Suriye’nin geleceğine dair tartışmalarda, gerek bölge ülkelerinde, gerekse küresel ölçekte dolaşan bir iddia var. Kabaca özetleyeyim: “Türkiye, Suriye’yi ele geçiriyor.”
Bu iddianın arka planında ne tür hesaplar olduğunu yazının devamında aktaracağım. Ama önce buna dair Türkiye’nin verdiği cevaplardan birkaç cümlenin altını çizelim:
Önceki akşam CNN Türk’e verdiği röportajda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan şunları söyledi:
“Biz bölgede ne Türkiye’nin, ne İran’ın, ne Arapların herhangi bir şekilde domine etme bakış açısıyla bir politika üretimine razı değiliz.” Peki domine etmekten kastı neydi Bakan Fidan’ın:
“Tahakküm etmek, kendi arzun doğrultusunda, önceliklerin doğrultusunda, kendi çıkarların doğrultusunda karşı tarafı bir şeye zorlamak. Biz var olan kardeşlik hukukundan doğan, coğrafyamızdan doğan, sınır ilişkimizden doğan etkimizi mümkün olan en olumlu şekilde kullanmak istiyoruz.”
SÖMÜRGECİ ZİHİN ANLAMIYOR
"Suriye’yi ele geçirmek" gibi bir tuhaflığa verilecek en net cevap bu olsa gerek. Ancak bu cevabın yeterince anlaşılmamasının iki nedeni olabilir.
İlki, geçmişi sömürgecilikle dolu olan zihin dünyasının böyle bir yaklaşım ve ilişki biçimini anlamasının imkansızlığı. İkincisi, Türkiye’nin Suriye’deki varlığının/etkinliğinin ortaya çıkardığı rahatsızlık. Dahası kanlı bir rejimin devamına göz yuman çıkar dengelerinin bozulması.
Suriye’de bir devrim gerçekleşti, yeni bir döneme girildi. Ancak bu yeni durumun bölgedeki herkesi memnun etmediği de malum. En ilginç olan ise pek çok ülkenin bu devrimin gelişine dair öngörüsüzlüğü.
Buraya biraz yakından bakalım. Çünkü önümüzdeki birkaç yılın tartışma başlıkları bunlar olacak.
SURİYE VE DİĞER ARAP REJİMLERİ
Şurası açık. Suudi Arabistan başta olmak üzere pek çok Arap rejimi, bir yandan İran tehdidi altındayken; diğer yandan kendileri açısından aşırı buldukları Suriye muhalefeti ve Hamas’tan tedirgindi.
Bu nedenle özellikle son dönemde Beşar Esad’la işbirliğinin zeminini oluşturma gayretinde oldular. Mesela Suriye Devrimi’nden sadece iki ay önce Suud yönetimi Şam’daki büyükelçiliğini tekrar açtı. Öngörüsüzlüğün zirvesi bu olsa gerek.
Buradaki hedef bir yandan İran’ın Şam’daki etkisini kırabilmek, diğer yandan ise Suriye muhalefetinin önünü kesecek düzeyde Esad’a zemin açmaktı. İşler bekledikleri gibi yürümedi.
İRAN’IN ZAYIFLADI AMA
Evet Suriye’de ve genel anlamda bölgede İran zayıfladı. Ancak şunu unutmayalım. Arap rejimleri farklı düzeylerde olsa bile Suriye’de kurulacak yeni yönetimin kendi ülkelerine tehdit oluşturmasından endişeli. Daha açık ifadeyle Sünni Arap bir İslami yönetimin ortaya çıkmasından.
Şam’ın yeni kurucu aktörlerinin ilk bölgesel ziyareti Riyad’a oldu. Ardından Suud yönetiminden pek çok yardım paketi ülkeye ulaştı. Bunun insani boyutu olsa da Suudi Arabistan’ın ekonomik yardım kartını hızla devreye sokma gayretinde olduğu ortada.
TÜRKİYE SAHNEDE OLUNCA
Herkesin kabul ettiği gerçek, sahnede Türkiye’nin gerçek ve etkin bir aktör olduğu. Ankara’nın hamle üstünlüğünün kendisine sağladığı avantajlar da ortada.
Suriye’nin yeniden inşasında ekonomik kaynaklar ne kadar değerli olursa olsun, Suud başta olmak üzere Arap rejimlerinin kendi fay hatlarındaki kırılma endişesi kolay kolay yatışmayacaktır. Bu yönetimlerin kendi halklarıyla ilişkisinin ne durumda olduğu ise herkesin malumu.
Türkiye’nin her şeyi yöneten, tahakküm eden ve hiç kimseye alan bırakmayan bir tarzla ilerlemediği, böyle bir yaklaşımın getireceği sakıncaların fazlasıyla farkında olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla yeni Şam yönetimine tavsiyeleri ve ortaya çıkan imkanları değerlendirme kabiliyeti, “endişeli rejimler” açısından sandığımızdan çok daha değerli.
Özellikle Suud, BAE ve Mısır’ın, Ankara’nın Suriye'deki etkinliğinden hoşnut olmasalar da, sürecin yönetiminde onu dışlamayı akıllarından bile geçirmeleri zor. Ürdün’ün geleneksel İngiliz soğukkanlılığı bile Suriye’deki olaylar karşısında ciddi bir telaşa dönüşmüş durumda.
Her vesileyle Türkiye’ye “Gücünün sınırlarını bil, vazgeçilmez değilsin” diyenlere, kimsenin vazgeçilmez olmadığını biraz olsun anlatabildiğimi umuyorum.