Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Ayrı dünyalar, ayrı hikâyeler
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Pelin Esmer’in yazıp yönettiği “O da Bir Şey mi?”, kültürel ve sınıfsal olarak “ayrı dünyalardan”, farklı kuşaklardan gelen iki karakter üzerine kurulu… İlki İstanbul’da yaşayan orta yaşlı film yönetmeni Levent (Timuçin Esen), diğeri Söke’de Efes Oteli’nde çalışan genç Aliye (Merve Asya Özgür)… Her şey Aliye’nin, gerçek kimliğini gizleyerek Levent’in telefonuna sesli mesajlar göndermesiyle başlıyor. Daha önceden tanışmıyorlar. Hayatlarının kesiştiği nokta, Levent’in Söke’de katıldığı film festivali ve kaldığı otel…

        Levent, Aliye’nin ardı arkası kesilmeyen mesajlarına giderek daha çok ilgi gösteriyor. İpuçlarını birleştirdiğinde, onun otelde çalıştığını anlamakta pek zorlanmıyor zaten. Levent’in annesi (İpek Bilgin) mesajları dinledikten sonra “Umut verme kıza” diyor korumacı tavırla. Ama Aliye’nin mesajlarında aşktan ziyade saygı duyduğu birine sesini duyurmak isteği ağır basıyor. Ki sözü tanışmaya veya görüşmeye getirmiyor. Kendisinden bahsederken özellikle babasıyla ilgili olarak hikâyelerini sürekli değiştirmesi, dikkatimizi çekiyor. Ama bu, ona güvenimizi sarsmıyor, sadece bir şeyler sakladığını hissediyoruz. Asıl önemlisi, açılış sahnesinde avukat kimliğine büründüğü sahneyi hesaba kattığımızda Aliye’nin, kendinden kaçmak, farklı hayatların hayalini kurmak için hikâyeler anlatmayı sevdiğini tahmin ediyoruz.

        Hikâye anlatmak, film boyunca farklı şekillerde karşımıza çıkan önemli bir motif. Söke’deki otel barında karşılaştığı insanların Levent’i ve başka film yönetmenlerini “hikâye arayan sinemacılar” olarak görmeleri, onları en çok etkileyecek öyküyü anlatmak istemeleri, gerçek hayatta da karşılaştığımız için bizi hiç şaşırtmıyor. Filmin adı da insanların “en çarpıcı hikâye aslında bende” anlamına gelecek şekilde “O da bir şey mi?” diye söze girmelerinden geliyor. Özellikle, Nur Sürer’in oynadığı ve otelde yaşayan kalbi kırık yalnız kadın için, hikâyesinin filme dönüşmesi güçlü bir arzu…

        Peki, Aliye için aynısını söylemek mümkün mü? Açıkçası, son sekanslara kadar Aliye konusunda zihnimizde netleşmeyen çok şey var. Bir filme konu olmayı isteyip istemediği sorusunun yanıtı finale kadar verilmiyor zaten. Uzunca süre bizim için kesin olan tek şey, Aliye’nin Levent için bir gizem olarak kalmak istemesi… Belki Aliye de bilmiyor o sesli mesajları Levent’e neden gönderdiğini… Kuşkusuz ilgi çekmek, sesini duyurmak istediği belli ama nihai amacı hakkında sanki pek bir fikri yok. Kendi dünyasından çıkmak, Levent’in temsil ettiği farklı dünyaya dahil olmak; kültürel ve sınıfsal sınırları geçersiz kılmak istiyor adeta.

        Aliye’nin geçmiş hikâyesi, finale doğru netleşiyor Levent ve bizim için. Öyle bir an geliyor ki, Aliye’nin derdinin gerçek hikâyesinin bilinmesi olmadığını anlıyoruz. Orada Abbas Kiorastami’nin “gerçeğe ulaşmak için bazen yalandan yola çıkmak gerekir” anlamına gelen sözlerini hatırlamak mümkün. Çünkü Aliye kendisiyle ilgili gerçeği yalanlar, yani hayal gücü üzerinden dolaylı olarak anlatmak istiyor. Levent’in, gerçek hikâyeyi başka birisinden (Mehmet Kurtuluş) dinlediğini duyan Aliye için adını koyamadığımız bir şeylerin bittiğini hissediyoruz.

        Levent’in karakteriyle ilgili daha net bir portre çizen Pelin Esmer, Aliye’yi daha belirsiz bırakmayı tercih ediyor; birçok sorunun yanıtını bize bırakıyor. Aliye dinlenir biri olmak istiyor; o yüzden hikâyeler anlatmayı seviyor. Görünür biri olmak konusunda sıkıntısı yok aslında ama içten içe eşitliği talep ediyor. Kültürel, sınıfsal farkları reddediyor. Tıpkı mağduriyeti ve zayıflığı kabul etmediği gibi…

        Dinlenir ve görünür olmak Levent – Aliye ilişkisinde iki aşamayı temsil ediyor. Tıpkı bar ile mutfağı küçük bir perdeyle ayıran servis penceresi gibi… Herkesin bir şeyler anlatıp ilgisini çekmek istediği gece, Levent bir şekilde hissediyor asıl hikâyenin o perdenin arkasında saklandığını ve esin kaynağını ortamda görünen değil, görünmeyen birinden buluyor… Kaldı ki, Pelin Esmer’in de yurtdışında katıldığı bir festival sırasında benzer bir servis penceresini görünce aynı hisse kapılarak filmi yazdığını biliyoruz.

        Perdeli servis penceresi Levent ile Aliye’nin “ayrı dünyalarını” temsil eden bir metafor aynı zamanda. Aliye, geldiği ilk festivalde Levent’in önce sinema salonundaki sorulara verdiği yanıtları, sonra barda yaptığı konuşmaları dinliyor. Ardından ona kendi mesajlarını gönderiyor. Bir tür eşitlik talep ediyor aslında. “Ben seni dinledim sıra sende” demek ister gibi… Levent’in geldiği ikinci festivalde görünürlük ve eşitlik, her iki tarafın ortak çabasıyla oluşuyor; ayrı dünyalar birleşiyor. Eşitliğin festivalde “sinemacı - seyirci buluşmasıyla” hayata geçmesi önemli geliyor bana. Hatta bu açıdan, “O da Bir Şey mi?”nin self refleksif olduğu dahi söylenebilir. Ayrıca, filmde iki ayrı yönetmen – seyirci buluşması sahnesi var. Kaldı ki, seyrettiğimiz filme, Levent’in Aliye ile birlikte çekmek istediği hikâye olarak da bakabiliriz.

        Levent’e baktığımızda, filmin başında yeni filmiyle ilgili ne aradığını bilmeyen bir yönetmen olarak çıkıyor karşımıza. Casting aşamasında olduğu filmde, oyuncudan ziyade kendisine ilham verecek bir karakter aradığı belli oluyor zaten. O yüzden videolardaki yüzlerden ziyade Aliye’nin hikâye anlatan sesi ilgisini çekiyor. Gönülsüz şekilde, söz verdiği için çektiği kısa filmde de kendi gerçekliğinden, yani çocukluğundan yola çıkıyor. Tam da burada Levent’in arayışı ile Pelin Esmer’in önceki filmlerindeki “gerçekten yola çıkma çabası” çakışıyor. Aliye en baştan itibaren Levent için gerçeği temsil ediyor ve aradığı “ilham perisi”nin o perdenin ardında olduğunu düşünüyor. Kısa filminde çocukluğunu canlandıracak olan oyuncuyu sokakta bulması da kayda değer detay.

        Sürekli görüştüğü bir dönemde annesiyle ilgili kısa film çekmesi, onunla sinema üzerinden dolaylı iletişim kurmak istemesi, ayrıca üzerinde durulması gereken bir nokta. Çocukken yaşadığı terk edilme korkusu üzerine bir film yapıyor. Annesi de Söke festivali için çekilen başka bir kısa film üzerinden yanıt veriyor Levent’e. “O da Bir Şey mi?” sinema sanatı ile iletişim arasında güçlü bağlar kuran bir film… Levent’in annesinin, Aliye’nin ve filmdeki diğer kadınların hikâyeleri birleştiğinde, özgürlük arayışına kadar giden bir alt metin çıkıyor karşımıza. Erkeklerin neden olduğu suçluluk duygusu da filmdeki kadın hikâyelerini birleştiren bir tema… Levent de kısa filmi çekerek ister istemez benzer bir duyguyu tetiklemiyor mu? Erkeklerin eylemleri nedeniyle oluşan dolaylı bir suçluluk duygusundan söz ettiğimin altını çiziyorum. Yoksa kadınların kendilerini suçlu hissedeceği bir şey olup bitmiyor filmde. Ama Aliye’nin, asıl suçlunun kendisi olmadığını bilse dahi bu duyguyu belki ömür boyu üstünden atamayacağını biliyoruz. Yaşadığı sosyal çevre bir yana, suçluluk duygusunu yaşamasını isteyen annesiyle (Asiye Dinçsoy) ilişkilerine baktığımızda, Aliye gerçekten güçlü kişiliğe sahip bir kız. Filmde yer alan ve farklı kuşaktan gelen diğer kadınları düşündüğümüzde, genç kuşak kadınlar adına umutlu bir film seyrediyoruz.

        Geçtiğimiz ay Adana’da en iyi film, yönetmen, görüntü (Barbu Balasoiu), sanat yönetmeni (Elif Taşçıoğlu) ve umut veren kadın oyuncu (Merve Asya Özgür) dallarında ödüller kazanan “O da Bir Şey mi?”, yılın en önemli yerli filmlerinden biri olarak sinemaseverlerin ilgisini hak ediyor. İlk uzun filmi “Oyun”dan (2005) bu yana ilgiyle takip ettiğim Pelin Esmer sinemasının en iyi örneklerinden biri…

        7/10