“Bir Salyangozun Anıları”nı (Memoir of a Snail) yazan ve yöneten Adam Elliot, Avustralyalı bir sinemacı… 1990’ların ikinci yarısından itibaren önemli festivallere seçilen ve ödüller kazanan kısa filmleriyle tanındı. 2004 yılında “Harvie Krumpet” ile En İyi Kısa Animasyon dalında Oscar’a layık görüldü. 2009’da tamamladığı ilk uzun konulu filmi “Mary and Max.”, dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yaptı ve aldığı olumlu eleştirilerin yanı sıra kazandığı ödüllerle dikkat çekti.
1972 doğumlu Adam Elliot, sadece kendi yazdığı projelere odaklanan, filmlerini el emeği göz nuru ile çeken bir sinemacı… “Mary and Max.”i 5 yılda, “Bir Salyangozun Anıları”nı ise yaklaşık 8 yılda tamamladı. Filmlerinin bu kadar çok vakit almasının nedeni, bilgisayar kökenli görüntülerden (CGI) uzak durması ve eski usul stop-motion animasyon tekniklerine bağlı kalması… Kaldı ki, filmlerini seyrettiğinizde kurduğu görsel dünyanın “retro” bir hava taşıdığını görmeniz olası. Filmde gördüğünüz her şey el yapımı ve Elliot, post prodüksiyonu değil, sette gerçekleştirdiği kamera çekimini temel alan bir animasyon sanatçısı…
Elliot, kendi tarzını İngilizcedeki “clay” (kil) ve “biography” (biyografi) sözcüklerini birleştirdiği “clayography” kelimesiyle tanımlıyor. Kilden yapılma figürlerle gerçekleştirilen stop-motion filmler için kullanılan “claymation”dan esinlendiğini tahmin etmek zor değil. Filmlerinde kuşkusuz biyografi de önemli bir unsur. Çünkü genellikle kendisinin ve ailesinin gerçek hikâyelerinden yola çıktığını saklamıyor. Ayrıca, “Bir Salyangozun Anıları”nda olduğu gibi filmlerini karakterlerin yaşam öyküsü olarak kurmayı tercih ediyor.
Yetim kalan ikiz kardeşlerin yaşam öyküsünü anlatan “Bir Salyangozun Anıları”nın önceki filmleri kadar özyaşamsal nitelik taşımadığı kesin. Ama ana karakter Grace Pudel’ın, stop-motion animasyon filmler çekme arzusu, hikâyeyi bir şekilde yine Adam Elliot’ın hayatına bağlıyor. Ayrıca Grace’in babadan kalma 16mm Bolex kamerasını unutmamak gerek. Elliot’ın, ilk kısa filmlerini dijital kameralara hiç başvurmadan aynı kamerayla çektiği bilinen bir gerçek…
Öte yandan, yanlış anlamaya mahal vermemek için, hikâyenin Grace’in film çekme tutkusu etrafında dönmediğini hemen belirtelim. Üstesinden gelmesi zor acılar ve yalnızlık üzerine bir film seyrediyoruz. Doğar doğmaz annelerini kaybeden Grace ve Gilbert, tekerlekli sandalyeye mahkûm babaları Percy Pudel ile fakir ama mutlu bir hayat sürdürürler. Grace, biyolog olan annesinin uzmanlık alanına giren salyangozlara tutkuyla bağlıdır. Zaten film, Grace’in Sylvia adını verdiği salyangoza hayat hikâyesini anlatmasıyla başlar. Grace’in içten içe salyangoza dönüşme arzusunun kökeninde dolaylı yoldan anneye ulaşma çabası vardır. Ama tüm hayatını, güvenli kabuğunun içinde saklanarak, sosyal hayattan uzak durarak geçirmeye çalışmasının ağır bedellerini de öder hiç kuşkusuz.
Erkek kardeşi Gilbert, hayvan sevgisiyle öne çıkan, çocuk yaşta vejetaryen olan, şiddet ve kötülük karşısında pasif kalamayan bir çocuktur. Zaten başına ne gelirse, sessiz kalamamasından, kötülüğe tepki göstermesinden gelir.
Okulda ne kadar kötü olaylar yaşarlarsa yaşasınlar, evde babalarıyla güzel vakit geçirirler. Üçünün birlikte oturma odasında tek başlarına kitaplarına dalıp gittiği anlar gerçekten huzur vericidir. Üstelik hep nitelikli kitaplar vardır ellerinde. Lunaparka gitmeyi de severler. Paraları yoktur ama ruhları zengindir. Annelerinden hayvan sevgisini aldıkları bellidir. Babaları ise ilgi alanlarıyla farkında olmadan yönlendirmiştir onları. Grace, film çekmeye çalışırken; Gilbert illüzyonist olup şov yapmak ister. En çok yapmak istediği şov ise ağzından alevler çıkarmaktır. Grace’in tersine riskleri sever. İki kardeş babalarını kaybetmeden önceki hayatlarının, bir çeşit cennet olduğunu anlamakta gecikmezler. Devlet ne yazık ki onları iki farklı aileye verir ve Grace ile Gilbert’ın yolları üzücü şekilde ayrılır. Üstelik ikisinin de yeni aileleriyle uyum kurmaları mümkün değildir.
“Bir Salyangozun Anıları”, büyük acılara, yalnızlık duygusu ve sosyal uyumsuzluğa odaklanıyor. Ama aynı zamanda insanın kendine inanmasına ve sonuna dek teslim olmamasına dair bir film… Grace ile Gilbert, masum ve temiz kalpliler ama çevrelerindeki insanların marazi etkilerinden uzak duramıyorlar. Gittiği evde ilgisizlik içinde büyüyen Grace pasifliğini, çekingenliğini üstünden atamıyor ve giderek içine kapanıyor. Beleş işgücü gereksinimi nedeniyle evlatlık olarak alındığını anlamakta gecikmediğimiz Gilbert ise baskı altında büyüyor ama dinsel bağnazlığa, iki yüzlülüğe karşı cesur ve mücadeleci bir karakter sergiliyor.
Elliot’ın her yaş grubuna hitap eden bir aile animasyonuna imza atmak istemediği çok belli. Zaten Grace’in en sevdiği salyangozunun ismini yazar Sylvia Plath’dan aldığını akılda tutmak gerek. Özetle, yetişkin temalarına ağırlık veren bir film seyrediyoruz. Ayrı düşen iki kardeşin yaşam öyküsü giderek iç karartıcı hale geliyor; üzücü ve trajik noktalara ulaşıyor ama son tahlilde, yaşama olan inancımızı kaybetmediğimiz bir film bekliyor bizi. Olaylara biraz olsun mesafeli bakmamızı sağlayan kara mizah duygusu ise ruhumuzun hepten kararmasını engelliyor.
Bu arada, el yapımı kilden figürlerle çekilen stop-motion bir animasyonun bizi gerçek duyguların içine çekmekteki başarısının altını çizmek gerek. Üstelik Adam Elliot gerçekçi olmayan, kişisel tarzının ağır bastığı karikatürize diyebileceğim bir grafik anlayışa sahip. Ama kısa sürede kendinizi hikâyeye ve karakterlere kaptırıyorsunuz. Özellikle yüz ifadeleri etkileyici... Yetişkinlik çağlarında dahi Grace ve Gilbert gözümüzde hâlâ iki kırılgan çocuk gibiler… Duygu sömürüsü yok filmde ama anne ve babalarını kaybetmiş olmaları hiç aklımızdan çıkmıyor.
Adam Elliot, diyalogların sayısını sınırlı tutuyor ve önceki filmlerinde olduğu gibi anlatıcının dış sesine daha çok yer veriyor. Grace’in sözel anlatımı, filmin dramatik etkisini artıran, güçlendiren bir unsur. Öte yandan, Grace’in bakış açısına mahkûm olmamızın içimizi karartan bir yanı da var. Aslında hayatında bizi rahatsız eden bir şeyler olduğunu hissediyoruz ama tam olarak adını koyamıyoruz. Ta ki, Pinky’nin mektubuna kadar… Pinky’nin, Grace hakkındaki doğru tespitleriyle film adeta ferahlıyor, yön değiştiriyor.
Elliot’ın hikâyenin akışından nerdeyse bağımsız olarak karakterleri tanıttığı sahnelerin de gayet iyi işlediğini düşünüyorum. Böylece her karakter kendi bağımsız hikâyesiyle filme renk katıp, dinamizm getiriyor.
Adam Elliot, sinefiller tarafından tanınması, bilinmesi gereken bir sinemacı… “Bir Salyangozun Anıları” da kariyerinin en iyi filmlerinden biri olarak anılacak belli ki. O yüzden gözden kaçmaması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, Avustralya sinemasının yıldız isimlerinin ağırlıkta olduğu seslendirme kadrosunu unutmayalım. Sarah Snook (Grace), Kodi Smit-McPhee (Gilbert) ve Jacki Weaver’in (Pinky) yanı sıra Eric Bana ile Nick Cave de kadroda yer alıyorlar. Fransız baba Percy Pudel’ı ise Dominique Pinon seslendiriyor.
7/10