Gupse Özay: Yardım istememizi beklemeyin
Bir annenin lohusalık döneminde kendisinin, eşinin ve çevresinin neler yaşadığını komedi türünde beyazperdeye aktaran 'Lohusa'nın senaristi ve başrol oyuncusu Gupse Özay ile yönetmeni Kıvanç Baruönü, sinema kariyerlerinin 10'uncu yılını kutluyor. Özay ile Baruönü, Habertürk'e verdikleri röportajda 'Lohusa'nın hikâyesinin çıkış kaynağının ne olduğundan izleyicilere özellikle hangi duyguları yaşatmayı amaçladıklarına kadar birçok konuda açıklamada bulundu
'Lohusa'...
Anne - baba olanlara nostalji rüzgârı, aday ve aday adayı olanlara hayatlarının gelecek bölümünden ön izleme...
Başta aile yapısı, akrabalık, arkadaşlık ilişkileri üzerine olan gözlemleriyle kurduğu hikâyeleri yansıtmadaki başarısıyla kadın komedi yazarı ve oyuncusu olarak sadece 10 yıl içinde kendine ışıltılı bir kariyer inşa eden Gupse Özay'ın senaryosunu yazıp başrolünde olduğu 5'inci filmi.
Yönettiği filmlerde kendine özgü tarzıyla elde ettiği başarısıyla Gupse Özay gibi yine sadece 10 yılda kendine ışıltılı bir kariyer inşa eden Kıvanç Baruönü'nün yönettiği 8'inci filmi.
'Lohusa', Gupse Özay ile Kıvanç Baruönü'nün kariyerinin kesişme noktası olma özelliğine sahip. Her ikisinin de kariyerlerinin 10'uncu yıl çalışması.
Gupse Özay; sinemada senaristlik - oyunculuk kariyerine 2014'te 'Deliha' ile, Baruönü ise sinemada yönetmenlik kariyerine 2014'te 'Patron Mutlu Son İstiyor' ile başladı.
Her ikisinin yolu ilk olarak 2016'da 'Görümce'de kesişti.
İş birliğini, şimdi de 'Lohusa'da sergilediler.
'Lohusa'nın kendileri için kesişme noktalarından biri de filmdeki 'Burcu' ile 'Onur'un yaşadıklarının çoğunu yaşamış olmaları.
Gupse Özay, adından da anlaşılacağı gibi bir kadının lohusalık döneminde kendisinin, eşinin ve çevresindekilerin yaşadıklarını komedi türünde hikâye edindi. Kahkahaların arasında zaman zaman yanaklardan süzülen gözyaşları filme duygusal bir kimlik de kazandırdı.
Gupse Özay'a başrollerde Onur Gürçay, Hazal Türesan, Esra Ruşan, Servet Pandur, Feri Güler, Birsen Dürülü, Su Şanad, Elif Nur Kerkük, Alper Baytekin, Cihan Albayrak, Zerrin Nişancı, Ceren Morova, Kahraman Sivri, Özen Özkan, Ali Yasin Özegemen, Anıl Altınöz ve Feriha Eyüpoğlu’nun 'Lohusa', NuLook Production yapımı olarak Muzaffer Yıldırım'ın yapımcılığıyla gösterime girdi.
Gupse Özay ile Kıvanç Baruönü, Habertürk'ten Mehmet Çalışkan'a verdikleri röportajda 'Lohusa'nın hikâyesinin çıkış kaynağının ne olduğundan izleyicilere özellikle hangi duyguları yaşatmayı amaçladıklarına kadar birçok konuda açıklamada bulundu.
"HAYALİNE HİZMET EDEBİLMEYİ ÇOK İSTİYORUM"
• İlk filmlerinizin gösterime girmesinin 10'uncu yılındasınız. Bu özel yılı 'Lohusa' ile kutluyorsunuz. Neler hissediyorsunuz?
Gupse Özay... Onuncu senemiz miymiş? Şu an bana o kadar farkındalık yaşattın ki heyecanlandım. 10'uncu yılımızı bu güzel filmle kutlamak daha anlamlı oldu.
Kıvanç Baruönü... Bunu gerçekten bilmiyorduk. Gupse ile sürekli eski fotoğraflarımızı paylaşıyoruz. Ben çok yaşlanmışım, Gupse'ye "Sen hâlâ niye güzelsin?" diyorum. Demek on sene olmuş... Şimdi yüzü burada diye söylemiyorum. Gupse ile daha önce 'Görümce'yi çektik. Çalıştığım herkesi de çok seviyorum ama ben gerçekten Gupse ile kendimi çok rahat hissediyorum. Çünkü eleştiriye çok açık, çok akılcı ve aynı yere bakabiliyoruz. "Evet, sen haklıymışsın" diyebilen, istediği şeyde de direten biri... Beraber bir yemeği pişiriyor olmanın keyfi. 'Lohusa'nın hak ettiği ilgiyi görmesini çok istiyorum; kendim için değil, gerçekten partnerim, arkadaşım, oyuncum, senaristim olarak Gupse'nin hayaline hizmet edebilmeyi çok istiyorum.
Gupse Özay... Çok haklı. Senarist ve yönetmen arasındaki bu dostluk zor bulunan bir şey. Çünkü hep şu gizli egolar vardır: Senarist; "Ben çeksem daha iyi çekerdim" der. Yönetmen de "Ben yazsam daha iyi yazardım" der... Bu nettir ama biz öyle tatlı bir şey bulduk ki... Kıvanç, benimle; "Senarist burayı yazamamış" diye dalga geçiyor ve ben gülüyorum. Ya da ben; "Hocam, şu çerçeveyi neden baştan sona çekmedin?" diyorum. Birbirimize takılarak eğleniyoruz. Dolayısıyla kaygımız yok ve çok şeffaf ve tatlı bir birliktelik oluyor. Dostumla film çekiyormuşum gibi oluyor ve bu, çok eğlenceli. Bir de ikimiz de pozitif olmayı seviyoruz, sette kaostan beslenmiyoruz. Hatta birinin üzgün olduğunu görsek ikimiz de hastalanırız. İkimizin o pozitif enerjisi, çalışmaya çok güzel yansıyor. Ve ikimiz o enerjiyi koyunca daha da patlıyor.
Kıvanç Baruönü... Birbirimizi övüyor gibi oluyoruz ama Gupse'de şöyle bir durum var; ortak çalışmaya, herkesin enerjisine inanıyor. Film gösteriminde bile birisinin hakkı geçse, birisi biraz burulsa, kendisi ondan daha çok huzursuz oluyor. Hakkaniyetli olması, bana değerli geliyor. Belki de o yüzden yakın buluyorum. Ve maalesef, yıldız sinemasında bunlar kimi zaman unutulan, es geçilen şeyler oluyor. O yüzden bu kıymetli... Sadece bu yüzden bile saygı duyup yanında durmak bana doğru geliyor.
"GUPSE TOTEM YAPMIŞ"
• Seninle Gökçeada'da sohbet ederken "Keşke Gupse film çekse" diyordun...
Kıvanç Baruönü... 'Lohusa' aslında Gupse'nin hazırlandığı, cebinde olan bir hikâye değildi. Başka hikâyeler üzerinde çalışırken onu sürekli taciz ediyordum. Hatta; "Bak, başka işler geliyor, bir şey yazıyorsan bekleyeceğim" demişliğim var. O da "Kim boşsa onunla çalışacağım" diye totem yapmış. Sonra birden 'Lohusa' gelişti. Gupse, gerçekten beraber çalışmayı beklediğim bir senarist ve oyuncu.
"İÇİNE GİRMEN GEREKİYOR"
• 'Lohusa"nın ortaya çıkış hikâyesi nedir?
Gupse Özay... Benim hayalim iki film birden girmekti. Pandemi, hamilelik derken son filmin üzerinden dört sene geçince gaza geldim. Yazıyorum, olmuyor... Aklım sürekli çocuğumda, uyanıyor, ilgilenmek istiyorum. Bir de senaryo yazmak; "İki dakika yazayım, gideyim" şeklinde olmuyor. İçine girmen gerekiyor. "Eyvah, kariyerim bitti, yazamayacağım galiba" derken bunu yazdım. Çünkü daha hızlı yazabileceğim bir konuydu ve içinde bulunduğum için çok da malzemem vardı. Arkadaş grubumla da çok yakın tarihlerde doğum yapmıştık. "Bu lohusalıkta bir ekmek var" dedim. Kadınların bunu konuşmaya ihtiyacı vardı. Sonra Kıvanç'a, "Ben başka bir şey yazıyorum, hızlı yazıyorum, bakalım, hayırlısı" dedim. Enteresan bir şekilde hızlı bir vites attım. Öyle oldu. Daha kısa sürede yazdım ama sadece lohusalığı evde gösterseydik çok boğucu ve sıkıcı olurdu. Ona bir atraksiyon, biraz daha sosyalleşme veya heyecanlı bir olay örgüsü koymak gerekiyordu. O yüzden de gerçekten bunu yaşayan insanların olduğunu gördüm. Lohusalıkta asosyalliğin içine düşüyorsun ama bazı kadınlarda da "Ben lohusa da olsam, çocuk da doğursam, sosyalliğim devam eder" gibi bir ego oluyor. Filme bir de onu koyduk. Arkadaşının evlilik organizasyonu için; "Ben yaparım, ne olacak?" diyen bir kadın oluşturmuş olduk.
Kıvanç Baruönü... Filmin arkadaş ilişkileri üzerinden ilerleyen bir tarafı da var. Bu arada filmi ben hak ediyordum. Şöyle; "Bundan bir süre önce anneler günüydü ve ben hiç bilmeden Gupse'yi aradım, artık seneye seni arayıp anneler gününü kutlayalım" dedim. Meğer o zaman Gupse hamileymiş ve kimseye söylemiyormuş. "Sen nereden duydun?" dedi. Hissikablelvuku ile hissetmişim.
"FİLMDEKİ ADAM GİBİYDİM"
• 'Lohusa' için teklifi geldiği zaman nasıl bir çalışma içine girdin?
Kıvanç Baruönü... Aslında Gupse'nin filmlerinin hepsinde bunu yaşıyoruz. Senaryoyu okuduğunuzda onun enerjisini, oyunculuğunu, biliyorsanız, hatta senaryo yazarken bile kimi senaristler oyuncu düşünerek yazarlar, resmi görürsün. Ben senaryoyu okurken Gupse'nin ne yapacağını biliyordum ve çok emindim. Yazılandan daha komik bir film olacağından emindim. Yönetmen olarak da aslında bir filmin bir senaryonun içine kendini ne kadar dâhil edebilirsen o kadar sahipleniyorsun. Ben iki çocuk babasıyım ve gerçekten o lohusalık dönemini yaşadım. Evde kayınvalidem vardı, yardımcılar vardı, kalabalık, dört kadının olduğu bir yerde, bu filmdeki gibi; "Benlik bir şey yok" diyen bir adamdım. Aslında filmdeki adam, bana yabancı değil. Filmdeki 'Onur' karakteriydim. Çünkü zaten evde benim yapabileceğim işleri yapabilecek insanlar vardı ve ben de onlar; "Benden daha iyi yapar" diyerek elimden geleni yaptım ama senaryoyu okuduğumda aslında yaptığım şeyin karşı tarafa öyle geçmediğini görüp kendime çok yakın hissettiğim için de heyecanlandım.
"ONLAR NET OLARAK BENİM"
• Gupse, filmde ne kadar kendinden kesitler sundun?
Gupse Özay... Oranını bilmiyorum ama kaygılı halleri benim. Ben pimpirikli, paranoyak, korkak bir tipim. Onlar net olarak benim. Birebir yaşadım. O bebek beşiğinin yanında, "Eyvah şu mu olacak, bu mu olacak? dediği halleri benim halim. Devamlı bebekle uyku mücadelesini yaşayan halleri, benim. Kucağında uyurken, yatırınca elini karnına koyup çekememe sahneleri de direkt benim. Yardım isteyemeyen yine benim. Aslında benden çok var ama herkes özel bir annelik serüveni yaşadığı için ben daha çok ortak bir anne yaratmaya çalıştım. Benden de kesitler var ama tamamen ben değilim.
Kıvanç Baruönü... Filmin öyle bir yapısı var ki filmin içerisinde benim bile yaşadığım bir an var. Sette tabii ki bir hikayemiz vardı ama bütün herkesin sofraya bir şey koyduğu bir film oldu. Film içerisinde pek çok arkadaşım; "Biz de şöyle bir şey yapmıştık" dediğinde, Gupse, hemen senarist kalemiyle bir şeyleri değiştirdi. O yüzden de ortaya çıkan film genele hitap eden bir yapım oldu.
"KİMİSİ; AĞIR, KİMİSİ; TATLI ATLATIYOR"
• Örneğin doğuma giderken kapıdan çıkma anını bütün babalar yaşamıştır. Veya pusetle yaşanan imtihan...
Kıvanç Baruönü... O bebek arabası bir türlü açılmaz. Ben onu bir türlü açamıyordum. Açılsa da kapanmaz.
Gupse Özay... O bölümü filme Kıvanç koydu. "Gupse, bunu her erkek yaşıyor" dedi. Dediği çok doğru... İzleyen herkesin söylediği ortak cümle şuydu; "Ben, bunu yaşamıştım" O yüzden doğru noktalara bastığımızı hissediyorum.
Kıvanç Baruönü... Biraz filmden ipucu olacak ama ben şunu yaşadım: Doğumdan sonra bir anket doldurmak için geldiler. "Baba ismi nedir?" dediler, ben babamın ismini söyledim. Ben 45 sene boyunca baba ismi dendiğinde babamın ismini söylemişim. Orada da heyecandan mıdır, panikten midir nedir bilemiyorum ama kendi adım yerine babamın adını söyledim. Bunların hepsinin çok ortak duygular olduğunu görüyorsunuz. Bütün anneler, bütün babalar benzer durumları yaşıyor. Kimisi; ağır, kimisi; tatlı atlatıyor ama bugün dönüp baktığımızda hepimiz bunları gülümseyerek hatırlıyoruz. Bebek sahibi olmak, hayata birisini yetiştirmek, hazırlamak bence çok güzel bir dönem. Tabii bir yandan da sizin bütün ezberleriniz bozuluyor. O uyumlanma süreci çok zor.
"BİRBİRLERİNİ ÖPMELERİNİ İSTERİM"
• Filmi izleyenlerin salondan özellikle hangi duygularla çıkmasını umarsın? Ve özellikle neyin altını çizmek istedin?
Gupse Özay... Ben, barışçıl bir insanım. Bir problem yaşansa, kavga edenlerin ya da sorun yaşayanların barışıp birbirlerine sarılmasını seven bir insanım. Bu filmle de; "Az yardım ettin kocacığım" diyen bir kadına eşinin; "Haklısın karıcığım" demesini ve birbirlerini öpmelerini isterim. İkinci olarak; diğer annelerin başka annelere hava atma durumları varsa, bununla ilgili fark edişleri olsun isterim. Başlık olarak; salondan şeffaflık, dürüstlük ve yardımlaşma gibi duygularla çıkmalarını isterim. Bu yönde bir hayalim var.
Kıvanç Baruönü... Gupse'nin söylediklerine ilave olarak söyleyebileceklerim şunlar: Bir film, izleyicisi salondan çıktıktan sonra onunla beraber devam ediyorsa meselesini anlatmıştır. Filmi yapım aşamasında müzisyen arkadaşlarımıza izlettiriyoruz. Belirli focus gruplar yapıyoruz. Bu aşamaya gelene kadar filmi izleyenler var. Filmden çıktıktan sonra hepsinden; "Elinize sağlık, çok güzel olmuş. Ben de…" diye başlayan cümleler duyduk. Hepsi; "Ben de şunu yapmıştım. Bende de böyle olmuştu" dedi. Bu, bana çok kıymetli geliyor. Hikâyemiz ve karakterlerimiz izleyenle bir birliktelik sağlayabilmiş, cebine bir şey koymuş ya da dönüp kendi hayatını sorgulatmış, bir alışveriş yaşatmış. Bu, bana kıymetli geliyor... Film, bunu sağlayabilirse bence zaten ömrü de yolu da uzun olur.
"TÜYLERİM DİKEN DİKEN OLUYOR"
• 'Lohusa'nın anne - baba olanlara çok güzel bir nostalji rüzgarı estireceğini, aday olanlara da neler yaşayacakları konusunda ön izleme olacağını düşünüyorum...
Gupse Özay... Aslında eğitim gibi olacak.
Kıvanç Baruönü... Bu arada şöyle bir şey de oldu: Herkes; "Çok güldük" diyor. Sonra arkasından kendi lohusalığını anlatıyor. Anlattığı hikâyeler aslında acı hikâyeler ama bugün hepsine gülümseyerek bakıyoruz. Aslında bunların hepsi bizim için paylaşarak üstesinden gelinebilecek şeyler. O gün dibe savrulmaktansa, dile getir, yardım iste, paylaş... Bunların hepsi sonradan gülerek anılacak anılar oluyor.
Gupse Özay... Filmde biraz duygusal yerler de var. Çünkü hikâye ve performanslar gerçek. Her şeyi çok gerçek yapmaya çalıştık. Seviniyorum... Çünkü ağlatabiliyorsa veya duygulandırabiliyorsa, film, izleyicileri içine almıştır, kucaklamıştır. Şimdiye kadar izleyip de hiç duygulanmayan olmadı. Ben de çok duygulanıyorum. Arkadaşımın o sahnesinde tüylerim diken diken oluyor.
Kıvanç Baruönü... Çünkü o ana kadar karakterleri benimsiyorsunuz, seviyorsunuz. Kendilerini sevdiriyorlar. Filmdeki "Benlik bir şey yok ki" diyen kocanın bile aslında eşini sevdiği çok belli. Sadece ne yapacağını bilmiyor ve kaybolmuş. O yüzden de onları sevip sahiplendikten sonra filmdeki birtakım ters köşeler, siz kahkaha atarken birden burnunuzun direğini sızlatıyor. Onlara mı kendinize mi ağlıyorsunuz, bilmiyorum ama insan duygulanıyor.
"... DİYE PANİĞE GİRİYOR"
• Gupse, çok evhamlı, her şey benim kontrolüm altında olsun isteyen 'Burcu' karakterini canlandırdın. Genelde annelerde, "Ben her şeyi yaparım. Niye başkası yapsın?" düşüncesi var. Bu, toplumsal bir baskı mı yoksa kişiden kişiye değişiyor mu?
Gupse Özay... Bence içinde baskı da var, bir tık insansal bir ego da var. Otomobilin tekerleğini değiştirirken bile; "Yok, ben yaparım" diyen erkekler olduğu gibi kadınlarda da ise annelik konusunda; "Ben halledebilirim. Ben güçlü bir kadınım. Ben güçlü bir anneyim. Mükemmel bir anneyim" duygusu var. Baskı tarafı da şu: Önceki anneler; "Ben çok zorlandım, çok zor büyüttüm." lafını etmek zor olduğu için genelde; "Ben, kolay büyüttüm. Bir de bunu yapıyordum" laflarını o kadar çok ediyorlar ki karşı taraftaki anneler de; "Ben, o zaman zorlandığımı hiç söylemeyeyim ki altta kalmayayım" gibi bir duyguya giriyor. Sosyal medyada inanılmaz mükemmel anneler var. Her şeyi yapıyorlar. İzleyen bazı anneler, perişan bir halde; "Eyvah! Ben çok kötü bir anneyim herhalde" diye bir paniğe giriyor. Kesinlikle zor. Kolay olması mümkün değil. Bir can var ve sana benziyor, kocana benziyor. Sana muhtaç... O aşamada bunu çok hızlı ve hafif atlatıyor olmak o kadar kolay değil gibi geliyor.
Kıvanç Baruönü... Galiba bizde şöyle bir uyum da var; bu filmi bir kadın yönetmen çekse, senaryomuz yine çok güzel, oyuncularımız çok güzel, çok güzel bir film olurdu ama ikimiz, kadın ve erkek olarak, anne ve baba olarak farklı yerlerinden bakabildik. Az önce Gupse'yi dinlerken şunu düşündüm: Annelik içgüdüsel olarak zaten hamilelik sürecinde geliyor. "Sana muhtaç" diye anlatıyor. Aslında bir yetişkine ya da bakacak birine muhtaç. Babalıksa sonradan öğreniliyor. Bebek doğduğunda baba olmuyorsunuz. Bebekle göz göze geldiğinde, kokusunu duyduğunda, altını değiştirdiğinde, vakit geçirdiğinde baba olmaya başlıyorsun. Şimdi eşim duyunca "Neler diyor?" diyecek ama şimdi yeniden baba olsam, farklı olurdum. O yüzden anne zaten ondan vazgeçemeyeceğini ve herkesten iyi bakması gerektiğini, ona muhtaç olduğunu hissediyor. Babada öyle bir durum yok. "Zaten annesi var" diyor. Bu yanlış... Bu, zaman içerisinde kuşaktan kuşağa değişecek bir şey; bir anda olacak bir şey değil.
"ANNE DE AYNI PANİĞİ YAŞIYOR
• Kanımca babalar, çocuklarına bakmaktan erinmekten değil de; "Ben ne anlarım? Yardım edeyim derken bebeğe zarar veririm" endişesiyle de öyle davranıyorlar.
Kıvanç Baruönü... Tabii ki de... Benim iki çocuğum var ama bir kere bile altlarını değiştirmedim. "Çok özür dilerim, yapmadım ama yapamam, beceremem" diye kaçtım.
Gupse Özay... Anne de aynı paniği yaşıyor. Bakın izleyiciler, bunları görüyor musunuz? Kadın dediğin şey de panik olabilir. Ben mesela, çocuğumu banyo yaptırırken aklım çıkıyordu. İnanın bana herkes panik oluyor, herkes ürküyor.
Kıvanç Baruönü... Bu filmi bu yüzden çektik. Bu yüzden çekerken de çok ders aldım.
Gupse Özay... Filmde kocaların konuşma hakkı var. Orada tatlı bir mahkememiz var.
"YARDIM İSTEMEMİZİ BEKLEMEYİN"
• Babalara ve baba adaylarına özellikle bir şey söylemek istedin. Neler söylemek istedin?
Gupse Özay... Aslında önceki baba olanların bir günah çıkarmalarını isterim; eğer kendilerini eksik veya suçlu hissediyorlarsa... Çünkü kadınlar hamilelikteki ya da lohusalıktaki kötü anılarını unutmazlarmış. Dolayısıyla siz bunu itiraf ederseniz, bence bu güzel bir barışma olabilir. Anneler, sizinle ilgili kafalarında tuttukları o duygudan kurtulurlar. Bir de babalara ve baba adaylarına sesleniyorum, anne ne kadar; "İhtiyacım yok. Çok iyiyim" dese bile yardım etsinler. Bu şunun gibi: "Aç mısın aşkım, bir şey söyleyeyim mi?" derler. "Yok, değilim" dersin ama ona rağmen söylediğinizde de seviniriz. İşte öyle bir şey... Maalesef böyle bir durumumuz var. Yardım istememizi beklemeyin, onu zaten yapıyor olun. Bu zaten geçici bir süre; şaşkınlığımız, paniğimiz, fiziksel olarak yorgunluğumuz. Bence siz topa girin, anne her zaman minnettar olur.
"İNSAN DIŞI OLUYORUZ"
• Evet, lohusalık döneminde duygusallık yüksek seviyelerde olur...
Gupse Özay... Zaten progesteron hormonunun arştan normale gelmesi bile inanılmaz bir delilik hali oluşturuyor. Bir de üstüne uykusuzluk ve panik gelince, insan dışı oluyoruz.
"ORASI, HEPİMİZİN ACEMİ OLDUĞU BİR YER"
• Bebeklerini uyuttuktan sonra birbirlerine sarılıp ağlayan anne - babalar biliyorum.
Kıvanç Baruönü... Uyuduktan sonra ben de filmdeki gibi kaşıkla, nefes alıyor mu diye baktım. Uyutmak ayrı dert. Uyuduktan sonra da "Eyvah! Bir şey mi oldu?" korkusu oluyor. Orası hepimizin acemi olduğu bir yer.
Gupse Özay... Filmde de aynı. Herkeste aynı mı, bilmiyorum ama uyutmak çok zordu. Bebekler inat ediyor da olabilirler. Çok değişik bir süreç.
Kıvanç Baruönü... Bu arada, uyutmayla ilgili filmde bir sahne var hatta onu fragmanda da kullandık. Senaryoda; "Bebeği uyutmaya çalışırlar" diye yazıyor ama ekipten birisi; "Biz şöyle yapardık" diyor ve ona göre ilerliyoruz. Filmdeki anne - babanın, bebeği uyuttuktan sonra sarıldıkları bir an var, onu doğaçlama olarak orada, zaten bu durum yaşanıyormuş diye kendileri yaptılar.
Gupse Özay... O uyutma serüveniyle ilgili herkesin bir malzemesi var. Şunu hatırlıyorum; biz de Barış ile bir kere çocuğu çarşafla sallıyorduk. "Barış, kafası sana gelsin, daha ağır. Ayak hafif herkes sallar" dedim. Şimdi düşününce aslında çok eğlenceli bir süreç.
"ORTAK BİR KOCA ÜRETTİK"
• İlk bakışta bir kadın filmi gibi görünse de aslında erkek filmi de...
Gupse Özay... Evet, aynen öyle.
Kıvanç Baruönü... Kadınların çoğu zaten bu duruma aşina. Çocuğu olanlar yaşamış ya da ailede başka bir anne varsa algıda seçicilik olarak zaten biliyorlar. Ben çekerken öyle hissettim; bence film daha çok erkeğe konuşan ve sadece lohusalık değil, ilişkiler üzerine de bir film.
Gupse Özay... Gerçekten her anneyi konuşturmaya çalıştık. Her anneye benzeyen bir anne yapmak istedik. Koca konusunda da ortak bir koca ürettik.
"HEPSİNİ SEVİYORUZ"
• Kocanın arkadaşları olsun, kadının arkadaşları olsun, sosyal medya fenomeni ve diğer yan karakterler olsun, toplumun panoramasını yansıtmışsın...
Gupse Özay... Evet, öyle oldu. Seviyoruz biz, hiçbir karakterimizden vazgeçemiyoruz. Hepsini seviyoruz. Gerçek buluyoruz... Bir de şansımıza çok iyi oyuncularla çalıştık. Hepsi de sevdiler ve gerçekten çok sıcacık oynadılar.
Kıvanç Baruönü.. Herkes kendinden ve yüreğinden bir şey koydu. Ben filmi izlerken baktığımda 'Onur'dan başkasını 'Burcu'nun eşi olarak düşünemiyorum. Gerçekten oymuş zaten... O yüzden de bizlere çok inandırıcı ve çok gerçek geliyor. 'Onur'u canlandıran Onur Gürçay henüz baba değil ama kimi sahnelerdeki repliklerini söylerken bile; "Gerçekten bu mu olacak?" diye tedirgin oldu.
• Böyle bir filmde rol aldıktan sonra kanımca Onur, çok iyi bir baba olacaktır...
Gupse Özay... Bence de...
Kıvanç Baruönü... Artık bu dersten sonra olsun zaten.
"ÖNCEDEN BÖYLE DEĞİLDİM"
• Anne olduktan sonra dünya görüşünde ve yaşamında radikal değişiklikler oldu mu?
Gupse Özay... Radikal değil ama bazı noktalarda yumuşamalarım oldu. Yumuşamam ne demek? Biraz daha panik olmamam gerektiğini anladım. Çünkü bu korkuyla bir çocuğun da hayatını zindan edebilirim. "Gitme, çıkma, yeme, etme" gibi şeyleri fazla yaptığımı fark ettim. Onları şimdi yumuşatmaya başladım. Katı tarafım da daha kolay "Hayır" diyorum. Daha çok kendimi sakınabiliyorum. Yani normalde ayıp olmasın diye her istemediğim şeyi yapabilen biriydim. İnsan seviyorum ama çocuğumdan sonra. Çünkü o vakti veya eforu çocuğumdan alıyor. "Kızımın vaktinden alıyorsunuz, yapamam" diyorum. Önceden böyle değildim.
"BENDE DE DEĞİŞİMLER OLMUŞTUR"
• Bir de kendi sağlığına ve hayatına da daha dikkat ediyorsun değil mi?
Gupse Özay... Normalde başkalarını daha çok düşünen bir insanım ama şimdi "Hasta olursam, çocuğumun annesi hasta olmuş olacak" diye düşünüp kendimi biraz daha düşünüyor oluşum başladı.
Kıvanç Baruönü... Tabii ki bende de değişimler olmuştur ama erkeklerde şöyle bir şey oluyor: Üzerinde başka bir sorumluluk hissetmeye başlıyorsun. İster istemez, o sorumluluğun getirdiği bir korku oluyor. Dünyaya bir can getiriyorsun ve onun belli bir yere kadar üzerinde bir sorumluluğu oluyor. Bu durum bende işle ilgili birtakım motivasyonlar ve kaygılar yarattı. Lohusalık sürecinde tabii ki hormonal olarak kadınların yaşadığı şey bambaşka ama erkek de aslında içinde dile getirilmeyen başka travmalar yaşıyor. Günümüz dünyasında; "Bu tek senin sorumluluğun mu? Biz bir aileyiz" gibi bir anlayış var ama yine de ben 54 yaşında bir adamım ve birtakım gelenekler nedeniyle de ister - istemez aileye karşı bir sorumluluğum var. Bu kaygılar erkeğin de kimyasını bozuyor. Her ne kadar eskiyi korumaya çalışsan bile, o sırada yaşadığın kaygılar ve endişeler belki bazı şeyleri ihmal etmene sebep oluyor ama insan karısına bir kez daha âşık oluyor. Çünkü sevdiğin, hayatı paylaştığın birisinden bir çocuğun oluyor. Bu çok değerli... Bir yerde de o endişeler ve korkular nedeniyle uzaklaşabiliyorsun. Burada da yine filme dönüyoruz. O nedenle aslında en önemli şey; konuşmak. Bu arada, Barış'ta nasıl bir değişiklik oldu?
Gupse Özay... Barış'ta hissettiğim tek değişim; daha kaygılı olmasıydı.
Kıvanç Baruönü... Bana kalsa, çocuklarım yürüyemezdi bile... Çünkü emeklerken bir yer sererdim ve oradan çıkmasınlar isterdim ama bu çocuk, düşe kalka öğrenecek, böyle yürüyecek. Eşim de sürekli, "Çarpacaksa çarpacak" derdi. Ben de "Baba olarak çarpmasın diye oradayım" derdim. O yüzden Barış'taki o kaygıyı anlıyorum.
"İNSANIN YARIŞI KENDİSİYLE OLUYOR"
• Gupse, kariyerindeki filmlerin en önemli özelliklerinden biri de her yeni filmin bir öncekinden daha çok izlenmesi. Bu sana ne ifade ediyor? Bir baskı oluşturuyor mu?
Gupse Özay... Baskı oluşturmuyor ama hedefim bu aslında. Bir birim bile ilerlese çok sevinirim. Bu durum bende, "Yazdığım şey demek ki daha çok seviliyor, bu yazdığımı daha çok benimsediler, izleyiciler bana alıştı, doğru yoldayım" gibi duygular yaratıyor.
Kıvanç Baruönü... Gişe, dünyanın birçok yerinde sadece filmin iyiliği ya da kötülüğüyle ilgili değil. Siyasi konjonktür, ekonomik yapı ya da toplumsal birtakım çalkantılar bile ne kadar iyi olursa olsun, filminizi bir anda hiç beklemediğiniz bir yere götürebilir. Burada insanın yarışı kendisiyle oluyor. Ben montaj bittikten sonra filmi evde yalnız izlemek istedim. Filmi Gupse'ye de gönderdik. Arkasından ben bir yerde oturdum, telefonun çalmasını bekliyorum; "Gupse ne diyecek?" diye... Bir hayali var ama bitmiş hali ne olacak? Orada kendi adıma şöyle bir şey hissettim: Biz gerçekten iyi niyetle iyi bir şey yapmaya çalıştık. Öncelikle ben bunu namusla yaptım ve o dönem yapabileceğim her şeyi yaptım huzuruyla bakıyor olmak çok önemli. Tabii ki filmin gişesi yapımcıyı da beni ve Gupse'yi de ilgilendiriyor ama baktığınızda tarihe bir şey bıraktım ve on sene sonra izlediğimde de utanmayacağım, arkasında duracağım bir iş oldu. Gişe kısmı çok bilinmez maalesef. Ben kendi filmini yapan bir yönetmen de olduğum için sonuçta birileri size güveniyor ve size bir şey emanet ediyor ve onların parasıyla bir şey yapıyorsunuz. Biraz da benim taşralılığımdan mıdır, yetiştirilmemden midir bilmiyorum ama bana güvenenleri yarı yolda bırakmak istemediğim için de sürekli bir hırsla daha iyisi olsun istiyorum.
"İNŞALLAH BIRAKTIĞMIZ YERDEN BAŞLARIZ"
• 'Her iyiden daha iyi olan bir iyi mutlaka vardır' felsefesinden yola çıkarsak doğru olan da zaten bir öncekinden daha iyisine ulaşmak değil midir? Sonuçta gelişme böyle yaşanır ama dediğin gibi bir film ne kadar iyi olursa olsun gişesi birçok dış etkenden etkilenir.
Kıvanç Baruönü... Evet, 'Eltilerin Savaşı' çok iyi giderken pandemi patladı, tüm dünyada ve Türkiye'de sinemalar kapandı. Filmin önü daha çok açıktı ama maalesef pandemide evlere kapanınca, salonlar kapanınca ve sonrasında da yaşadığımız çok acı olaylar arkasından gelince, ekonomik kriz, dünyadaki savaşlar derken sinemadan el ayak çekildi. İnşallah, biz 2024'te 'Lohusa'yla bıraktığımız yerden devam ederiz.
"OYUNCU OLAMAYINCA YÖNETMEN OLDUM"
• Kıvanç, kariyerine aslında oyunculukla başladın ama vazgeçip oyunculuğa yöneldin. Neden?
Kıvanç Baruönü... Dünyada çok meşhur, daha çok konser videoları çeken bir yönetmen var. Onun bir röportajına denk gelmiştim. Ben ilkokul, ortaokul ve üniversite yıllarımda hep tiyatroyla haşır neşir birisiydim. O röportajda adam şöyle anlatmış; "Sahnede olmak istemiş, şarkıcı olmak istemiş, gitarist olmak istemiş ama becerememiş. Sonra; "Sahnede olamıyorsam, en iyi şey sahnedeki adamı yönetmek" diyerek konser videoları çekmeye başlamış. Ben de galiba oyunculuk hevesimde istediğim yerlere gelemeyeceğimi görünce yönetmenliğe geçtim.
Gupse Özay... Ama ruhunda yönetmek var. ..Yönetmenmiş zaten. Bu kadar kolay ve güzel yönetim yapabiliyorsa demek ki içinde varmış.
Kıvanç Baruönü... Rahmetli Savaş Ay ile 'Dansöz'ü çekmiştik. Sonra prodüksiyon tasarımcısı olarak 'Kelebeğin Rüyası'... Ondan sonra da BKM ile bir yol açıldı. 'Patron Mutlu Son İstiyor', 'Kocan Kadar Konuş' gibi işlerle de devam etti ama öncesinde zaten reklam yönetmenliği yapıyordum. Daha öncesinde de klip yönetmenliği yapıyordum. Aslında bu işlerin hepsinin, bu sektörde adım adım bir şekilde bana faydası oldu. Şu an geldiğim yerden de mutluyum. Kendimi çok şanslı görüyorum. Yaptığım işten mutluyum.
"ZAMAN İÇİNDE KOMEDİ FİLMLERİ FESTİVALLERDE DE ÖNEMSENECEK"
• Gupse, senin filmlerin çok beğeniliyor ama komedi türünde olduğu için film festivallerinde aday gösterilmiyor. Keza sen senarist ve oyuncu olarak aday gösterilmiyorsun. Keza Kıvanç da öyle... Ve mesele, filmin meselesi olmasıysa senin filmlerinin de meselesi var. Bu durum haksızlık değil mi? Üzülmüyor musun?
Gupse Özay... Şöyle empati yapıyorum: Komedi filmleri eskiden, çok izlensin diye, dramaturji olarak veya oyunculuk olarak biraz özenli olmuyordu. Belki komedi filmleri, öyle bir alışkanlıkla; "Bunu biz değerlendirmeyelim bile" gibi bir kafaya çekilmiş olabilir ama aslında orası öyle değil.
Kıvanç Baruönü... Az önce Onur ile kuliste aynı konuyu konuştuk. Seninle bu filmi, üç saat daha otursak konuşabiliriz. Ben filmin bir cümlesi olduğuna inanıyorum. Bu filmin söyleyecek bir sözü var, bir meselesi var. Bütün oyuncu arkadaşlarım için çok alnım açık söyleyebilirim ki çok iyi oyunculuklar var. Baktığımızda 'Arthouse' dediğimiz sinemanın da hepsi çok iyi değil, ticari sinemanın da hepsi çok iyi değil. Ben bu duruma sonuna kadar katılıyorum ama bu, bakış açısıyla ilgili bir şey. Ticari, popüler kültür ve daha çok popüler insanların rol aldığı filmler diye biraz hafife alındığını, aslında iyileri yapıldıkça zaman içerisinde önemseneceğini düşünüyorum.
• Festivallerin halk için yapıldığı söylenip durulur. O halde halkın çok sevdiği filmler neden orada olmaz? Bana oldum olası tuhaf gelmiştir...
Kıvanç Baruönü... Aynı şeyi tiyatro için de söyleyebiliriz. Son yıllarda Türkiye'de tiyatro pandemiye rağmen çok seyirci bulmaya başladı. Baktığınızda sahnede pek çok ünlü yüzü görüyorsunuz ve çok iyi performanslar sergiliyorlar ama o salonlar biraz da onların bilinirliğiyle doluyor. Bu karşılıklı bir alışveriş o yüzden de inşallah zaman içerisinde değişir. Böyle düşünüyor olmana çok sevindim.
"DAHA GERÇEK BİR YERDEN ALIYOR"
• Filmle ilgili başka neler söylemek istersiniz?
Gupse Özay... Bir sürü başlık var. Ben komedinin içinde olmaktan, yazmaktan, oynamaktan ve izlemekten çok hoşlanan bir insanım.
Kıvanç Baruönü... Gupse'nin de kalemi zaman içerisinde değişiyor; bu durum belki anne olmakla alakalı belki de yaş almakla ve tecrübeyle alakalı. Yine karakter komedilerine devam edecektir ama bence bu film diğer filmlerine göre, yönetmen gözüyle baktığımda başka bir yerde duruyor. Daha durum komedisi ve temelini başka bir yerden alıyor, daha gerçek bir yerden alıyor. Bence bu bakımdan da farklı bir film.
Gupse Özay... Aslında; "Deneme yapıyorum" da diyebiliriz. Ben dramdan hiç hoşlanmayan, yazmayan, oynamayan bir insanım ama bu filmde bir selam verişimiz var. Ben karakter komedisinden çok zevk alıyorum, aşırı derecede eğleniyorum ama karakter komedisini tür olarak çocuklarla daha coşturabileceğimi hissettiğim için sanki karakter komedisini çocuklara uygun hale getirmeyi seveceğim. Çünkü 'Deliha 2'de bunu denemiştim. Dramatürji olarak da çocuklara çok uygundu ama bu gerçeğe yakınlığı da çok sevdim. İzleyicideki karşılığını bilmiyorum. Sinema yaparken, maliyet çıkartmak adına, hiç izlenmese de olur, durumu yok. Öyle bir lüks yok. Ben tabii ki de izlensin isterim ki ben yeni bir şeyler yazabileyim. Dolayısıyla bu filmi izleyen herkesin çok seveceğini düşünüyorum. "İzlenmese de olur" ya da "Ne kadar gişe yapmış?" yerine, "İzleyen herkes sevdi mi?" kısmını daha çok önemseyeceğimi hissediyorum. Belki bu filmle duygusal olarak da bir bağım olduğu için böyle ama genel olarak heyecanlıyım.
"HEP DELİ ROLLERİ GELDİ"
• Komedi dışında başka türlerde de senaryolar yazacaksın gibi hissediyorum.
Gupse Özay... İnan, ben de öyle hissediyorum. "Hayır" desem bile beni tanıyanlar da öyle söylüyorlar.
Kıvanç Baruönü... Dostluğumuza dayanarak soruyorum: Sana daha çok ne tarz teklifler geliyor?
Gupse Özay... Bana komedi dışında gelen tekliflerin hepsi, tesadüfen, deli rolüydü. Gerçekten abartmıyorum. Ağırlıklı olarak deli rolleri geldi. Bu arada, beğenmediğimden dolayı değil... "Performans olarak komediyi daha çok seviyorum" deyip tüydüm. Çok da iyi filmlerdi ama sürekli deli rolü geliyordu. Deli rolü yapmam diye değil, normalde de şu an gerçeğe yakın bir performans yapamam. Komedide bazen bazı sahnelerde selam verebiliyorum ama kendimi o durumda o kadar güçlü bulmuyorum. Sadece tesadüfen bu rollerin böyle gelişi beni güldürüyor. Keşke oynayabilsem. Hepsi çok iyi işlerdi.
"İYİ İNSANLARLA ÇALIŞTIK"
• Bebekle çalışmanın keyifli yanları çoktur ama zor yanları da vardır değil mi?
Kıvanç Baruönü... Sette tabii ki gerekli önlemleri alıyorduk; set azaltılıyordu, herkes maskeyle çalışıyordu. Çünkü bizim filmimizdeki Güneş bebeğimiz, setin ilk gününde neredeyse 10 - 15 günlüktü. Mizansen kuruluyordu ve bebek öyle geliyordu. Sonra da çekip hemen bebeği tekrar güvenli bir yere alıyorduk. O geldiği anda sette birden sesler azalıyordu, hareketler azalıyordu, bütün ekip sette bir bebeğin olduğunun farkındaydı. Gupse zaten bebeği kucağına almadan önce ellerini ısıtıyor. Yatağa koyacaksa yatağı ısıtıyorlar. Ben monitör başındayken bakıp, "İyi insanlarla çalışıyoruz" dedim.
Gupse Özay... Evet ama şöyle itiraf edeyim; bana uygun bir şey değilmiş. Ben bunu anladım. Ben bundan sonra bebekle oynayamam. İkimiz de o kadar hassasız ki... "Uykusu mu var, acıktı mı, yoruldu mu" derken benim sinirlerim biraz bozulmaya başlıyordu. Aslında on dakika kalıyordu ve gidiyordu. Bebek giderken bile, annesi; mamasını verdi mi, uyuttu mu diye endişeleniyordum. Böyle enteresan bir şekilde kendimi bebeklerle bağlı hissediyorum. Bir de yeni anne olduğum için neredeyse çocukları annelerine vermeyesim geldi. O yüzden de bunu bir daha sette yaşamak istemem. Aslında kötü bir şey de yaşamadık, çok tatlıydı, mükemmeldi.
Kıvanç Baruönü... Ama Gupse, sahneye girmeden, kendi sahnesini düşünüp kurmaktansa on beş günlük bir bebek var ve onunla konuşuyordu. Bebek anlamıyor ama kendini daha çok güvende ve huzurlu hissetsin diye konuşuyordu.
Gupse Özay... Bebek daha ön planda olduğu için oyunculuğumu unutuyorum. O yüzden de biz filmde gerçek bebeğe çok başvurmadık. Kıvanç hoca o kadar güzel bir matematik yaptı ki... Bir planda gerçek bebeği görsek, devamında aslında çok gerçeğe yakın ama gerçek olmayan bebekle idare ettik. Bizim filmimizde hiçbir bebek zarar görmemiştir, yorulmamıştır. Gerçekten dikkatli bir ekiptik.