Yapılmış en iyi Türkçe rock albümü “Dünya Yalan Söylüyor” geçtiğimiz haftalarda 20. yaşına bastı. Normal şartlarda iyi çıkış yapan müzik grupları ikinci albüm sendromu yaşarlar, ikinci albümü de ilki kadar iyi olanlar tarihe kalır. Ama Mor ve Ötesi’nin üçüncü albümü “Dünya Yalan Söylüyor.” Ve bir anlamda da laneti. Zira grup bu albümle kendi çıtasını o kadar yükseltti ki eşdeğer bir işi bırakın, yeniden yanına yaklaşacak bir albüm kaydetmeleri bir daha mümkün olmadı.
Aslında “Dünya Yalan Söylüyor” zamanın belli bir dönemecine hapsolması gereken, o dönemden esinlenen, o dönemin isyanını ve hassasiyetini yansıtan bir albüm olabilirdi. Alman Lisesi ve Boğaziçi gibi elit okullarda okuyan Mor ve Ötesi üyeleri her zaman politik, henüz daha bu sözcük icat edilmeden “woke” gençlerdi. Albümün belki de en bilinen şarkısında oldukları gibi hep bir dertleri vardı, yanıtını da zaman zaman Yalçın Küçük kitaplarında arıyorlardı. (Prof. Küçük’le Mor ve Ötesi’ni Ankara’da bir konserde bir araya gelmelerini ben organize etmiştim sonradan.)
“Dünya Yalan Söylüyor”dan önceki iki albümlerinde politik çıkışlar yapmaktan kaçınan, hatta nispeten rock’ın uslu çocukları gibi duruyorlardı ama. Albümden hemen önce onların da olduğu bir turneyi takip etmiştim ve solist Harun Tekin’in bel çantasından yanında taşıdığı bir bitki çayı poşeti çıkardığını bizzat görmüştüm. “Woke” olduğu kadar gözlüklü rock grubu solisti olarak “nerd”dü de. Bunun bir oksimoron olma ihtimali son derece yüksekti ve hiç kimsenin onlardan bir sonraki albümlerinde bu kadar kuvvetli bir isyan beklediklerini zannetmiyordum.
2004’te “Dünya Yalan Söylüyor” çıktığında az-çok kitap okuyan, dünyaya göz yummayan bir neslin politik olmamak gibi bir şansı yoktu. Zamanın ruhu bireyi kayıtsız kalmamaya zorluyordu.
11 Eylül uluslararasi ilişkilere dair paradigmayı çökertmiş, etkileri bugün de hala hissedilen ve henüz bitmeyen yeni bir dönem başlamıştı. Amerika elbette kendi topraklarına yapılan saldırının intikamını alacaktı. Bugün tıpkı İsrail’in almaya çalıştığı gibi. Ama iki devlet de meşru müdafaanın ötesine taşıdı bu karşılık meselesini; ABD saldırı bahanesiyle petrole biraz daha gözünü dikti, İsrail de bir türlü yetinmediği elindeki toprakları biraz daha genişletmeye uğraşıyor. Bu oportünizme karşı çıkmak için illaki “nerd” ya da “woke” olmak gerekmiyor, hakkaniyetli olmak yetiyor. Ama insan hele bir de gençse gördüğü adaletsizlik karşısında öfkeleniyor.
NE HABERSİN NE TÜRK’SÜN
Bugün üniversitelerde kamp kuran, sokaklara dökülen gençler gibi “Dünya Yalan Söylüyor” albümünün daha adından Mor ve Ötesi’nin küresel düzene isyanı anlaşılıyor. Albüme adını veren dizenin yer aldığı “Yardım Et” şarkısında ABD’nin Irak savaşına yapılan göndermeler örtülü değil, hatta haberlerden alıntılar var. O aralar dünya medyası New York Times da dahil George W. Bush yönetiminin yalanlarına inanmış, Irak’ın devrik lideri Saddam’ın elinde kitle imha silahları olduğu bahanesiyle işgali desteklemişti.
W. yönetimi elindeki sahte kanıtları kamuoyuyla paylaştığında Türk medyasında da en unutulmaz anlardan biri yaşandı. O aralar çok etkili olan CNN Türk’ü ekran yüzü rahmetli Mehmet Ali Birand ve “papyonlu monşer” olarak ünlenen büyükelçi Yalım Eralp canlı yayında karşılıklı “Ben ikna oldum,” “Ben de ikna oldum,” diye birbirlerini ağırlıyorlardı. Küreselinden yereline medya hakikaten utanç vericiydi, Mor ve Ötesi’nin bile “yalan” dediğini görmüyordu.
Ancak Mor ve Ötesi tepkilerini o aralar Ufuk Güldemir tarafından yeni kurulan ve adı çok sınırlı bir çevrede bilinen bir başka televizyon kanalına yöneltti. “Cambaz” diye hedefe koyduğu ve “Ne habersin ne Türk’sün” dizesiyle akıllara kazıdığı Habertürk’e kestiler faturayı. Grup belli ki laf çakıyordu ama ben şarkıyı ilk dinlediğimde “Vay be Habertürk şimdiden uğruna şarkılar yazılıp tarihe bırakılacak kadar büyümüş,” diye düşünmüştüm. Kanalın o zamanki sahibi Güldemir’in de böyle düşündüğüne eminim: “Medyada tek başarı kriteri kendinden söz ettirmektir,” diskurunu o öğretti.
O günkü Habertürk’le bugünkü Habertürk’ün patronu da farklı, yayın çizgisi de. Bugün “Cambaz”ı dinleyenler de tarihi referansı ne kadar anlar, emin değilim. Ama “Ne habersin ne Türk’sün,” sözlerinin altında imzası bulunan Harun Tekin’in bir ara Habertürk’te program yapması bana büyük konuşmanın ironisi gibi geldi hep.
AMERİKAN KARŞITLIĞI
Mor ve Ötesi üçüncü albümlerinin getirdiği abartılı popülerliğin ardından şarkılarındaki keskin duruşu kendi hayatlarında tam olarak taşıyamadı. Kimi dizeleri düpedüz dublaj kokan “Gül Kendine” albümündeki çağımız bireyinin varoluşsal sorunlarını irdeleyen, küçük hikayeler anlatan kenarda köşede kalmış bir müzik grubu değil ‘rockstar’ olmuşlardı artık. Politik olmak rockstar olmanın zorunluluğudur, çünkü U2 da öyle yapıyordu. Ama kenarda köşede kalmayıp rockstar olmanın bir bedeli de “hedefini” ve “piyasanı” almaktı.
Bu süreçte grup Rock’N’Coke festivalinde sahne almayı reddetti. “Metal Fırtına” romanının satış rekorları kırmasından da anlaşılacağı gibi kamuoyunda anti-Amerikancılık doruk noktasındaydı, onlar da kendi tepkilerini gösteriyorlardı. Ama benim de onları takip ettiğim Fanta Turnesi’nde Türkiye’nin dört bir yanında gazlı içecek şişelerinin kapaklarını biriktirerek gelen izleyiciye müzik çalmakta bir sakınca görmediler—Fanta, bilmeyenler için, The Coca Cola Company’nin bir ürünüdür.
“Dünya Yalan Söylüyor” albümünün bir diğer politik marşı “Uyan” da Doğan Grubu’nun Milliyet gazetesinin reklamlarına satıldı sonradan—Bush’un delilleri karşısında ikna olan CNN Türk’ün de sahibi Doğan Grubu’na. Yazdığı şarkılara bakılırsa sermaye medyasına mesafeli olması beklenen Harun Tekin bir zamanlar Türkiye’sinde neo-liberal değerlerinin en büyük sözcüsü Aktüel dergisinde köşe yazarlığı da yaptı.
Mor ve Ötesi bir de Amerika’ya gösterdiği tepkiyi kendi ülkelerinden esirgedi. Belki U2 da Türkiye’yle pek fazla ilgilenmediği için Mor ve Ötesi de anavatanları üzerine çok fazla söz almadı. Gerçi U2 ilk çıkışını anavatanları İrlanda üzerine söz alarak yapmıştı, ama 2000’ler Türkiye’sinde global konularda tavır sergilemek ülkede olup bitene karşı çıkmaktan çok daha konforlu bir pozisyondu.
Gerçi söz almaya kalktıklarında da nerede durdukları belli değildi: Bir Çeşme konseri sırasında Tekin’in askere yönelik kumpas operasyonlarını sahneden desteklediğini hatırlıyorum. Uyanmaları ancak Tekin’in kız arkadaşının babası Deniz Kutluk’un Balyoz davasında 18 yıl ceza almasıyla mümkün oldu, ama epey geçti. O zamana kadar Mor ve Ötesi de albüm kartonetinde alıntılayacak kadar hayran oldukları Yalçın Küçük kitaplarından Taraf çizgisine savrulmuştu.
Mor ve Ötesi nihayet yeniden politikleşip Gezi’den esinlenen “Sirenler” albümünü 2022’de çıkardığındaysa “Gel biz senle anlaşalım,” mesajını verdi. Dinlemediyse eğer Özgür Özel’in bu albümü çok seveceğini düşünüyorum.
TARİHE KALAN
Bütün bunlar, elbette, yalpalanmalar. Ama hepimiz sandığımızdan daha esneğiz ve yaş ilerledikçe esneyebilme kapasitemiz biraz daha artıyor. Bir de Türkiye’de belli bir süre kaldıkça insanın çürümemesi, kafasının karışmaması, ayağının kaymaması pek mümkün değil. Ülkenin toprağı bile kaygan. Mor ve Ötesi gerçi “Kimler yalansız ki onlar ağlasın, kimler günahsız ki onlar saklasın,” demişti.
Önemli olan da bu serüvende yaptığımız hatalar ya da sergilediğimiz kimi duruş bozukluklarındansa geride bıraktığımız eserler galiba. Zaman kapsülünde onlar kalıyor.
Özünde “Dünya Yalan Söylüyor” politik mesajıyla bile hala geçerli bir albüm, çünkü 20 yıldır dillendirdikleri meseleler çözülebilmiş değil. Ama müzikalite bakımından, sözlerin niteliği, temasal bütünlük, düzenleme açısından da hala geçerli bir albüm. 20 yıldır dönem dönem dinliyorum ve hala eskimiyor. Çünkü üretim sürecinde bu gençlerin samimi oldukları hissediliyor. Davalarına inanıyorlardı ve gerçekten bir dertleri vardı, bu da dinleyiciye geçiyor. Hatta albümün politik olmayan şarkılarına bile o gençlik isyanının kokusu sinmiş.
Bugün belki de sorulacak soru 50’li yaşlarına yaklaşan Mor ve Ötesi’nin neden bir daha “Dünya Yalan Söylüyor” albümü yapamadığı değil. Bugün 20’li yaşlarındaki sanatçıların—özellikle Türkiye’de—neden bu dünya ve yalanları hakkında benzer sözler söyleyemediği. Burada tek sorumlunun gençler olmadığını biliyorum, ama “Dünya Yalan Söylüyor” çıktığında da Türkiye matah bir ülke değildi, hatırlatayım.