Dersler içeren bir başarı öyküsü
‘Air’ gerçek olaylar üzerine kurulu bir hikâye anlatıyor. Efsane basketbolcu Michael Jordan’ın spor yaşamının ilk dönemine, gelecek vadeden genç bir NBA yıldızı olduğu günlere götürüyor bizi film. Ne var ki, filmin başkarakteri Jordan değil. Hatta yan karakterler arasında da yok. Diğer oyuncularla birlikte yer aldığı sahnelerde yüzünü bile doğru dürüst görmüyoruz. Her şey onun vereceği kritik bir karar çevresinde döndüğü için kuşkusuz filmin merkezinde duruyor ama öyküyü tümüyle başka karakterler üzerinden seyrediyoruz.
Olaylar 1984 yılında geçiyor. Genç oyuncu Michael Jordan, NBA’in yeni yıldızları arasında… Dolayısıyla, basketbol ayakkabısı üreten şirketlerin radarına giren ilk starlardan biri. Pazarın yüzde 54’ünü elinde tutan Converse, sponsorluğunu üstlendiği diğer 3 büyük yıldızın arasına almak istiyor Jordan’ı. Basketbol ayakkabısı satışındaki pazar payını giderek yükselten ve yüzde 29’a kadar gelen Adidas da onunla ilgileniyor…
Bu arada, biz her şeyi Nike adına çalışan Sonny Vaccaro’nun (Matt Damon) gözünden takip ediyoruz. Şirketi kuran ve halka açtıktan sonra CEO’luğunu üstlenen Phil Knight (Ben Affleck), Sonny’nin basketbol bilgisine ve sezgilerine çok güveniyor. Yıllar önce lise seviyesinde başlattığı organizasyonun çok tuttuğunu, rakip firmaların da benzerlerini düzenlediklerini görüyoruz. Ama Sonny’nin çabaları dahil hiçbir şeyin, Nike’ın basketbol pazarında yükselmesini sağlayamadığı ortada... Koşu ayakkabısında lider olmalarına karşı basketbolda yüzde 17 ile üçüncü sıradalar. Daha kötüsü, şirketin yönetim kurulu, zarar eden basketbol departmanını kapatmaktan, ‘masraflı ve işlevsiz’ buldukları Sonny’yi işten atmaktan yana… Phil, böylesi radikal kararları benimsemese de üstündeki baskıyı pazarlama müdürü Rob Strasser (Jason Bateman) ve Sonny’ye yansıtmaktan çekinmiyor.
Şirketin geldiği bu kritik noktada, Nike’ın sponsorluk anlaşması imzalayacağı basketbolcular büyük önem taşıyor. Rob ve Phil, bu kararın sorumluluğunu tümüyle Sonny’ye bırakmış durumdalar. Onun seçtiği sporcuyla ilerlemek istiyorlar. Genç yıldız Michael Jordan her ikisinin de aklının köşesinden bile geçmeyen bir isim. Bütçelerinin yetersizliği bir yana, Michael Jordan’ın Nike’ı istemediğini; Adidas’ın basketbol ayakkabılarını tercih ettiğini biliyorlar. Eldeki tüm bu verilere karşın Sonny, ‘Elimizdeki 250 bin dolarlık tüm bütçeyi Jordan’a verelim, tek starla ilerleyelim’ gibi çılgın bir öneriyle çıkıyor Rob ve Phil’in karşısına… Başlangıçta her ikisi de onu ciddiye almıyor. Jordan’ın menajeri David Falk (Chris Messina) ise ‘Fikrini şirket yönetimine kabul ettirsen dahi şansın yok’ diyor Sonny’ye. Çünkü Adidas’ın aynı parayı vermeyi çoktan kabul ettiğini, üstüne bir de otomobil hediye edeceğini haber veriyor. Daha önemlisi, Jordan’ın Nike ile görüşmek dahi istemediğinin altını çiziyor.
Tüm koşullar aleyhine olmasına rağmen, Sonny pes etmiyor. Michael Jordan’ın basketbol tarihinin en büyük oyuncularından biri olacağına o kadar emin ki sonuna kadar ilerlemek, çevresindeki herkesi ikna etmek, elinden gelen her şeyi yapmak istiyor. Ve ilk aşamada, sezgilerini dinleyerek hiç kimsenin beklemediği, ‘kural dışı’ bir hamle yapıyor.
Film, alttan alta sezgilerin gücüyle ilgili… Hangi oyunculara sponsorluk teklifi yapacağına karar veremeyen Sonny, arşivden maç görüntüleri seyrederken yaptığı keşfin ardından sezgisini takip etmekten asla vazgeçmiyor. Daha önemlisi, verdiği karardan bir an bile şüphe etmiyor ve onun bu inancı, çevresindeki herkesi etkiliyor. En zorunu başarıp Jordan ve ailesini toplantı masasına getirdiğinde dahi yine planı değil sezgilerini takip ediyor; anlık kararlarla hareket ediyor. Dolayısıyla, ‘Air’ sadece basketbol dünyası, Michael Jordan, sponsorluk anlaşmaları ve başarı üzerine bir film değil. Başarıdaki cesaret ve risk faktörü kadar, bazen sezgilerin bizi en doğru şekilde yönlendirebileceğini söyleyen bir film…
‘Air’, sonunu çok iyi bildiğiniz halde baştan sona ilgiyle takip ettiğiniz filmlerden. Çünkü sürpriz olmayan ‘o sonuca’ nasıl gelindiğini merak ediyor; hiç bilmediğiniz detayların keyfini çıkarıyorsunuz.
Alışageldiğimiz anlamda bir spor filmi değil ‘Air’... Jordan’ın arşiv görüntülerini bir yana koyarsak, oyun olarak basketbol yok filmde. Sahadaki rekabetten ziyade üç şirketin Jordan’la sponsorluk anlaşması imzalamak için verdiği yarışa odaklanıyoruz. Gerçi diğer iki şirketle pek ilgimiz yok; çünkü asıl konu, Sonny’nin şirket içi ve dışında önüne çıkan engelleri teker teker aşarak ilerlemesi… Fakat film, başarının ancak ekip çalışmasıyla gelebileceğinin de altını özellikle çiziyor. Nike’ın basketbol ayakkabı tasarımcısı Peter Moore’un (Matthew Maher) çalışkanlığı, tutkusu ve özgüveniyle başarıya verdiği katkı mesela… Sonny ona ‘Üç günde gelmiş geçmiş en iyi basketbol ayakkabısını tasarlaman gerek’ dediğinde hiç itiraz etmiyor, şaşırmıyor, paniğe kapılmıyor; ‘Benim işim ve amacım bu’ diyerek sadece iyi bir ‘brief’ almaya odaklanıyor. Yani, kendisinden tam olarak ne istenildiğini anlamaya çalışıyor. Sürecin ilerlemesi açısından başlangıçta çok karamsar olan pazarlama müdürü Rob Strasser de ayakkabının rengi ve NBA kuralları gibi konularda çok yerinde, doğru müdahalelerde bulunuyor; ‘Bir ayakkabı, biri onu giymediği sürece sadece bir ayakkabıdır’ diyerek Sonny’ye ilham veriyor. Sonny, başta çok çatıştığı, hatta kopma noktasına geldiği patronu Phil’den de hiç ummadığı noktalarda büyük destek görüyor. Çünkü sezgi ve tutkusuna onu da ortak ediyor. Affleck, Phil’i karizmatik ve otoriter bir patron gibi değil, kazanmaya odaklı heyecanlı ve naif bir ekip oyuncusu gibi yorumluyor.
Filmde bir diğer önemli karakter, Jordan’ın annesi Deloris Jordan (Viola Davis)… Sonny ile ikisinin en önemli ortak özelliği, Jordan’ın tarihe geçecek bir oyuncu olduğunu herkesten önce fark etmeleri… Deloris Jordan’ın spor tarihindeki benzer sponsorluk anlaşmalarını değiştirecek talebi, 2023 yılından baktığımızda bize hiç şaşırtıcı gelmiyor. Hatta, biz de onun gibi kontratta unutulmuş bir detay gözüyle bakıyoruz önce... Ama Sonny ile yaptıkları konuşmanın akışından anlıyoruz ki 1984 itibarıyla şirketlerin hazır olduğu veya hemen kabul edebileceği bir talep değil bu… İşte o noktada, annenin öngörüsü ve sezgisinin değeri daha iyi ortaya çıkıyor.
‘Air’ yönetmenliğiyle de öne çıkan bir film. Ben Affleck nerdeyse ‘1980’lerin tam içi’nden başlatıyor filmi… Dire Straits’in ‘Money for Nothing’ şarkısıyla bizi o yılların televizyon şovlarına, dizilerine, reklamlarına, filmlerine ve arşiv görüntülerine götürüyor; VHS kasetlerin analog görsel dokusunu özellikle öne çıkarıyor. Film başladığında da kesinlikle günümüz sinemasının keskin dijital tonlarına geçmiyor; görüntü yönetmeni Robert Richardson ile birlikte ‘Air’i 1980’lerde çekilmiş bir film gibi sunuyor.
Affleck, ‘Gone Baby Gone’ (2007), ‘The Town’ (2010) ve ‘Argo’da (2012) olduğu gibi iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu; senaryonun yapısına uygun bir görsel dünya ve film dili kurabileceğini bir kez daha gösteriyor. Büyük bölümü iç mekânlarda, ofislerde geçen filmi hareketli ve sürükleyici kılabiliyor. Özellikle hareketli kamerayla çektiği diyaloğa dayalı uzun planları bir yere not etmek lazım.
Oyunculuktan gelen bir yönetmen olarak karakterleri her şeyin önüne koymayı ihmal etmiyor. Matt Damon, sportif olmaktan, koşmaktan nefret eden basketbol gurusu Sonny’de etkili bir iş çıkarıyor. Tasarımcı Pete’de Matthew Maher ile her koşulda çıkarlarına odaklanmasını bilen ama egosunu bastırmayan sinirli menajer Falk’u canlandıran Chris Messina başta olmak üzere tüm oyuncular iyi. Bu arada, filmde aldığı süre kısa olmasına rağmen Viola Davis, sakin ve bilge gücü temsil eden kilit anne karakterinde yine çok iyi bir performans çıkarıyor.
Yeri gelmişken, Viola Davis’in annesini canlandırmasında Michael Jordan’ın önemli payı olduğunu belirtelim. Yönetmen Ben Affleck’le yaptığı görüşmede Jordan’ın getirdiği önerilerden biriymiş Viola Davis… Olimpiyat basketbol takımının koçu George Raveling (Marlon Wayans) ve Nike ekibinden Howard White’ın (Chris Tucker) hikâyeye dahil olmasının yine bizzat Jordan’ın önerileri olduğunu not edelim.
Başlangıçta sadece çevrimiçi olarak gösterilmesi planlanan ‘Air’, test gösterimlerindeki başarısının ardından ABD dahil birçok ülkede sinema salonlarında gösterime girdi ve toplam 85 milyon dolar hasılatla yapımcısı Amazon’un yüzünü güldürdü.
Michael Jordan’ı ‘filmin hem içinde hem dışında’ tutmasını bilen Alex Convery imzalı senaryosu başta olmak üzere ‘Air’ kayda değer bir film… Yönetmenliği; William Goldenberg’in kurgusu; oyuncuları; bizi 1980’lere götüren nostaljik şarkıları ve herkes için önemli dersler içeren hikâyesiyle sevdiğim, beğendiğim bir film oldu. Gönül rahatlığıyla herkese tavsiye ederim. (Prime Video)
7/10