekslerimle oynadım. Benim sürecim böyle doğal geçti.
Ahmet Haktan Zavlak... Ben de sahnelere değil, karaktere çalıştım. Derya'nın çalıştığı şeyi az çok biliyordum ama sette neyle karşılaşacağımı bilmediğim için - ki iyi ki bilmiyormuşum - sette beni gerçekten çok güzel bir şekilde şaşırttı. Biz birbirimize çok güzel uyumlandık ve birbirimizi çok güzel tamamladık. Karakterimi oluşturup hikâyeye nasıl yardımcı olabilirim?" diye bir fikirle gittim. Derya da aynı şekilde bir fikirle geldi ve biz orada her şeyi beraber kurduk. Deniz hocanın da bizi çok güzel yönlendirmesiyle ve yönetmesiyle birlikte çok güzel, üçlü bir güçten doğan bir hikâye yarattık.
"ONLAR İÇİN YENİ BİR SAYFA AÇILACAK"
• '3391 Kilometre'nin kariyerinize nasıl bir etkisi olmasını umarsınız?
Derya Pınar Ak... Bu benim ilk başrol işim.... Elimden ne geliyorsa her şeyin en iyisini yapmaya çalıştım. Tabii kontroller de vardı ama elimden ne geliyorsa onu yapmaya çalıştım. Umarım benim hissettiklerimi izleyenler de hisseder ve çok daha iyi bir yere gider.
Ahmet Haktan Zavlak... Dediğim gibi ben bir karakter yaratmaya çalıştım. Olabildiğince bunun peşinden koştum. Umarım sevilir, beğenilir ve benim bir karakter yaratmaya olan sevgimi ve inancımı birileri görür ve başka karakterler yaratmama yardımcı olur. Aslında benim beklentim tam olarak bu.
Ömer Faruk Sorak... Aslında benim ikisi için söyleyeceğim şey şu; "Derya da Haktan da zaten, 'Bu filmde olsunlar' baskısını çok net bir şekilde sosyal medyadan aldığımız, zaten yaptıklarıyla kendilerini fark ettirmiş iki oyuncu arkadaşımız. Eminim, hayatlarında 'Bu filmden önce ve bu filmden sonra' diye yeni bir sayfa açılacak.
• Filmde hangi oyuncuların rol alacağını yönetmeniniz Deniz Enyüksek ile birlikte belirlediniz. Haktan'ın ve Pınar'ın özellikle hangi özellikleri sizi etkiledi?
Ömer Faruk Sorak... Aslında bu iş hem Deniz'in hem de benim Derya ile olan üçüncü işimiz. Daha önce 'Hükümsüz' diye bir dizide çalıştık. Çok üst düzey bir performans göstermişti ve o zaman 16 yaşındaydı. Biz onu, o zaman deftere yazmıştık. "Bu kız öyle bir yere gelecek ki ya biz buna şahit olacağız ya da birlikte bu yükselişin tanığı olacağız" dedik. Sonra başka bir projede çalışırken bu projenin artık netleşeceği kesinleşmeye başladığında, başka bir işteydik ve tam damda çamaşır asma sahnesi vardı. Derya'ya; "Elindekileri bırak, gel sana bir şey söyleyeceğim. '3391 Kilometre'yi biliyorsundur, hatta fanların ikinizle ilgili isteklerini de biliyorsundur. Sen bu filmin başrol kadın oyuncususun" dedim. O da zaten takip ediyormuş. Kendisinin bu projenin içinde olmasıyla ilgili yoğun sosyal medya baskısının zaten farkındaymış. Zaten diğer karakter için de dijital platformlardan, "Haktan olsun" baskısı yağıyordu. Biz bu fan kitlesinin bu seslenişine sırtımızı dönemezdik. Fan kitlesinin bu kitapta olan ve filme yansıması gerektiğini düşündükleri birçok şeyi koyduk. Hatta bazılarını çıkarmıştık ama korkumuzdan geri koyduk. Onları kırmak istemedik ama tabii ki bu bir film ve içine onlara da sürpriz olacak şeyler de koyduk. Beyza'nın çok büyük katkılarıyla film formatına geçirirken dokunulması gereken yerler oldu. İzleyiciler, onları da sürpriz olarak izleyecekler ve çok beğenecekler.
"BUNU ANNEMDEN ALDIM"
• Aşk filmi çekmenin zor olduğu söylenir; öyle midir?
Deniz Enyüksek... Bence tam tersi... Sevgiyle arası iyi olan bir insanım. Bunu da annemden aldım ve annem tarafından çok sevilerek büyüdüm. Bunun karşılığını vermek ve ifade etmekle ilgili de antrenmanım var. O yüzden bence ifade edilmesi kolay bir duygu. Burada doğru ekip ve uygun şartlar da oluşunca, benim için çok kolay bir süreç oldu. Ben aslında genel olarak film çekmeye de bu kadar karmaşık ve zor bakmıyorum. Biz öncesinde çok iyi hazırlandığımız için finalde de bizim içimize sinen, sıcacık bir hikâye çıktı.
"TEMEL MOTİVSAYONUM BU"
• 'Aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni' olmak gibi bir hedefiniz var mı?
Deniz Enyüksek... Öyle bir iddiam yok ama hep film çekmek, hikâye anlatmak istiyorum. Bunu yaparken de işini çok seven insanlardan birisi olduğum için hayattaki temel motivasyonum bu. Bunu bir iş ve ekonomik gelir sağlayacak bir şey gibi değil, tamamen motive olduğum bir şey olarak görüyorum. Daha çok film yapmak, içime sinen filmler yapmak istiyorum. Daha nicelerini yapmayı çok isterim. Sonuçlar dediğiniz gibi olursa da çok sevinirim.
"ÖNCÜLÜK MESELESİNDE MÜTEVAZİ OLAMAYACAĞIM"
• Sizce yeteri sayıda aşk filmi çekiliyor mu?
Ömer Faruk Sorak... Aslında bizim sektörümüzde de diğer sektörler gibi önce birinin bir şeyi denemesi ve onda başarılı olmasına yönelik bir beklenti var. "O yapsın, sonra biz yapalım" düşüncesi var. Yıllarca da hep şu örneği verdim; "İnsanlar domatesin yenilebilir bir şey olduğunu keşfedene kadar kim bilir geçmişte neleri yediler ve öldüler. Birinin o domatesi yemesi ve "Gelin, yiyince bir şey olmuyor" demesi gerekiyor ki diğerleri domatesi korkusuzca yesin. O yüzden bu öncülük meselesinde ben çok mütevazı olamayacağım. Bir kitap uyarlaması üzerinden yapılan aşk filmi adedinin bu filmle birlikte çoğalacağını düşünüyorum. Birçok gözün bu filmin edineceği başarıya göre kendilerini konumlandırmakla ilgili bir hazırlık içinde olduğunu hissediyorum. Filmimizi, tıpkı bir biyografi filminin tuttuğunda herkesin biyografi filmi çekmeye çalışması gibi... Bu sene aşk filmi senesi galiba... "Biz de bir tane yapalım, mümkünse bunu da bir kitap uyarlamasından yapalım" dönemine doğru bir kapının aralayıcısı olarak görüyorum.
"O YÜZDEN DE ÖZGÜRÜM"
• Oyunculuk size neler ifade ediyor?
Derya Pınar Ak... Normal hayatımda çok neşeli cıvıl cıvıl bir insanım ama kendime hiç benzemeyen birini oynarken daha serbestim. İstediğim her şeyi yapabiliyorum, o yüzden de özgürüm. Ben oyuncuyum ve her şeyi oynarım.
Ahmet Haktan Zavlak... Ben şunu çok seviyorum; eve geldiniz, günün yorgunluğu, stresi ya da bir şeye olan kırgınlığınız üzerinizde ve koltuğunuza uzandınız. Televizyonda bir film ya da dizi açtınız. Onu izleyerek rahatlamanız, kafanızı dağıtmanız bana çok değerli geliyor. Benim verdiğim emekle birlikte sizi gündelik dertlerinizden iki saatliğine bile olsa uzaklaştırmak bana çok değerli hissettiriyor. Ben insanı hem anlayıp hem de insana bu konuda en azından birazcık destek olabilme açısından çok güzel hissediyorum.
"25 KURUŞA BİLET SATTIK"
• Beyza Hanım, '3391 Kilometre'den farklı hikâyeleriniz de var mı?
Beyza Alkoç... Evet, basılı olan on yedi adet romanım var. Neredeyse iki yaşımdan beri yazmaya başlamışım. Ben bir önsözümde şöyle yazmıştım; "Yazı yazmayı öğrendiğim andan itibaren aslında bir şeyler yazıyorum." Çocukluğumdan beri bu tarz hatırladığım anılar var. Bölük pörçük hikâyeler yazmaya çalışıyordum. Hâlâ annem evde bulduğu eski eşyaların içinden kağıtlar gönderiyor. Çocukluğumda bir şeyler kurgulamışım. Hatta ilkokul döneminde de kendimce tiyatro oyunları yazardım, arkadaşlarımı toplayıp rol dağıtırdım. Bunları ilkokulda kendimiz sahnelerdik. 25 kuruşa bilet sattığımızı hatırlıyorum. Biletleri de kendimiz kağıttan yapmıştık. Ve bu biletlerin ücretini de temizlik malzemeleri alınsın diye okulumuza bağışlamıştık. Aslında bu şekilde ilkokulda bir sosyal sorumluluk projesi yapmışız. Her zaman çok içimden gelerek yazdım ve hala da aynı aşkla devam ediyorum. 8 - 9 yaşlarındayken deftere hikâyeler yazıyordum ve onları hâlâ buluyorum.
"BİZDE GENETİK BİR DURUM VAR"
• Sizi yönlendiren oldu mu yoksa kendi başınıza mı yol aldınız?
Beyza Alkoç... Tamamen kendi başıma yol aldım ama evin içinde ablamla sürekli bir şeyler yapardık. Sanıyorum bizde genetik bir durum var. Onun denemeleri oluyordu, kendince oyunlar oynuyordu, çok uzun cümleler yazmaya çalışıyordu. "Şu kadar paragraf ama sadece tek bir cümle yazdım, hadi sen de dene" şeklinde kendi aramızda bu tarz oyunlar oynardık. Galiba ilgim o dönemlerde başladı. Babam da ben küçükken çok fazla hikâye anlatırdı. Mutlaka her akşam beni uyuturken kendi kurguladığı hikâyeler anlatırdı. Bazen hikâyeler çok saçma sapan yerlere giderdi çünkü onları kendi üretiyordu ama bu sanırım bana bir vizyon kattı. Çocukken bile, "Bunu, babam kurguluyor, hikâyeleri istediği yere götürebiliyor ve bu çok eğlenceli bir iş" diye düşünüyordum. Ben bunun bilinciyle büyüdüğüm için yazı yazmayı öğrendiğim anda direkt kalemi elime alıp bir şeyler yazmaya başlamışım.
Jodie Foster
"ÇOK HIZLI TÜKETİLİYOR"
• Jodie Foster bir açıklama yaptı: "Z kuşağı' oyuncuları çok sinirimi bozuyorlar. İmlâ kurallarına dikkat etmiyorlar. Bir de işe vaktinde gelmiyorlar hatta gelmek istemiyorlar" dedi.
Ahmet Haktan Zavlak... O, Jodie Foster'ın sektöründeki bir sorun olabilir.
Ömer Faruk Sorak... Bence de öyle... Aslında biraz kıskanılıyor da... Onlar da bizleri bilmiyorlar aslında ama bizim de kıskanacakları bir geçmişimiz var. Bilseler belki onlar da bizi kıskanırlar. Bu kadar bilgi çağında, bilgiye bu kadar hızlı ulaşabilen, kendi hayatına adapte edebilen, her şeyden anında ve her dilden haberdar olabilen bir nesil oldukları için hayatı çok daha kestirme tarafından algılıyorlar. Yeter ki doğru yönlendirilsinler. Kayıp kuşak olma ihtimalinin yüksek olduğu bir süreçten geçiyoruz.
• Neden böyle düşünüyorsunuz?
Çünkü popüler dünya içerisinde her şey çok hızlı tüketiliyor. Arada kaybolup gitme durumu da söz konusu olabilir. Bu açıdan bizim şanslı olduğumuz bir dönemdi, onların değil... Ne var ki algıları, farkındalıkları çok erken yaşta açılmış ve her şeye belki anne - babalardan çok daha hızlı ve doğru bakan, doğru çözümlemeler yapan bir algıya sahipler. Sahip çıkmak lazım... Boş yere, on beş yaşında bir garaja girip bir şeyler üreten insanlar bugünün en zenginleri, en çok isimlerinden söz edilenleri olmuyor. Bu, Z kuşağının nerede doğup büyüdüğünü, nerede yeşerdiğini ve nereye gitmek istediğini bildiğine bağlı olarak şekilleniyor. Bizim ülkemizdeki en büyük endişem; arada çok büyük yeteneklerin ve bunun farkına zaten kendisi varmış ama onun farkına varılmadığı için kaybolup gitme ihtimali olan çok fazla yetenekli genç arkadaşın olduğunu düşünüyorum. Yeter ki onlara sahip çıkılsın.
"BÜYÜK BİR YOL GÖSTERİCİ"
• Ömer Faruk Sorak gibi bir yapımcı, yönetmen ve bir sinemacıyla çalıştınız. Kendisinden edindiğiniz en önemli öğreti ne oldu?
Derya Pınar Ak... Bu, kendisiyle üçüncü işim. Aslında her şeyi kendisinden öğrendim. Ben daha kendimi tanımıyordum, 16 yaşındaydım, beni ellerine bıraktılar aslında beni büyüttüler. Sektörü, kendimi, oyunculuğu öğrendim.
Deniz Enyüksek... Ben şunu eklemek istiyorum; işinde bu kadar iyi insanların bu kadar tanınan insanların, hep egolarıyla ilgili şeyler konuşulur. Ömer ağabeyin bütün hepsinden önce, her şeyinden sıyrılmış inanılmaz sabırlı, karşısında gördüğü aksiliklere, yeni başlayan insanların ilk başta yaptıkları hatalara müthiş toleransı olan, sizi ilk önce düşmemeniz için uyarmasını çok iyi bilen, harika biri. Ben Ömer ağabeyi film sürecinde ve benim hayatımda da annemden sonra, yol göstericim olarak görürüm. O yüzden ben eşi - benzerini çok görmedim. Bunu ailemle de konuştum. Böyle bir mevkide olup bu kadar film üretmiş insanlardan böyle bir nezaket göremezsiniz. Ben çok görmedim. Saysak beş kişinin bile bulunamayacağını düşünüyorum. Ki çok fazla insanla çalışma fırsatım oldu. O yüzden çok kıymetli bir şeydi. Film yapmak çok önemli bir şey ama Ömer ağabeyle yapmak çok değerli. Bizim için çok büyük bir yol gösterici.
"TAM BİR BABA FİGÜRÜ"
• Meslektaş bir ustayla çalışıyor olmak mutlaka bir gerginlik yaratır. O gerginlikle nasıl baş ettiniz?
Deniz Enyüksek... Ömer ağabeyin çok iyi yaptığı bir şey var; iş üreten diğer insanların bilmesi gereken bir şey... Bizde yaşı büyük insanlar, birilerine her zaman sanki bir ders vermesi gerekiyormuş ve her şeyin yönetimini en iyi kendisi biliyormuş gibi bir üsluba sahipler. Ömer ağabey bunu, o süreçte yanınızda olarak aslında size bunu aktarıyor ama siz birisinin size büyüklük tasladığını hissetmiyorsunuz. Çünkü onu yapmıyor. Tek amacı sizinle birlikte o yolu yürümek ve ne zaman ki aksadınız, hemen yanınızda olduğunu o zaman görüyorsunuz. O yüzden çok kıymetli ve nezaket sahibi bir insan. Bizim için çok büyük bir insan.
Derya Pınar Ak... Ömer hocanın çevresinde bulunmak bile çok eğitici bir süreç. Ben de ilk tanışmamızdan önce aslında uyarlama fikrine çok çekinerek bakıyordum ama Ömer Faruk Sorak ismini görünce otomatik olarak heyecanlanılıyor. İsmin büyüklüğünden dolayı bir tık çekinmiştim. Aslında nasıl biri çıkacağından çok korktum ama inanılmaz nazik, çok kibar, tam bir baba diyebileceğimiz bir baba figürü karşıma çıktı.
Ömer Faruk Sorak... Gerçekten öyle bir durum da var; yaşlanınca öyle mi hissediyor insan? Sette çalıştığım o yaş grubundaki herkese çocuğum gözüyle bakıyorum. İki çocuk babası biri olarak empati kurarken, onların sanatçı kişilikleri ve kimlikleri bir yana, onlar benim çocuğum olsalardı ne olurdu, duygusunu da gerçekten derinden hissediyorum.
Ahmet Haktan Zavlak... Hocam, 'G.O.R.A.'yı nasıl çektiniz?
Ömer Faruk Sorak... 'G.O.R.A.'nın çekim aşamalarından ayrı bir film çıkar.
Ahmet Haktan Zavlak... Ömer hocayla ilk tanıştıktan sonra da sormuştum; "Hocam nasıl çektiniz? Türkiye bu filmi nasıl kabul etti?" Türkiye'nin ilk bilim - kurgu filmlerinden biri ve izleyiciler o kadar inanarak izledi ki... Sonra, 'Aşk Tesadüfleri Sever' ve diğer o kadar güzel yapımları var ki... Kendimi gerçekten çok şanslı hissediyorum.
Ömer Faruk Sorak... Ben kendimi gerçekten gençlerin arasında kan tazeleyen, kendini genç hisseden hatta bazen onlardan bile daha küçük hisseden biriyim. Bu enerjiyi bana verdikleri için de ayrıca çok teşekkür ediyorum.
"BAŞKA BİR SONUCUN ÇIKMASI MÜMKÜN DEĞİLDİ"
• Hep duydum ama son zamanlarda çok daha sık duymaya başladım. Yapımcılar, yönetmenler ya da oyuncular, yeni filmleri için şöyle bir ifade kullanıyorlar; "Vizontele tadında bir film yapmaya çalıştık / yaptık." Hafızaları tazeleme adına 23 yıl önce Yılmaz Erdoğan ile birlikte çektiğiniz 'Vizontele'nin alameti fârikasının ne olduğundan bir kez daha söz edebilir misiniz?
Ömer Faruk Sorak... 'Vizontele' benim yaklaşık 40 gün süren çekim sürecinde hayatımda yaptığım en büyük, uzun süreli geçen tatildi. O kadar acayipti ki hâlâ hatırladığımda burnumun direği sızlar. O insanların birbirine, işe olan inancı, çıkan sonuca olan inancı hatta daha çıkmadan çıkacak sonuca olan inancı o kadar güzeldi ki ondan başka bir sonucun çıkması mümkün değildi. Yılmaz'a da her yerde söylerim; "Çok teşekkür ederim. Bizim arkadaşlığımız, onun kitabındaki bir şiire müzik videosu yaparken başladı ve hâlâ da sürer. Onun da benim de kendi film yolculuğumuzda 'Vizontele' çok önemli bir yerdedir.