Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Şerif Gören'in ardından

        Bir ülke sinemasının belirli dönemlerine damga vuran sinemacılar vardır. Şerif Gören onlardan biridir… Türkiye’de 1970’ler ve 1980’ler sinemasının tarihini Şerif Gören’den söz etmeden yazmanız mümkün değildir. Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı “Yol” ile Cannes Film Festivali’nden Türkiye’ye ilk Altın Palmiye ödülünü getirmesi kuşkusuz tarihi bir olaydır. Ama biliyoruz ki, “Yol” o ödülü kazanmasaydı da Şerif Gören, sinemamızın usta yönetmenlerinden biri olarak anılmayı hep sürdürecekti.

        Şerif Gören, ustası Yılmaz Güney gibi Yeşilçam’ın içinden yetişmiş bir sinemacıdır. 1964 yılında, 20 yaşındayken yapım sonrası hizmet veren film stüdyolarında çalışmaya başlamış; negatif kurgu ve ses senkronu gibi teknik işlerin ardından 3 yıl sonra 23 yaşında montaj masasının başına geçmiştir. Kolay değildir o yaşta o sorumluluğu alması… Belli ki çalıştığı sürede montaj ustalarına asistanlık yapmış ve incelikleri zorlukları olan bir uzmanlık alanında kendini yetiştirip, yatkınlığını göstermiştir. Çekirdekten yetişmesinin, özellikle montaj bilgisinin yönetmenliği üzerindeki olumlu etkilerini görmek her zaman mümkündür.

        Şerif Gören-Kadir İnanır-Faruk Turgut (Soldan Sağa)
        Şerif Gören-Kadir İnanır-Faruk Turgut (Soldan Sağa)

        Reji grubuna geçerek setlerde çalışmaya başlamakta gecikmez Şerif Gören. Ustası Güney, yönetmenliğe kadar uzanacak yolu açar ona. Sinema tarihimizin en iyilerinden biri olarak kabul edilen “Umut”un senaryo çalışmalarına katılır, yardımcı yönetmenlik yapar. Yapımcıların ona güvenip bir filmin yönetmenliğini teslim etmesi çok vakit almaz. İlk büyük başarısı, Yılmaz Güney’in başladığı ama tutuklandığı için bitiremediği “Endişe” (1974) filmiyle gelir. “Endişe” 1975’te Antalya’da en iyi film ve senaryo ödüllerinin yanı sıra Şerif Gören’e yönetmen olarak ilk ödülünü getirir.

        Kendi adıma, 1970’lerde “Endişe”den sonra imza attığı en iyi filmin “Almanya Acı Vatan” (1979) olduğunu düşünürüm. 1970’lerin toplumcu gerçekçi Türk sinemasının kayda değer örneklerinden biridir. Hülya Koçyiğit’in oynadığı baş karakteri işçi Güldane ile 1980’ler sinemasında sıkça karşımıza çıkacak kadın ağırlıklı filmlerin öncüleri arasında yer alır; sadece göçle gelen kültürel uyumsuzluklara değil, cinsiyet sorunlarına da odaklanır. “Endişe” ile “Almanya Acı Vatan” arasındaki dönemde Şerif Gören, Yeşilçam sistemi içinde çalışmayı sürdürür. Birçok sinemacının evine çekildiği bir dönem için kayda değer bir durumdur bu. Starların oynadığı farklı tür filmlerinde yönetmen olarak başarısını kanıtlar, sektör içindeki yerini sağlamlaştırır. Yeni dönemin ruhuna uyum sağlar, televizyonun yaygınlaşmasıyla profili değişen seyircileri yakalamasını bilir. Öne çıkan filmleri arasında “Köprü” (1975), “Deprem” (1976), “İstasyon”u (1977) sayabilirim. Sadece Yeşilçam değil, Türkiye için de zor dönemdir. Gören, 12 Eylül 1980 darbesine uzanan bir zaman aralığında umut vadeden genç sinemacıdan Yeşilçam’ın saygı duyulan önemli yönetmenlerinden birine dönüşür.

        1980’ler Şerif Gören’in tartışmasız biçimde ustalık dönemidir. Sinema tarihimizin en iyi filmlerinden biri olan “Yol”da (1981) Yılmaz Güney’in olağanüstü senaryosunun hakkını verir, yönetmen olarak üstüne düşeni fazlasıyla yapar. “Yol”, toplumcu gerçekçi akımın, dünya sinemasında karşılığını bulan en iyi filmlerinden biriyse bu başarıda kamera arkasındaki Şerif Gören’in payı asla azımsanamaz.

        Selin Şekerci-Şerif Gören-Hazal Kaya (Soldan Sağa)
        Selin Şekerci-Şerif Gören-Hazal Kaya (Soldan Sağa)

        Şerif Gören, “Herhangi Bir Kadın”dan (1981) başlayarak, önceki 10 yılda gösterdiği performansın üstüne çıkar ve 1980’lerin en verimli, en başarılı yönetmenlerinden biri haline gelir. Yönetmenlerin, yıldız oyuncuların sinemadan uzaklaştığı; 12 Eylül’le birlikte devletin başta sansür olmak üzere sinemacılar üzerindeki baskısını artırdığı bir dönemdir 1980’ler… Birçok sinema salonu kapanır, yurtdışından gelen binlerce filmi telif bedeli ödemeden seyircilere kiralayan video kulüpleri her yerde yaygınlaşır. Yeşilçam, yeni koşullara ayak uydurmaya ve hızla değişen seyirci profilini çözmeye çalışarak ayakta kalma mücadelesi verir.

        Aynı dönemde, 1970’lerin politik ortamında yetişen yeni bir seyirci kitlesinin ortaya çıkması, dikkat çekicidir. Televizyon ve video piyasası, Yeşilçam’ın pazar payını giderek küçültmüştür ama yine aynı yıllarda hikâyesi güçlü, daha gerçekçi, daha nitelikli filmler isteyen sinema seyircilerinin sayısı da artmıştır. Şerif Gören, işte bu yeni seyirciyi yakalayan filmleri yapan yönetmenlerden biridir.

        1980’lerdeki Şerif Gören filmografisinin sürprizlerle dolu, üstünde çalışılması gereken özel bir dönem olduğunu düşünürüm. Avrupa kökenli “auteur” sinemasının Türkiye’de etkisini çok hissettirdiği ve tartışıldığı bu yıllarda, filmleri üzerinde konuşmayı pek sevmeyen Gören’in, kişisel bir üslup kadar iyi senaryoya ve hikâye anlatıcılığına odaklanması dikkat çekicidir. Çektiği filmlerin büyük bölümünde Yeşilçam’ın eski alışkanlıklarını, türlere ait şablonlarını terk ettiğini, cesaretle yeni arayışlara girdiğini görürüz. Anlatımlarında kuşkusuz ortak noktalar vardır ama hikâyeleri, temaları üzerinden baktığımızda filmleri birbirinden çok farklı özellikler taşır. Yine de bazılarını alt kümelere ayırmak mümkündür. Sözgelimi, “Derman” (1983), “Kurbağalar” (1985), “Yılanların Öcü” (1985), “Kan” (1986), “Katırcılar”, 1970’lerin gerçekçi geleneğinden esinlenen filmlerdir. İçlerinden özellikle “Kurbağalar” çok beğenilir ve bugün de yönetmenin en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilir.

        1980’ler Türk sineması denilince akla merkezdeki kadın karaktere odaklanan ve erkek egemen toplum yapısını eleştiren filmler gelir genellikle. Gören de bu eğilimden uzak durmaz. “Gizli Duygular” (1984), “Firar” (1984), “Güneşin Tutulduğu Gün” (1983), “10 Kadın” (1987) gibi kadın hikâyeleri, dönemin ruhunu yansıtan ilgiye değer Şerif Gören filmleridir.

        Şerif Gören, 2013 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde özel ödül almıştı.
        Şerif Gören, 2013 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde özel ödül almıştı.

        Gören, 1970’lerdeki ilk dönemine oranla yeni denemeler konusunda daha cesaretlidir. Almanya’da dış çekimlerini yetkililerden izin almadan gerçekleştirdiği, başrolünde Kemal Sunal’ın oynadığı “Polizei” (1988), tam da sözünü ettiğim türde farklı bir sosyal taşlama ve komedi denemesidir. Kendisinin de üzerine konuşmaktan ve çekimlerinden anılar anlatmaktan hoşlandığı filmlerinden biridir.

        Benim bu dönemde en çok sevdiğim filmlerinden ilki 1980’lerin en iyi 12 Eylül hikâyelerinden biri olarak gördüğüm 1986 yapımı, başrolünde Kdir İnanır’ın oynadığı “Sen Türkülerini Söyle”dir. Bir grup eski devrimcinin askeri darbeyi izleyen yıllarda hayatın içinde nereye savrulduklarını anlatan, gözlerden kaçırılmaması gereken bir filmdir. Diğeri ise gösterime girdiği yıllarda yeterince takdir edilmediğini düşündüğüm, yine aynı yıl çektiği “Beyoğlu’nun Arka Yakası”dır. Senaryosunu Hüseyin Kuzu’nun yazdığı, başrolünde Tarık Akan’ın oynadığı film, kendi halinde bir memurun Beyoğlu’nun gece hayatına karışmasını ve sabaha kadar yaşadıklarını anlatır.

        Türk sinemasının büyük bir seyirci krizi yaşadığı, yerli film üretiminin çok düştüğü 1993 yılında çektiği, başrolünde Şener Şen’in oynadığı “Amerikalı”, Şerif Gören’in gişe sorununa kendine göre doğru teşhisi koyduğunun bir göstergesidir aslında. 1980’li yıllarda hem Avrupa sineması etkisi altında çekilen nitelikli yerli dram filmlerine hem eski usul Yeşilçam sinemasına olan ilgi artık çok azalmıştır. Gören, böylesi bir dönemde sosyal taşlama yanı ağır basan hafif bir komedi filmiyle seyircinin ilgisizliğini göreceli olarak kırmayı başarır. Ama her şeyin alt üst olacağı, Yeşilçam’dan bağımsız yeni bir Türk sinemasının gelişeceği yıllarda köşesine çekilmeyi ve sadece televizyon için çalışmayı tercih eder. 1970’li ve 1980’li yıllardaki nitelikli yerli filmleri ayakta tutan seyirci kuşağının evine çekilmesi ile Şerif Gören’in sinemadan uzaklaşması, birbirine paralel gelişmelerdir aslında. Aynı seyirci kuşağının bugün hâlâ çok değer verdiği, sevdiği ve adını saygıyla andığı yönetmenlerden biri olması tesadüf değildir. Çünkü Şerif Gören’le bu kuşak arasında güçlü bir bağ vardır. Özellikle yaşı 50-70 arasında değişen sinemaseverlere sorduğunuzda birçoğunun Şerif Gören’i ve filmlerini çok sevdiğine tanık olursunuz. Çünkü bir dönemin sinema kültürüne damgasını vurmuş bir yönetmendir.

        İlk filmlerinden bu yana sinema duygusu çok güçlüdür. Filmlerinde tempo sorunu hiç yoktur. 20 yaşından beri içinde olduğu sinema sanatı, onun ana dili gibidir. Filmlerini seyrettiğinizde her şeyi görüntülerle anlatma konusundaki ustalığını takdir edersiniz. Bütün usta yönetmenlerde olduğu gibi o da düşünce ve duygularını imgeleştirmesini bilir. Öncelikle söze değil görüntüye güvenir. Zorlu doğa koşullarını en iyi anlatan yönetmenlerimizden biri olarak kabul edilmesi tesadüf değildir. Sadece doğayı, doğayla mücadele eden insanı, kırsal kesimi, taşrayı, kasabayı değil büyük şehri de iyi anlatır. Özetle, Türk sinemasında kalıcı izler bırakmış gerçek bir ustadır.

        Onunla en son geçtiğimiz eylül ayında Adana Altın Koza Film Festivali’nde karşılaşıp sohbet ettik. En üretken olduğu yıllarda dahi röportaj vermeyi, basınla konuşmayı pek sevmediğini bilirdim. Buna karşılık, festivallerde oluşan sıcak ve dostane ortamlarda çevresindeki insanlara anılarını anlatmayı severdi. Her seferinde “Anlattıkların çok önemli, hepsinin tarihi değeri var, mutlaka kitap olmalı” derdim. O da “Boş ver kitabı. Anlatıyorum işte…” der gülüp geçerdi. Oysa Türk sinema tarihinin birçok kritik noktasının en önemli tanıklarından biriydi. Bana sorarsanız, gelecek kuşakların ilgiyle okuyacağı, kayıtlara geçmesi gereken çok şey vardı anlatacağı… Ama o geleceğe sadece filmleri ve dost sohbetlerinde anlattıkları ile kalmak istedi.

        Geçtiğimiz günlerde hastaneye kaldırıldığı haberi geldiğinde ve durumunun ağır olduğunu öğrendiğimde, onu seven sayan herkes gibi ben de çok üzüldüm ve iyileşmesi için dua ettim. Ama ne yazık ki hiçbirimizin duymak ve kabullenmek istemediği kötü haber sonunda 8 Aralık Pazar günü geldi.

        Sinemamızın efsane yönetmenlerinden Şerif Gören’i kaybettik. 80 yaşındaydı ve ruhu hâlâ gençti. Onu ne zaman görsem hep güler yüzlü ve pozitifti. Sinema camiasının çok sevdiği bir isimdi. Acımız gerçekten büyük. Tek tesellimiz, filmleriyle ve hatıralarıyla gönlümüzde yaşamaya devam edeceği…