Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Kantin travması denen bir şey var!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Gözüpek bir avukat aynı zamanda veli olmasaydı, toplam 1000 lira değerinde olan yardımcı ders kitaplarını 30 bin liradan almak zorunda kalacaktı Adana'da bir özel okul. Soruşturma başlatıldı ve okulun öğrencileri kısmen "yırttı"...

        Ama memlekette herkes bu kadar şanslı değil. Mesele çocuk olunca çaresizce taleplere yanıt vermek zorunda kalıyor veliler. Kimi krediye giriyor, kimi gırtlağından kesiyor, olmayan maalesef açıkta kalıyor...

        Anayasa eğitimde fırsat eşitliği derken ve Milli Eğitim Bakanlığı okullara kayıtta asla para istenmeyeceğini kesin bir dille tekrarlarken daha ilk günden feryatlar sardı okul bahçelerini. Bu sorun bitmedi, bitecek gibi de görünmüyor...

        Bir de dün itibarıyla hayatımıza giren kantin ücretleri var. Bir veli yazmış; "Okul kantininde neredeyse içine bir şey konmamış tostu 60, içeceği 40 liradan yemek zorunda kalacak evladım. İki çocuğumu okutuyorum ve sadece öğle yemekleri için günlük 200 lira harçlık koymalıyım ceplerine. Mümkün değil!"...

        Şanslıysan ayda 4000 lira eder. Varsa servisi, kırtasiyeyi, sıradan ihtiyaçları katmıyorum bile. Çocuklar beslenmekle doymak arasındaki farkı henüz bilmiyorlar. Şartlar böyle giderse öğrenmeleri de zor...

        Bu arada kantinci de rahatsız meselenin geldiği yerden. Onlarda işletme bedeli ve maliyetlerden söz ediyorlar. En makul atıştırmalık öğünü 50 liradan aşağıya malolmuyor...

        Çocukluğumda beslenme saati ve beslenme çantaları modeli vardı. Orada da ekonomik sınıf farklılıklarından dolayı yenilerin deyimiyle akran zorbalığına maruz kalır, fakirliğimizi iliğimize kadar hissederdik. Hala aynı mıdır bilmiyorum...

        Sonuç olarak ortada en az Haziran ayına kadar sürecek çok zorlu bir süreç var. Her şeyi göze alıp, evden basit bir sandviçle gönderebiliriz evladımızı okula. Ama çocuk bu canı farklı bir şeyler çekecek ve belki de o sandviçle birlikte olası travmaları da içine atmak zorunda kalacak. Ben bunu yaşadım zamanında. Unutulmuyor...

        Hal böyle olunca eğitim hakkı gibi beslenme hakkını da öncelememiz gerekiyor sistemde. Belediyelere, yardım kuruluşlarına, vicdanlı bağışçıların vicdanına yüklenemeyecek kadar önemli bir mesele bu. Kantin travmasının ciddiye alınmasını diliyorum. Bir çocuğu okula götürmekten çok daha zor çünkü okulu sevdirmek!

        ***

        Narin bir soru

        Yaşar Kemal’in sözüdür. Türkiye’de dört şey olmayacaksın. Kadın, çocuk, ağaç ve sokak hayvanı…

        Dörtlemeye bakınca mağdurlar listesi görünüyor değil mi?

        Bana göre güncellenmesi gerekli bir liste. Ekledikçe sonu hiç gelmeyecekmiş gibi duruyor güncellenince de…

        Belki istatistikler, belki genetik mirasımız, belki üstü açılmamış geleneklerimizle oluştu Yaşar Kemal’in listesi…

        Ama şöyle bir üstünden geçince, genç, yaşlı, engelli, hasta, fukara, eğitimli, sözleşmeli, emekli, kimsesiz gibi yeni mağdur gruplarını da ayırt etmek imkansız listeden…

        İşte o zaman en zor soru geliyor. Bu ülkede ne olman ya da neye sahip olman gerekiyor? Aslında bildiğimiz yanıtı hatırladığımız gün yeniden başlayacağız yaşamaya. Nokta!

        ***

        Japonlar için kıyamet alameti!

        Japonya’da pirinç sıkıntısı çekiliyormuş. Nedeni bir vaziyet alma biçimi olarak mal stoklamak. Açıkçası çok şaşırdım, pirinç ülkeyle anılan yegane ürünlerden. Bir nevi de toplumun DNA mirası.

        Yarın yokmuş gibi hunharca yaşamıyordu Japonlar. Geleneği ve özsaygısı çok gelişkin bir toplum olarak dünyada parmakla gösterilirlerdi. Bana göre hala öyle olmalı. Onurları için yaşayan çok fazla toplum yok. Olanlar da çözülüyor yavaş yavaş…

        Ama belli ki Japonlar için de yolun sonu görünüyor. Pirinç deyip geçmeyin. Depremlerin yapamadığını o pirinç yapmış ve ne yiyeceğini kara kara düşünür olmuş ülke…

        Dalgadır gelir geçer” diyebilirsiniz ama 1896’dan başlayarak ismini Japonlardan alan Tsunami de bir dalgadır. Ve küçük kıyametin büyük alametidir. Medeniyetler de ekseninden kayıyor sanırım. Ne dersiniz?

        ***

        İşçiden de mühendisten de değerli!

        Türkiye çok ciddi bir ara eleman sıkıntısı yaşıyor. Gençler kariyerlerini planlarken zorlanıyor. Belki bu yüzden benim de mezunlarından biri olduğum meslek liselerinin, özellikle de yabancı dilde eğitim yapan teknik liselerin değeri artık pırlanta gibi…

        Ankara Sanayi Odası’nın önderliğinde Organize Sanayi Bölgelerinde (1.OSB Başta olmak üzere) kurulan uygulama liseleri artık kolej olarak değerlendiriliyor ve her mezunu diplomayı alır almaz işe yerleşiyor…

        Okuyup bir üst kademeye geçeyim” diye de bir dertleri yok çocukların. Birkaçıyla konuştuğum hatta bu işe ömrünü adayan Sanayici Serdar Tütek’le mesele hakkında kesintisiz fikir alışverişinde bulunduğum için biliyorum…

        Ama sayı hala yetersiz. Hatta çok yetersiz. Türkiye olası bir sanayi devrimini bu ara eleman açığını kapattığında yaşayacak buna eminim…

        Mesele Milli Eğitim Bakanlığı’na kadar uzanan tabandan tavana çok geniş bir kolektifi ilgilendirdiği için ben Tütek ile ortak düşüncemizi dile getirmek istedim. Basit en doğru olandır bazen…

        Yakışıklı patron çocuklarına ya da sakar güzel stajyer hikayelerine noktayı koyun. Dizilerde meslekleri ve meslek erbaplarını etkin karakterler olarak başrollere sokarsanız, televizyonla yaşayan, rol modelini ekrandan bulan bir toplum için en önemli adımı atmış olursunuz…

        Umudumuz gençlerdedir. Gelecekleri için bir yol bulalım, yoksa yol yapalım!