Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Rahatsız edici ve zor film
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Alpha”, 2021’de Cannes’da “Titane” ile Altın Palmiye’yi kazanan Fransız yönetmen Julia Ducournau’nun yeni filmi… “Rahatsız edici ama iyi film” diye başlık atmıştım “Titane” için yazdığım eleştiriye. “Alpha”nın da rahatsız edici ve zor olduğu kesin ama bu kez iyi olduğundan o kadar emin değilim.

        Filmle ilgili görüşlerime gelmeden önce hikâyeyi özetlemekte fayda var: Açılış, bulmacadan farksız aslında. Neler olup bittiğini daha sonra anlayacağımız kısa sahneler peş peşe geliyor. İlk anladığımız şey, Golshifteh Farahani’nin canlandırdığı anne karakterinin, eve gelen kızı Alpha’nın (Mélissa Boros) kolundaki dövmeyi görünce gösterdiği tepki… Kendisinden izinsiz dövme yaptırmasından ziyade hastalık kapmasından endişe ediyor daha çok.

        Film ilerledikçe, devlet hastanesinde doktor olarak çalışan annenin,13 yaşındaki ortaokul öğrencisi Alpha’nın kan yoluyla ve cinsel ilişkiyle bulaşan HIV / AIDS benzeri bir hastalığa yakalanmasından korktuğunu anlıyoruz. HIV / AIDS gibi ölümcül olan ama belirtileri, gelişimi ve beden üzerindeki etkileriyle çok farklı ilerleyen bir salgın hastalık bu… Alpha’nın hasta olup olmadığının kesinleşmesi için 2 haftanın geçmesi gerekiyor ve film, anne kız açısından çok sıkıntılı gelişen bu süreci kapsıyor. Dövme yaptırdığı kolunun sürekli kanaması nedeniyle Alpha’nın okulda yaşadığı sorunlar, ikisi için hayatı daha da zorlaştırıyor. Tam da bu günlerde, madde bağımlısı problemli dayı Amin’in (Tahar Rahim), aniden gelip onların evinde yaşamaya başlaması, Alpha için hayatı çekilmez hale getiriyor. Alpha, dayısını evde istemiyor ama annesi “O benim kardeşim, ona karşı sorumluluklarım var” diyerek ne zaman ne yapacağı belli olmayan Amin’i bağrına basıyor.

        Bu arada, kafamızı karıştıran şeyler de olup bitiyor. Golshifteh Farahani’nin değişik saç modeli ve filmin farklı renk paleti, bizi olayların iki ayrı dönemde geçtiği konusunda önceden uyarıyor. Durumu ilk fark ettiğimizde, Ducournau’nun kurduğu puzzle’ı andıran yapının sürüp gideceğini, “büyük resmin” ancak finalde ortaya çıkacağını kestiriyoruz.

        Öte yandan, temalar ve alt metinler konusunda benzer bir sıkıntı yok. Filmin ilk yarım saati itibarıyla Ducournau’nun nereye varmak istediğini görüyoruz. AIDS’i akla getiren salgın nedeniyle ayrımcılık ve ötekileştirmenin arttığını, devletin ve toplumun giderek daha acımasız hale geldiğini gösteriyor bize. Annenin, hastane kapısından içeri alınmayan hastaları kabul etmek için mücadele ettiği sahne, bu acımasızlığın bir yansıması… Alpha’nın okulda yaşadığı dışlanma süreci de farklı değil. Böylesi bir dönemde, Amin’in onların yanında yaşamaya başlaması, Alpha için bir çeşit sınav gibi… Çünkü o da Amin’i dışlamaktan yana. Anne ise hastanedeki tavrını evde sürdürüyor, hastalara olduğu gibi kardeşine de sahip çıkıyor. Ama Amin’i eve kabul etmesinin, kızı için ne kadar doğru olup olmadığı konusunda kuşkuları var.

        Alpha’nın dayısıyla ilişkileri ve annenin her ikisi arasında kalması, filmin en önemli dramatik akslarından biri… Annenin sorumluluk duygusu, sonuna kadar pes etmemesi ve mücadele etmesi, Ducournau’nun özenle öne çıkardığı nokta… Film baştan sona görsel işitsel bir kaos aslında ama annenin kardeşi ve kızına olan sevgisi, duygusal olarak her şeyi bir arada tutuyor.

        Anne ile Amin’in Paris’in varoşlarında oturan ailesi üzerinden ilerleyen önemli bir yan hikâye daha var filmde. Kuzey Afrika kökenli Berberi ailenin farklı kuşakları üzerine gözlemler yapıyor Ducournau… Fransızca konuşamayan büyükannenin ait olduğu kuşağın hedefleri belli. Çocuklarını iyi yetiştirmek için göç etmişler Fransa’ya. Başarı oranları yüzde yüz değil… Çocuklardan biri doktor, diğeri uyuşturucu bağımlısı olmuş; doktor, yalnız anne olarak hayat mücadelesi verirken, diğeri ölümün kıyısında dolaşıyor. Alpha’ya baktığımızda üçüncü kuşak için göçmenlik psikolojisinin hâlâ bitmediğini görüyoruz. Üstelik Alpha, Berberi dilini bilmiyor ve etnik kökenlerine yabancılaşmış durumda. Anneannesinin sofraya koyduğu yemeklere elini sürmüyor mesela… Buna karşın, yaşadığı toplumda hâlâ etnik kökeniyle tanımlanıyor; Fransız olarak kabul edilmiyor.

        Alpha’nın büyükannesinin, oğlu Amin’in bir tür çöl iblisi olan “kırmızı rüzgâra” yakalandığını düşündüğü ve kurtarmak için üzerine su döktüğü; kızının ise doktor olarak gerekenleri yapmaya çalıştığı sahne, iki kuşağı anlamlı şekilde karşı karşıya getiriyor. Kuzey Afrika çöllerini hatırlatan kırmızı toz, filmin geçmişi simgeleyen metaforlarından biri… Ducournau, Paris’te dolaşan bu tozla çölün ve Berberi kökenlerinin ailenin hiçbir zaman peşini bırakmayacağını vurguluyor.

        Salgın hastalığa yakalananların derilerinin adeta mermere dönüşmesi, bedendeki beyaz toz serpintilerini ve ağızlarından beyaz buhar çıkmasını atlamamak gerek. Hastalık ve beyaz toz, modern dünyayı; kızıl toz ise Berberilerin modernlik öncesi eski hayatlarını simgeliyor sanki. Üçüncü kuşak Alpha ise ölümü akla getiren toz yerine yaşamı simgeleyen kanıyla akılda kalıyor. Alpha, “Carrie” (1976) filmine adını veren ana karakteri de hatırlatıyor. Carrie gibi telekinetik yetenekleri yok belki ama çevresindekileri korkutan bir cesareti ve özgüveni var. “İstenmeyen öğrenci” olarak köşede oturmak yerine spor dersindeki oyunlara katılmasının, havuza girmesinin, dışlanmayı kabul etmemesinin okulda yarattığı kriz, alt metnin önemli parçalarından biri.

        “Alpha”, Ducournau’nun bir önceki filmi “Titane” gibi “body horror” (beden korkusu) diye adlandırdığımız alt türe dahil edilen bir film… Amin’in kolundaki yaranın çekimiyle başlayan film, Alpha’nın koluna dövme yapan iğnenin yakın çekimiyle sürüyor. Her ikisi de rahatsız edici ama salgın hastalığa yakalananların koğuşundaki çekimler kadar değil. Ducournau, “body horror” türünü genel olarak hastaların bedeni üzerinden yakalıyor. Özellikle Amin’e yapılan ve kontrolden çıkan tedavi sahnesi, gerçekten çok rahatsız edici… Rolü için 20 kilo birden veren Tahar Rahim’in bedeni de bence filmin en rahatsız edici görsel öğelerinden biri. Özellikle, Tahar Rahim’in sağlıklı ve normal halini bilenler için…

        Ducournau’nun, görsel atmosfer konusunda çok özenli ve detaylı iş çıkardığını teslim etmek gerek. Tabi burada görüntü yönetmeni Ruben Impens ile prodüksiyon tasarımcısı Emmanuelle Duplay’in adlarını anmadan olmaz. “Alpha” baştan sona iç karartıcı ve moral bozucu bir “atmosfer” filmi… Renk paleti, ışık ve kadraja giren her detayın düşünüldüğü belli. Üstelik, kamera çoğu sahnede hareketli ve planlar kısa. Jean-Christophe Bouzy imzalı montaj çalışması da övgüyü hak ediyor. Tahar Rahim, Golshifteh Farahani, Mélissa Boros’un oyunculuklarından da büyük destek alan bir film “Alpha”…

        Ne var ki, bir an önce bitmesini isteyerek seyrettiğim bir film olduğunu inkâr edemem. Mesele, rahatsız edici sahneler içeren yorucu ve sert bir film olması değil. Ducournau, seyircileri zorlamak isteyen ilk yönetmen değil zaten. “Titane” da zorlayıcıydı ama yeni ve özgün bir havası vardı. Hikâyesi, imgeleri, detayları, hayal gücü ve anlatımıyla sizi sürüklüyor; bittikten sonra üzerine düşündüğünüzde yeni detaylar keşfediyordunuz. “Alpha” ise aynı seviyeyi tutturamıyor. Sözgelimi, salgın hastalığın etkileri dışında etkileyici ve özgün bir görsel imge yok filmde.

        Ducournau, film derinleşsin diye alt metinleri çok zengin tutuyor ama hikâyeyi ilgiye değer kılamıyor. Hikâye örgüsü iyi değilse ve film sizi içine çekmiyorsa, temalar ve alt metinlerin önemi kalmıyor açıkçası. Sözgelimi, Amin, kayda değer kişilik özellikleri ve geçmiş öyküsü olmayan son derece klişe bir madde bağımlısı. Filmdeki dramatik işlevi, Alpha ve annesinin hayatını zorlaştırmaktan başka bir şey değil… Her şeyin göçmen ailenin uyum sorunları çevresinde örülmesine, hastalığın ayrımcılık metaforu haline getirilmesine elbette itirazım yok ama Ducournau, hiçbirinde öyle çok etkili sonuçlara varamıyor. Travma öğesi, sürprizli akış ve hikâyedeki ani kırılmalar da filme çok şey eklemiyor. Anne filmi ayakta tutan, iyi yazılmış bir karakter… Ama ana karakter Alpha’nın psikolojik anlamda derinlik kazanabildiğini söyleyemem. Alpha, aksiyon filmlerindeki ana karakterler gibi olay örgüsü içinde sürükleniyor.

        Aslına bakarsanız, Ducournau’nun derdi hikâye anlatmak ve yeni bir şey söylemekten ziyade garantili alt metinlerle bir yönetmenlik gösterisi yapmak… Ama kriz, kaos, aşırılık, hareket, abartılı çatışmalar ve hatta yer yer melodram üzerine kurulu bu anlatımı sevdiğimi söyleyemem. Açıkçası, her şey bana çok zorlama geldi. Öte yandan, Cannes’da ana yarışma bölümüne seçilen “Alpha”nın boş ve kötü bir film olduğunu da söyleyemem. Sonuçta, karar sizin… Belki Ducournau, sizin yönetmeninizdir…

        6/10