Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar GPS'in götürdüğü yere git
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Büyük, Cesur ve Güzel Bir Yolculuk” (A Big Bold Beautiful Journey), “romantik fantezi” türünde bir film… Fantezi veya fantastik, hikâye çeşitliliği açısından hayli geniş alana yayılır. “Romantik fantezi” de tanıdık kuralları, şablonları olan bir tür değildir. Basit ve açık tanımla aşkın öne çıktığı her fantastik filmi söz konusu alt janra dahil edebiliriz. O yüzden, bu etiketin altındaki filmleri karşılaştırmak zordur.

        Senaryosunu Seth Reiss’in yazdığı, Kogonada’nın yönettiği “Büyük, Cesur ve Güzel Bir Yolculuk” da daha önce seyrettiğimiz fantezi romansları pek akla getirmiyor. Filmin göze çarpan ilk artı puanı bu. Yani, orijinalliği… Tabi, hikâyeyi sevmeniz koşuluyla…

        İlk başlarda hikâyeye hemen ısındığımı söyleyemem. Filmi fantastiğe bağlayan unsur, zorlama; mizah duygusu ise soğuk geldi. Ama süre ilerledikçe “Büyük, Cesur ve Güzel Bir Yolculuk” ilgimi çeken bir filme dönüştü. Takdir ettiğim nokta, fantastik hikâye örgüsünü gerçekçi karakter psikolojileriyle birleştirme çabasıydı. Tam olarak ne kast ettiğimi anlatabilmek için önce hikâyenin gerçekçi, sonra da fantastik kısmından söz etmem gerek.

        Tuhaflıklarla dolu açılış sekansını pas geçersek, asıl hikâye kadın ile erkeğin şehir dışındaki bir düğünde karşılaşmalarıyla başlıyor. İkisi de bekar. Flört etme, yakınlaşma fırsatı bulduklarında aralarındaki çekimi hissediyoruz. İlk yakınlaşma şansını Sarah (Margot Robbie) yok ediyor, erkeğin yanından aniden uzaklaşıp gidiyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde gelen ikinci fırsatı ise “Ben dans etmem” diyerek yerinden kıpırdamayan David (Colin Farrell) harcıyor. Hikâyeyi onun gözünden izlediğimiz için David’in sonra pişman olduğunu görüyoruz ama sonuçta geceyi ayrı geçiriyorlar.

        Filmin fantastik ve romantik bağlamını bir yana bıraktığımızda, gerçekçi bir tanışma sekansı bu… Sarah, ilk anlardan marazi ve negatif yanlarını gösteriyor; “Benden uzak dur, yoksa incinirsin” diyor. David de egosuna söz geçiremiyor. Duygularını bastırıyor ve Sarah’nın güçlü kişiliğinden çekiniyor. İkisinin de duygularından korktuğu açık. Birbirlerinden o kadar etkilenmeseler, tek gecelik ilişki yaşama ihtimalleri belki daha yüksek. Kaldı ki, Sarah o geceyi hiç önem vermediği bir erkekle geçiriyor.

        Filmin geri kalanında olup bitenler, sadece bir yakınlaşma süreci değil; Sarah ve David’in o gece neden yakınlaşamadıklarına verilen bir yanıt aslında. Birçok romantik komedi filminde, ilişkinin gecikmesi çok inandırıcı durmasa da seyirci olarak durumu idare ederiz. Burada ise fantastik gelişmeler geçmiş hikâyeleri tümüyle ortaya çıkardığında, Sarah ve David’in, “normal hayatta” birlikte olamayacak kadar problemli karakterler olduğu netleşiyor. Çünkü her ikisinde de sadece bağlanma sorunu yok. Başka korkuları var ve ciddi ilişkilerden kaçmak istiyorlar.

        Asıl önemlisi, o yaşa kadar neden yalnız kaldıklarının nedenini tam olarak bilmiyorlar. Mesela, Sarah “Ben aldatmadan duramam” diyor. Oysa aldatmasının asıl nedeni, ilişkileri erken bitirme isteği belli ki... “Doğru insanla henüz karşılaşmadım” diyor David ama baştan çıkarmak için çok uğraştığı kadınları elde ettikten sonra ilgisini kaybettiğini öğreniyoruz. İkisinin de ebeveynleriyle olan ilişkilerine kadar uzanan ve yüzleşemedikleri psikolojik problemleri var. Anne babalarının evliliklerinde tanık oldukları sorunların kendi ilişkilerini nasıl etkilediğinin farkında değiller.

        “Normal hayatta” değil birlikte olmaları, tek gecelik macera yaşamaları bile zor. O yüzden, biraz yakınlaşmaları için dahi “fantastik şeylerin” olması gerekiyor. Filmin fantastik boyutu da işte burada devreye giriyor. Karakterlerin kendileriyle yüzleşmeleri ve ilişkiler konusunda önyargılarını sorgulamaları, ancak fantastik bir yolculukla mümkün oluyor.

        David’in açılıştaki “otomobil kiralama şirketi”nde yaşadıkları ve şirketin ısrarıyla aracına takılan GPS cihazı, filmin fantastik kısmını çok daha önce başlatıyor. Tabii, uzun süren yağmuru da unutmamak gerek. Ama orman içindeki gizemli kapı belirene kadar filmde uzunca süre fizikötesi bir şey olup bitmiyor. Sarah’nın aynı şirketten tıpatıp aynı aracı kiralayıp, GPS taktırmasının tesadüf olup olmadığı hiçbir zaman kesinleşmiyor. Kesin olan tek şey, GPS cihazının Sarah ile David’i “büyük, cesur, güzel bir yolculuğa” çıkarması…

        Esrarengiz otomobil kiralama şirketini, fantastik yollardan hedefine ulaşmaya çalışan gönüllü çöpçatan gibi düşünmek mümkün. Phoebe Waller-Bridge ve Kevin Kline’ın canlandırdığı iki kişinin çalıştığı “gerçek üstü” bir şirket bu… Doğru dürüst ofisleri dahi yok. Onun yerine basket sahası büyüklüğünde boş bir depo kullanıyorlar. GPS takılması konusunda çok ısrarcılar ve araç kiralama işini adeta “mülakat” veya “oyuncu seçimi” gibi yapıyorlar. Zaten ellerinde, sanki önceden seçmişler gibi David’in fotoğrafı duruyor. Gerçeğe ulaşmak için biraz “rol yapması” gerektiğini dahi söylüyorlar ona.

        Düğünden sonraki gün, şehre dönerken David ve Sarah, “GPS’in götürdüğü yere git!” mottosunu benimsiyorlar. Gittikleri yerlerde karşılarına çıkan kapılar, geçmiş hayatlarının kritik mekânlarına açılıyor. İlk iki mekân, birbirlerinin iç dünyalarını daha iyi tanımalarını sağlıyor. Kapılar, ilerleyen bölümlerde bir çeşit zaman makinesi işlevi görmeye başlıyor. Geçmişe gittiklerinde seyirci için bir şey değişmiyor ama sözgelimi lise sahnesinde diğer herkes, David’i 15 yaşındaki haliyle görüyor. Başka bir sahnede annesi (Lily Rabe) Sarah’ya 12 yaşında olduğunu söylüyor. Kapıların açıldığı zaman ve mekânlar, kalıcı ve uzun ilişkiler kurmaktan neden kaçındıklarını gösteriyor bize. GPS, Sarah ve David’e bazı fantastik ve romantik anlar da yaşatıyor. Öte yandan, çöpçatanlık kadar terapi hedefi taşıyan bir yolculuk bu. Terapi ve yakınlaşma süreci iç içe geçmiş durumda. Ama film ilerledikçe, özellikle Sarah’nın ilişkiye karşı ne kadar dirençli olduğu açığa çıkıyor.

        Gerçekçi karakter psikolojileriyle kurulmuş fantastik bir hikâye olarak ilgiye değer yanları olduğunu inkâr edemem. Kâğıt üzerinde iyi işleyen bir yapı var. Fantastik fikir hiç fena değil. Geçmişle kurdukları ilişkiler ilgiye değer. Bir tür zaman yolculuğu gibi… Dolaylı olarak, geleceği değil ama kendilerini değiştirebilecek fırsatlar buluyorlar aslında. Her çeşit detay üzerine düşünüldüğü belli oluyor. Sözgelimi, film David’in evinin kapısından çıkmasıyla başlıyor ve aynı kapının önünde bitiyor ama yanlış hatırlamıyorsam evin içini hiç görmüyoruz. Hikâye, David ve Sarah’nın başka birçok kapıdan içeri girmesiyle gelişiyor. Hayatlarını yanlış yönlendiren iki insanın kendilerini navigasyon cihazına bırakmaları da hoş…

        Araç kiralama şirketinde geçen sahnenin soğuk mizahını, düğün sekansındaki romantik komediyi, fantastik yolculuk izleğini ve giderek duygusallaşan aile hikâyelerini düşündüğümüzde, çok farklı tonlar var filmde. Sarah – David ilişkisi ise her şeyi bütünleştiren bir unsur ama açıkçası David ile babası (Hamish Linklater) veya Sarah ile annesi arasındaki ilişki kadar duygusal ve göz yaşartıcı değil.

        Lisedeki müzikal ve çıkma teklifi gibi bazı sahneler çok eğlenceli olsa da mizah duygusu filmin genelinde o kadar güçlü değil. Romantik film olarak seyirci üzerindeki etkisi de tartışılır. En hoş yanı ise işin fantastik kısmı; çünkü filme Kogonada diye imza atan Kore kökenli ABD’li yönetmen Park Joong Eun, ilk sahnelerden itibaren filmin dünyasını başarıyla kuruyor. Sıcak, canlı renklerden oluşan, gerçekçilikten çok kopmayan ama fantastik dokuyu hissettiren bir film çıkarıyor. Sarah’nın çocukken annesiyle sık sık gittiği müzede geçen sahne, “self-reflexive” nitelik taşıyor; diğer bir deyişle, filmi yansıtan ayna işlevinde. Özellikle, yan yana duran kadınla erkeğin yüzünün fırça darbeleriyle perdelendiğini gördüğümüz tablo, filmin anlamını barındıran şifre gibi... Kogonada, görüntü yönetmeni Benjamin Loeb ile birlikte bazen gerçek bazen masalsı fantastik imgelerle kuruyor filmin görsel dünyasını. Her kapı, tablo gibi ayrı bir dünyaya açılıyor.

        “Büyük, Cesur ve Güzel Bir Yolculuk”, 1980’lerin fantastik komedilerini akla getiren bir film. Sarah’nın geçmişe gittiği sahnede evdeki televizyonda “Büyük”ü (Big - 1988) seyretmesi, bu algıyı güçlendiriyor.

        Kogonada’nın, Cannes, Sundance gibi festivallerde gösterilen ilk iki uzun filmi “Columbus” (2017) ve “After Yang”a (2021) oranla eleştirmenlerin daha düşük notlar verdiği “Büyük, Cesur ve Güzel Bir Yolculuk”un gişelerdeki performansını kestirmek zor. Fısıltı gazetesi nasıl çalışır bilmiyorum ama fragmanını seyredip gidenleri hayal kırıklığına uğratacağını pek sanmıyorum.

        6.5/10