Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        TÜRKİYE’NİN birçok kentinde kadınlar öldürülürken, 20 kentte son 10 ay içinde bir tek kadın katliamına rastlanmamış…

        Veri, Kadın Dernekleri Federasyonu’na ait…

        Federasyon Başkanı Canan Güllü Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla önceki gün yolladığı mesajına bir de harita koymuş…

        Haritaya bakınca bir yanlışlık olabileceğini düşündüm…

        Haritadaki rakamlara bakıldığında, Muğla, Antalya, Samsun gibi ülkenin modern bölgeleri olarak bilinen kentlerde katledilen kadın sayısı yüksekken, aşırı muhafazakârlığı ile anılan, eril tahakkümü yüksek 20 kentte kadın cinayeti olmamış…

        Kadın cinayetine rastlanmayan illerin ağırlıklı bölümü de muhafazakâr yapısıyla bilinen yerler:

        Muş, Hakkâri, Bingöl, Iğdır, Tokat, Yozgat, Sivas, Gümüşhane, Bayburt, Çorum, Amasya, Ordu, Erzincan, Tunceli, Ardahan, Uşak, Kırklareli, Bilecik, Kırşehir, Isparta…

        Bu 20 şehrin içinde kadına önem veren kentler de var; bu açıdan bakıldığında sorun yok denilebilir…

        Ancak diğerleri!..

        “ŞİDDETE İTİRAZ YERİNE BİAT ETME DURUMUNDA…”

        Bu noktada kendimle de çelişkiye düştüm…

        Cinayetin olmamasına sevinmek varken, niye olmadığını sorguluyorum gibi bir tablo ile yüz yüze kaldım…

        Bir sıkıntı içime çöktü…

        Ancak soru doğruydu…

        Antalya, Mersin, Muğla gibi kadının özgürlüğünü elde ettiği, erkeklerin de nezaket kültürüne sahip olduğu kentlerde sayı yüksekken, eril tahakkümün baskın olduğu şehirlerde hiç olmamasının nedeni ne olabilirdi?

        Federasyon Başkanı Canan Güllü’yü arayıp bu tabloyu nasıl yorumlamamız gerektiğini sordum…

        O an anladım ki yalnız değilmişim…

        Kadın Dernekleri Federasyonu da bu durumu illerdeki yöneticileri aracılığıyla sorgulamış…

        Güllü, kısır döngü gibi görünüyor olsa da rakamların gerçeği yansıttığını belirtip ekledi:

        “Bu kentlerin merkez dışında kalan yerleşkelerinde muhafazakâr kesimin ağırlığı yüksek. Kadın itiraz edemediği için, biat ediyor. Şiddet görse de isyan etmiyor, katlanıyor…”

        Özeti açık, canın karşılığı, katlanmak, biat…

        Yani kölelik…

        Hem de bu çağda…

        MERSİN, MUĞLA VE MANİSA’YA DİKKAT

        Başkan Güllü, ilginç bir veriyi daha paylaştı…

        Öldürülen kadın sayısı yüksek olmakla birlikte, Mersin, Muğla ve Manisa’da kadına şiddetin arttığını belirtti.

        Verilerine göre Mersin’de 10 ay içinde işlenen kadın cinayeti sayısı 14, Muğla ve Manisa’da ise 7’şer…

        Aslında 56 cinayet ile birinciliği elinde tutan İstanbul ile nüfus orantısına vurulduğunda oldukça yüksek.

        Diğer taraftan 23 cinayet ile ikinciliği elinde tutan Ankara ile nüfus açısından kıyaslandığında ise az görünüyor.

        Nereden bakmak gerekir bilemedim, ama bir kadının bırakın öldürülmesi kılına zarar gelmesi dahi söz konusu olmamalı…

        Hiç cinayet olmayan illerde kadına şiddetin nasıl olduğunu sorduğumda Güllü, “Vahim sonuçlar var, buna ilişkin de yakında bir veri paylaşacağız” dedi…

        Manisa, Muğla ve Mersin konusunda Aile Bakanlığı’nı da uyardıklarını belirtti.

        Veriler bir gerçeği de önümüze koyuyor…

        Deprem ve ekonomik göçün en yüksek olduğu kentlerdeki cinayetler oldukça yükseliyor.

        İYİ KORUNMASI GEREKİYOR

        Kadın hakları üzerinde yıllardır emek harcayan Avukat Özlem Günel Tekşen ise dünkü sohbetimizde 20 ildeki duruma farklı bir açıdan yaklaştı…

        Kadına şiddetle mücadeleyi amaçlayan 6284 sayılı Yasa’nın çok daha etkin uygulanması gerektiğinin birkaç kez altını çizdi…

        Şiddete uğrayan, ısrarlı takip mağduru olan kadınların koruma altına alınması gerektiğini vurgulayıp ekledi:

        “Şiddete uğrayan, özellikle de boşanma aşamasında olan kadınların iyi koruma altına alınması gerekiyor. Çünkü kadın cinayetlerine en çok boşanma aşamalarında karşılaşıyoruz. Anadolu’nun birçok yerinde kadın şiddet gördüğünde veya boşanmak istediğinde, yargıya, savcıya, karakola avukata ulaşamayınca şiddete katlanmak ve biat etmek durumunda kalıyor. Onu şiddete katlanma durumundan çıkarmamız ve bunu yaparken de iyi korumamız gerekiyor…”

        “GÖÇ ALAN İLLERDE DAHA ÇOK”

        Bu aşamada bir noktaya dikkat çekti.

        Kadın cinayetlerinin çok olduğu kentlerin ağırlıklı olarak, deprem veya ekonomik nedenle göç alan yerler olduğuna işaret etti…

        Haklı, Adana, Mersin, Antalya, Samsun, Gaziantep, Şanlıurfa’da kadın cinayetleri sayısında yüksek olan göçün de yüksek olduğu iller…

        Ekonomik zorluklar da üstüne bindiğinde şiddetin seviyesi de artıyor…

        ERİL TAHAKKÜMÜN BEDENSEL HUKUKU

        Eril tahakküm, bedensel hukuk öne çıkıyor…

        Asırlardır süregelen erkek ile dişi beden arasındaki görünür fark, hiyerarşize edilmiş inşa sürecinde erkeğin lehine kullanılıyor.

        Kadının ikinci plana atılması, köle muamelesi görmesi Anadolu’da söz konusu değilken, Avrupa ve batılı ülkelerde 1950’li yıllara kadar baskın geliyor.

        Her ne kadar İstanbul başta olmak üzere kentsel yaşamda Anadolu’da da kadın ikinci planda gibi görünse de aslında ev içi erk kullanımında erkekten önde geliyor.

        Anaerkil bir toplum yapısının oluşmasının gerisinde de bu yatıyor.

        Hane içinde bu denli yüksek erk kullanan kadın, eşiği geçip dışarı çıktığında, eril tahakküm sahasına giriyor.

        Dışarıda oluşan eril tahakküm, kadını sürekli olarak sembolik bir güvensizlik içinde bırakıyor, hep başkalarının bakışı tarafından var edilebilecek kimliğe çeviriyor.

        Bu baskı sonucu kadın dışarda oturmasını kalkmasını bilen, sıcakkanlı, çekici ama seksi olmayan, güleryüzlü, el altındaki nesneye dönüştürüyor.

        Aslında modernitenin yaygınlaşması ile kadının daha özgür kimliğe dönüşmesi beklenirken, kendisine yüklenen kimlik giysinin getirdiği yük ağırlaşıyor…

        Başkalarının bakışına yönelik bağımlılık ilişkisi, varoluşlarının yapı taşı haline geliyor; kadının süsünün kadına karşı olmasının ardında da bu bakış yatıyor.

        NAZIM’IN ŞİİRLERİ GİBİ

        Oysa Kurtuluş Savaşında mücadelenin en önemli neferinin kadınlar olduğunu Nazım Hikmet Kuvayi Milliye Destanı’nda da “Ve kadınlar, bizim kadınlarımız…” diye başlar, nasıl mücadele ettiklerini anlatır…

        Kadına bakışını yansıttığı bir başka şiiri de toprağına da adını veren Anadolu’nun hissiyatıdır:

        Kimi der ki kadın/ Uzun kış gecelerinde yatmak içindir./ Kimi der ki kadın/ Yeşil bir harman yerinde/ Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir./ Kimi der ki ayalimdir,/ boynumda taşıdığım vebalimdir./ Kimi der ki hamur yoğuran./ Kimi der ki çocuk doğuran./ Ne o, ne bu, ne döşek,/ ne köçek, ne ayal, ne vebal./ O benim kollarım, bacaklarım, başımdır./ Yavrum, annem, karım, kız kardeşim,/ hayat arkadaşımdır…”

        Daha ne denilebilir ki…