Aslına bakarsanız, Orta Dünya (Middle-earth) diye anılması daha doğru olacak bir seri veya evren duruyor karşımızda. Ama belli ki, Orta Dünya tarihinin farklı dönemlerinde geçecek her yeni dizi veya film, Yüzüklerin Efendisi üst başlığıyla karşımıza gelecek bundan böyle... “Yüzüklerin Efendisi: Rohirrim’in Savaşı” (The Lord of the Rings: The War of the Rohirrim) da bunlardan biri…
1978’de animasyon olarak gerçekleştirilen ve pek beğenilmeyen ilk uyarlamayı dışarıda tutarsak, “Rohirrim’in Savaşı”, Peter Jackson’ın 2001 tarihli “Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği” ile başlayan serinin 7’nci sinema filmi…
Olaylar, ilk üçlemenin 183 yıl öncesinde geçiyor. Seriyi takip edenlerin kendilerini ilk iki üçlemeden çok kopuk hissetmemesi için özellikle finale doğru, olayları ilk 6 filme bağlayan bazı isimler ve detaylar çıkıyor karşımıza. Ama işin doğrusu, Orta Dünya’yı yakından tanımayanların Yüzüklerin Efendisi deyince aklına gelebilecek çoğu şeyin hayli uzağındayız.
2001’de başlayan serinin ilk animasyon sinema filmi olarak tasarlanan proje için yıllar içinde birçok farklı hikâye üzerinde çalışıldığını biliyoruz. Sonunda yapımcı Philippa Boyens’in yönlendirmesiyle önceki filmleri seyredenlerin hatırlayabileceği Rohan Krallığı’nda geçecek bir senaryo üzerinde fikir birliğine varıldığını da... J.R.R Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesini geçmişe doğru derinleştirmek için yazdığı ek metinlerin “Eorl Hanedanı” kısmında sözünü ettiği, Rohan Kralı Helm Hammerhand’ın (Miğfer Tokmakel) hikâyesinden yola çıkılıyor.
Söz konusu kısmı okuduğumuzda, Tolkien’in kral ve iki oğlu Haleth ve Hama’nın başına gelenleri anlattığını ama ismini dahi vermediği kızının neler yaşadığını belirsiz bıraktığını görüyoruz. Film ise Helm’in kızını ana karakter haline getirerek Tolkien’in özetlediği tarihi olayları detaylandırıyor. Özetle, tıpkı televizyon dizisinde olduğu gibi Tolkien’in metinlerinden çıkarılan ipuçlarını temel alan yeni bir hikâye inşa ediliyor.
Hikâyeyi, karakterleri ve temaları değerlendirmeden önce filmin görsel tasarımından söz etmek gerektiğini düşünüyorum. Daha en baştan, Ralph Bakshi’nin yönettiği 1978 yapımı animasyonun grafik dünyasından tümüyle uzak durmak istenildiği belli oluyor. “Rohirrim’in Savaşı” yapımcılar tarafından en başından itibaren bir “anime”, yani Japon tarzında animasyon olarak tasarlanıyor. O yüzden filmin yönetmenliği, animeleriyle tanınan Japon sinemacı Kenji Kamiyama’ya teslim ediliyor. Öte yandan, hikâyenin dümeninin tümüyle Kamiyama’ya bırakılmadığı ortada. Çünkü niyetleri, anime yapmak değil, “anime görünümlü bir Orta Dünya hikâyesi” anlatmak…
Kamiyama, Jackson ve ekibinin önceki filmlerde tasarladığı görsel dünyadan tümüyle kopmayan, gerçekçi bir arka plan görüntüsü kuruyor. Açılış sahnesindeki karlı dağlarla başlayan, doğayı ve iç mekânları detaylı olarak işleyen gerçekçi arka planların önünde ise animelerden çıkıp gelmiş gibi duran ve “retro” duygusu veren çizgi karakterler var. İşte tam bu noktada, Jackson’ın önceki 6 filminden ayrışan bir görsel tasarım bekliyor bizi. Kendi adıma, görsel konseptin iyi işlediğini düşünüyor ve “Rohirrim’in Savaşı”nın her yaş kesimini yakalayabilecek bir animasyon olduğuna inanıyorum.
Filmin ortalarına doğru geniş ölçekli savaş sahneleri seyrediyoruz kuşkusuz. Kamiyama, kış mevsiminde geçen ikinci yarıda ise daha karanlık, klostrofobik ve gizemli bir işgal filmiyle baş başa bırakıyor bizi.
Kamiyama, filmin başlarında Hèra’nın (Gaia Wise) özgürlük duygusunu ve kişiliğini yansıtan imgelerle çıkıyor karşımıza. Açık arazide doğanın içinde atını koşturan Hèra’nın hiçbir konuda erkeklerden aşağı kalmadığını, hatta binicilik ve kılıç dövüşünde onlardan daha iyi olduğunu gözlemliyoruz. Öte yandan, sarayın ve kraliyet geleneklerinin Hèra’nın özgürlüğünü kısıtladığı belli. Ailesine ve halkına somut bir sevgiyle bağlı. Erkeklerin soyut değerleriyle, feodalizmle, hiyerarşiyle pek bir ilgisi olmadığı açık…
Hèra, Tolkien kahramanından ziyade her şeyiyle bir 21. Yüzyıl karakteri… Halkını korumak için elinden geleni yapmaya hazır bir savaşçı ama insanların hayat hakkını savunan bir savaş karşıtı aynı zamanda… Babası Helm (Brian Cox) onu hep koruması gereken kız evladı olarak görüyor; günü geldiğinde evlendirmek istiyor. Hèra ise özgürlüğünü kaybetmesine neden olacak bir feodal düzen evliliğine karşı. Film ilerledikçe, hiçbir iddiası olmadığı liderlik konusunda Hèra’nın çevresindeki erkeklerden daha iyi olduğunu fark ediyoruz. Zekâsı, strateji becerileri bir yana, ikinci yarıda iradesiyle hepsinden daha güçlü olduğunu gösteriyor bize. Üstelik erkek gibi olmak veya sert görünmek için uğraşmıyor. Sevgi ve merhamet dolu iyi kalpli biri olduğunu hiç saklamıyor. Hèra’nın önceliği, en başından itibaren barışı bozmamak ama babası ve Wulf (Luca Pasqualino) onu hiç dinlemiyor. İlk üçlemede Miranda Otto’nun oynadığı karakterin ismini, sesini ve kişilik özelliklerini alan, filmin anlatıcılığını da yapan Eowyn ile Hèra’nın kader birliği ve hiç bitmeyen yol arkadaşlıklarını da unutmamamız gerek.
Filmin bütününe baktığımızda, sorunların kökeninde hep erkeklerin kibrini görüyoruz. Mesela, densizliğiyle savaşı başlatan ilk kıvılcımı çakan Wulf’un babası Lord Freca, güç sarhoşluğuna kapılmış bir karakter. Elindekiyle yetinmeyen açgözlü biri olması, barışı bozuyor. Hèra’nın babası cesur ve mert savaşçı Rohan Kralı’nın da sorunların büyümesinde, savaşın çıkmasında azımsanmayacak bir rolü var. Her koşulda iktidarı temsil etmek isteyen, eleştiriye tahammülü olmayan ve fiziksel güç gösterisini seven bir kral Helm Hammerhand. Shakespeare’in Kral Lear’ini hatırlatan bir yanı da var. İyi bir kral olamadığını, savaş sırasında birçok yanlış karar verdiğini gözlemliyoruz. Héra ile evlenmek isteyen genç Wulf da kibrinin ve öfkesinin esiri bir karakter. Onu ilk tanıdığımızda, Hèra ile çocukluk arkadaşı olması nedeniyle babasına benzemeyeceğini umut ediyoruz. Yaşadığı değişim nerdeyse tüm hikâyeyi şekillendiriyor ama Wulf, ne yazık ki derinlikli bir karakter olamıyor, yüzeysel kalıyor.
Hatalarının ve kibrinin bedelini çok ağır ödeyen Rohan Kralı’nı bir yana koyarsak, iyiler ile kötüler arasında çok net çizgiler çekildiğini ve bunun da filmin lehine işlemediğini düşünüyorum. Evet, Hèra erkekliğin kibri karşısında sağduyuyu temsil eden bir karakter. Ama günümüz sinemasında gördüğümüz bunca güçlü kadın aksiyon kahramanının arasında Eowyn ile birlikte çok dikkat çekici bir ikili olduklarını söylemek zor.
Görkemli savaş ve aksiyon sahneleri kadar karakterler arasındaki ilişkilere odaklanılması fikrini sevdim ve filmi baştan sona ilgiyle seyrettim. Ama bir fantezi macera olarak hafızamda derin iz bırakacağını sanmıyorum.
Star Wars adıyla çekilen her şeyi George Lucas’ın ilk üçlemesiyle karşılaştıran fanatik hayranlar gibi burada da sadece Tolkien’in özgün metinlerinden uyarlanacak işleri beğenecek bir kesim mutlaka olacaktır. Seriyi başlatan eserlerin referans alınmasının kaçınılmaz olduğuna inansam da muhafazakâr olmamak ve yenilikten yana durmak gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde, hiçbir seri bir yere gitmez, olduğu noktada sayar.
Dolayısıyla, “Rohirrim’in Savaşı”nın, Tolkien’de olmayan Hèra karakteriyle 21. Yüzyıl anaakım sinemasının konvansiyonlarına bağlanmasına hiç itiraz etmiyorum. Önceki üçlemelerden farklı hikâye formatına da kesinlikle karşı değilim. Asıl sorunun, serinin önceki örneklerindeki gibi bir fantezi dünyası kurulamaması olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, Orta Dünya ve Tolkien ruhu da yok filmde.
Hobbit’lerin görünmemesine hiçbir itirazım yok. İlk iki üçlemede olayların merkezinde yer alan Hobbitlerin burada tümüyle sahnenin dışında kalmasının doğru karar olduğunu düşünüyorum aslında. Çünkü Hobbit’ler Orta Dünya’daki başka canlılarla kaynaşma konusunda çok isteksiz bir halktır. Savaş şiddet nedir bilmeden herkesten uzakta yaşamlarını sürdürmek isterler. Bu savaşta da gerçekten hiçbir işleri yok. Ama sadece Hobbit’ler değil; cüceler, elfler ve entler de yok filmde. Orklar şöyle bir görünüp kayboluyorlar. Büyücüler varla yok arasındalar. Hikâye nedeniyle ortada olmadıklarının farkındayım. Ama Orta Dünya’yı Orta Dünya yapan asıl özelliği, insanların orada yaşayan halklardan sadece biri olması değil midir? Bana sorarsanız, önceki üçlemelere ruhunu veren temel özelliklerden biri, Orta Dünya halkları arasındaki etkileşim ve o etkileşimden çıkan hikâyelerdir. “Rohirrim’in Savaşı” ise insanlar arasındaki savaşı anlatarak Orta Dünya’nın kültürel zenginliğinden en baştan kopuyor. Başta gördüğümüz dev kartal, göldeki canavar ve file benzeyen “mûmakil”lerle de Orta Dünya ruhu yakalamanız kolay olmuyor.
6/10