Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Nostaljik bir aşk mektubu
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Elmaslar” (Diamanti), Ferzan Özpetek’in İtalya’da en çok gişe hasılatı yapan filmlerinden biri… Sadece İtalya’da bilet satışı 2 milyon 600 bini aşan ve geçtiğimiz ilkbahardan bu yana başka ülkelerde gösterime giren “Elmaslar”, Türkiye’de bu hafta seyircilerle buluşuyor.

        Sinema tarihinde benzerini pek hatırlamadığım akılda kalıcı bir açılış sahnesine sahip “Elmaslar”. Özpetek, kendi olarak karşımıza çıktığı sahnede filmin adını ve onu şekillendirecek temel duyguyu açıklıyor. Bize ve evine topladığı oyunculara “Kadınların gücü üzerine bir film yapmak istiyorum” diyor. Hikâye ve karakterlerle ilgili ilk ipuçlarını veriyor.

        Evinde verdiği kalabalık bir yemek davetindeyiz. Yemekler şahane. Öyle ki, hepimiz orada olmak istiyoruz. Filmde rol vermek istediği tüm kadın oyuncuları büyük masanın çevresine toplamış durumda. Birkaç erkek oyuncu var etrafta ama filmde olduğu gibi geri planda, kadınların gölgesinde kalıyorlar. Kamera sahne boyunca kadın oyuncuların çevresinde dolaşıyor; adeta auralarını yakalamaya çalışıyor. Alışageldiğimiz tarzda yakın planlardan ziyade hareketli çekimlerle yansıtıyor kadınların enerjisini. Samimi ve sıcak ortam gereği kimisi tatlı tatlı dalga geçiyor Ferzan Özpetek’le kimisi ilgiyle dinliyor kimisi biraz gönülsüz görünüyor. Sonra herkesin sessizce senaryoyu okuduğu ilk masa başı toplantısı sırasında her şey ciddileşiyor ve müziğin ilk notalarını duymamızla birlikte Özpetek’in hayalindeki filme geçiyoruz: 1970’lerde Roma’da, bahçeli bir müstakil evdeyiz. Sadece kadınların çalıştığı büyük bir terzihane burası… Primadonnaların, yıldız oyuncuların gelip gittiği, Oscar ödüllü kostüm tasarımcılarının tercih ettiği birinci sınıf bir dikimevi…

        Daha ilk sahneden edebiyat ve sinema kuramcılarının “üst kurmaca” (meta fiction) diye adlandırdığı tarzda bir anlatının içinde olduğumuz anlaşılıyor. Ferzan Özpetek ve oyuncularını masa etrafında gösteren ara sahneler aracılığıyla açılıştan finale kadar kendini yansıtan (self reflexive) bir film “Elmaslar”. Yani, bir filmin içinde olduğumuzu hiç unutmuyoruz. Ama burada yegâne amaç, gerçeklik ile kurmaca arasındaki ilişkiyi sorgulamak değil. Asıl mesele, yönetmen Ferzan Özpetek’in ilham kaynağı kadın oyuncuları ve onlarla kurduğu bağı sürekli hatırlatan bir anlatı yapısı kurmak… O yüzden, bana sorarsanız, oyuncular, oyunculuk ve filmin temel duygusu, hikâye ile olay örgüsünden çok daha önemli. Hayır, karakter derinliğinden söz etmiyorum. 18 kadın karakteri detaylı geçmiş öyküleriyle ele almak zaten mümkün değil. Asıl amaç, oyuncuların yoğun duyguları perdeden bize doğru taşıması… İşte tam da bu nedenle, filmin her yanından melodram taşıyor: Yan hikâyelere şöyle bir baktığımızda, evlat kaybı nedeniyle yaşanan travma, hiç geçmeyen aşk acısı ve erkek şiddeti gibi melodram öğeleri hemen göze çarpıyor. Çocuklar ve gençlerle ilgili yan hikâyeler de açıkçası öyle çok derinleşemiyor. Ama filmin ana hikâyesi için aynısını söylemem zor. Orada daha farklı ve özgün bir yaklaşım var.

        Dikimevini birlikte işleten iki kız kardeş Alberta (Luisa Ranieri) ve Gabrielle Canova (Jasmine Trinca) arasındaki ilişkiyi ve son bölümlere kadar netleşmeyen geçmiş öyküyü kastetmiyorum. Aslına bakarsanız, o da aşırı melodramatik bir yan hikâye… “Elmaslar”ın asıl özgün hikâyesi, Oscarlı kostüm tasarımcısı Bianca Vega’nın (Vanessa Scalera) dikimevinden içeri girmesiyle başlıyor. Bianca Vega’nın içeride çalışanlara filmin kostümlerine dair hayallerini, fikirlerini anlatmasıyla “Elmaslar”, asıl havasını ve kişiliğini buluyor. Çünkü film sadece kadınların gücüne değil, işinin ehli kostüm tasarımcılarına yazılmış bir hayran mektubu gibi… Her şeyin kökeninde, İtalya’da 16 yıl boyunca yönetmen yardımcılığı yapan Özpetek’in geçmişteki kişisel deneyimleri olduğunu biliyoruz. Özpetek’in, asistanlık yıllarında yönetmen ve oyuncularla birlikte İtalyan sinemasının efsane kostüm tasarımcısı Piero Tosi’nin yönettiği Tirelli terzihanesine sık sık gitmesi, oradaki havayı soluması ve yaptığı gözlemler, filmin esin kaynaklarından biri.

        Daha önce bir benzeri çekilip çekilmediğinden çok emin değilim. Tek bildiğim, “Elmaslar”ın kostüm tasarımı ve kostümün filmdeki işlevi üzerine yapılmış tutku dolu bir film olduğu gerçeği… Bianca Vega ve yönetmen (Stefano Accorsi) kostümler üzerine konuşurken sadece filmin görsel atmosferinden, resimdeki bir detaydan değil, dramatik yapının önemli bir unsurundan söz ediyorlar. Böylelikle, kostüm tasarımının karakterin psikolojisini yansıtan, filmin anlam dünyasını belirleyen bir anlatım aracı olduğunun altı çiziliyor.

        Kostümleri hazırlanan filmin hikâyesine girilmiyor. Tek bildiğimiz, bir dönem filmi olduğu ve ana karakterin giyeceği kostümün dramatik önemi… Bianca Vega, kostümün karakterin taşıdığı sorumluluğu veya yükü temsil etmesi gerektiğini en baştan belirtiyor. Ama süreç ilerledikçe, tasarım konusunda yönetmenle görüş ayrılığına düşüyor ve söz konusu kostüm, terzileri de içine çeken bir anlaşmazlığın merkezi haline geliyor. Finale doğru Bianca Vega’nın yönetmen tarafından onaylanmış ilk tasarımı, ekip çalışmasıyla hayata geçirildiğinde, “Acaba yönetmen beğenecek mi?” sorusunun ardından filmde yönetmeni canlandıran Stefano Accorsi’yi değil Ferzan Özpetek’i görmemiz, üst kurmaca tekniğinin çarpıcı anlarından biri… Çünkü “film içindeki film”in en önemli kostümü, Özpetek’in çektiği “Elmaslar”ın da metaforu aynı zamanda… Bianca Vega’nın sözünü ettiği sorumluluk ve yük, filmdeki tüm kadınları ve hayatlarını tanımlıyor bir bakıma. O noktada yan hikâyeler anlam kazanıyor. Hepsi sorumluluk taşıyan, ağır yüklerin altına giren, özverili kadınlar… Hayat hiçbirisi için kolay değil… Ama birlikte çalışarak, kadın dayanışmasıyla her şeyin altından kalkıyorlar.

        “Elmaslar”, sinema sanatındaki ekip çalışması üzerine bir film aynı zamanda. Sadece kostüm tasarımını değil, kumaş seçimi ve renginin boyasından başlayarak üretim aşamalarının tümündeki özeni, emeği ve yaratıcılığı adeta kutsayan bir film seyrediyoruz.

        Filmin ana karakteri olarak öne çıkan Alberta’nın çok derinlemesine ele alındığını iddia edemem. Otoriter katı tavrı, disipline önem veren yöneticiliğiyle ilk başta “Şeytan Prada Giyer”deki (The Devil Wears Prada- 2006) unutulmaz Miranda Priestley’yi hatırlatan bir karakter Alberta. Ama film ilerledikçe, gençlerle ve ekiple ilişkisi açısından “Şeytan Prada Giyer”deki Miranda’dan çok farklı biri olduğu ortaya çıkıyor. Özpetek, kadınların yönettiği ve çalıştığı bir işyerini hayal ederken sadece dayanışmayı değil, herkese iyi gelen o neşe, mizah ve hayat sevgisinin de altını çiziyor.

        Bana sorarsanız, filmin en iyi yazılmış karakteri Oscarlı kostüm tasarımcısı Bianca Vega… İlham verici yaklaşımıyla etrafındaki kadınlara cesaret verirken, onları yaratıcılığa teşvik ederken bir sanatçı olduğunu hissediyoruz. Kuşkusuz, onun da güçlü bir egosu var. Sorun çıkarma pahasına, yönetmenin söylediklerini değil, kendi sezgilerini takip etmekteki ısrarı, bunun açık kanıtı… O da hatalar yapıyor, hatta bazen işi batırabiliyor. Sinirlendiğinde başkalarına haksızlık yaptığını da görüyoruz. Ama mükemmel olduğunu iddia etmiyor ve bu özelliği sayesinde, egolarının esiri olan güçlü erkeklerden ayrı bir yerde duruyor. Onu tanıdıkça, egosunu değil ortaya çıkan işin kalitesini her şeyin üstüne koyan biri olduğunu görüyoruz. Özpetek de sanki bunun altını çizmeye çalışıyor; “sinema işinde her zaman krizler ve ego çatışmaları olabilir ama önemli olan ortaya çıkan işin niteliği ve büyüsüdür” diyor sanki.

        “Elmaslar”ı seyrederken sık sık yönetmenliğin, filmin en önemli unsurlarından biri olduğunu düşündüm. Çünkü iddialı ve çarpıcı bir hikâye yok ortada. Karakter ağırlıklı bir film olduğunu söylemek de zor. Her şey duygular etrafında dönüyor ve Ferzan Özpetek’ın anlatımı, filmi bir arada ve ayakta tutuyor. Görselliğin ve işitselliğin öne çıktığı bir film seyrediyoruz. Yönetmenlikteki başarının hemen peşine Giuliano Taviani ve Carmelo Travia’nın müziğini eklemek istiyorum. Tabi bir de Özpetek sinemasının vazgeçilmezi olan o güzel şarkıları… Müzik, ilk okuma provasıyla birlikte “Elmaslar”ın pür melodram olan özüne doğru çekiyor bizi.

        Görüntü yönetmenliğini Gian Filippo Corticelli’nin yaptığı “Elmaslar”, kadrajların büyük özenle, resim gibi tasarlandığı bir film… 1970’lerde geçen sahnelerde daha canlı ve sıcak bir renk paleti çıkıyor karşımıza. Görüntüleri itibarıyla içinde olmaktan keyif alacağınız rengarenk bir kendini iyi hisset filmi gibi tasarlandığı; aydınlatmanın ona göre hazırlandığı belli oluyor. Kostüm, saç ve makyaj açısından detayların çok iyi işlendiği bir film “Elmaslar”… Kostüm tasarımını konu alan bir film olmanın hakkını gerçekten veriyor. Özpetek’in film boyunca, canlı, rengarenk ve her köşesi detaylarla dolu resimler oluşturmaktan vazgeçmediğini görüyoruz. Görsel kompozisyon, filmin en önemli unsurlarından biri. Kostüm, aksesuar, her şey resmin bir parçası… Dolayısıyla, Deniz Göktürk Kobanbay’ın prodüksiyon tasarımı da filmin başarısında önemli bir pay sahibi…

        Daha az karakter ve daha az yan hikâyeyle belki daha sağlam bir film olabilirdi “Elmaslar”. Ama filmin ruhu, tam da bu ansambl oyunculuk ve kalabalık fikri üzerinden şekilleniyor. Hatta, yan hikâyelerin yüzeysel ve bazen aşırı melodramatik olmasının, Özpetek’in bilinçli tercihi olduğunu düşünüyorum. Çünkü kurmaca ve gerçeklik arasındaki gidiş gelişler, Özpetek’in kamera önüne geçmesi ve filmde yer alması, diğer tüm hikâyelerin önüne geçen bir motif… Özpetek’in Canova kardeşlerin annesini oynatmak istediği Elena Sofia Ricci’nin filmin kurmaca kısmına dahil olmaması bu bağlamda dikkat çekici… Filmde oynamaktansa hasta arkadaşının yanında olmak istiyor Ricci. Böylece filmin gerçeklik bölümünde kendi öyküsünü oluşturuyor.

        Özpetek’in, İtalyan sinemasının üç büyük aktrisi, Mariangela Melato, Virna Lisi ve Monica Vitti’ye ithaf ettiği; filmlerinde yer alan tüm kadınları “en değerli mücevherleri olarak ilan ettiği “Elmaslar”, özel bir film. Kostüm tasarımcılarına, kadınların el emeği ve göz nuruna yazılan nostaljik bir aşk mektubu…

        7/10