Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Kara bir romantik komedi

        Bir kara komedi örneği olan “Güller” (The Roses), Warren Adler’in 1981’de yayımlanan “The War of the Roses” adlı romanından gerçekleştirilen hayli serbest bir adaptasyon… Aynı romanın ilk film uyarlaması “Güllerin Savaşı”nın (The War of the Roses – 1989) yeniden çevrimi olarak kabul etmek de mümkün elbette; ama “Güller”, hikâye örgüsü, karakterler ve detaylar konusunda hem romana hem ilk uyarlamaya göre gerçekten çok farklı özellikler taşıyor.

        Romanın ve iki uyarlamanın ortak yanı, boşanma sürecindeki Rose çiftinin oturdukları evi sahiplenmek için verdikleri “savaş”tır. Avukatlarının ısrarla karşı çıkmasına rağmen ikisi de ev konusunda geri adım atmaz. Başlattıkları psikolojik savaş adım adım kontrolden çıkar; abartılı noktalara varır.

        Senaryosunu Tony McNamara’nın yazdığı, Jay Roach’un yönettiği “Güller”, daha az süreyle de olsa aynı inatlaşmaya aynı şekilde yer veriyor. Hatta film, evlilik terapistini dahi çileden çıkardıkları komik bir atışma sahnesiyle açılıyor. Ama asıl olarak “ev savaşının” öncesinde olup bitenlere odaklanan, “aşk ve evlilik ilişkisi” üzerine bir film seyrediyoruz.

        Danny De Vito’nun yönettiği ilk film ise öncelikle ayrılık ve boşanma süreci üzerine kuruludur. Evet, her şey yıldırım aşkıyla başlamış ve evlilik yıllarca bir şekilde sürüp gitmiştir ama Barbara Rose, artık devam etmek istemez. Aynı romandaki gibi eşini artık sevmediğini ve bir an önce ayrılmak istediğini itiraf eder. Kocası Oliver Rose ise evliliğin devamından yanadır. Sonuç olarak, “Güllerin Savaşı” egoist ve benmerkezci erkeğin artık sevilmediği gerçeğini bir türlü kabul edememesiyle ilgili bir hikâye anlatır. Erkek partnerine hâlâ aşıkken, kadın birlikte yaşamaya tahammül edemediği bir noktaya gelmiştir. Kadın emeğinin karşılığı olarak ister evi. Erkek ise “parayı ben verdim” diyerek evini bırakmak istemez.

        “Güller”in son bölümünde de ev konusunda bir emek / sermaye anlaşmazlığı oluyor ama bu kez kadın ve erkeğin konumları değişiyor. Asıl önemlisi, ilişkinin dinamikleri evlilik içinde çok farklı şekilde gelişiyor. Mimar Theo Rose (Benedict Cumberbatch) ve Şef Ivy (Olivia Colman), Londra’da bir restoranın mutfağında karşılaşıyor; tam anlamıyla “bir ilk görüşte aşk” vakası yaşıyorlar. Âşık olmaları ile mesleklerinde daha önemli adımlar atmak ve İngiliz muhafazakarlığından kaçmak için ABD’ye yerleşme kararı almaları, nerdeyse aynı anda gerçekleşiyor. Theo, mimar olarak mesleğinde önemli yerlere gelirken evle ilgilenmek ve iki çocuğa bakmak, Ivy’ye kalıyor. O yüzden Ivy, yıllarca mesleğinde ilerleyemiyor; marifetlerini kendi mutfağında sergiliyor. Durumun rahatsızlığını yaşayan Theo, küçük bir kıyı restoranını devralıyor. Ivy’nin civarda dolaşan yengeçlerden esinlenerek menüsünü hazırladığı mekân, haftada 3 gün açık olmasına rağmen başlarda müşteri bulmakta çok zorlanıyor. Ama bölgede etkili olan fırtına Ivy ve Theo için her şeyi değiştiriyor.

        “Güller”, aşkın nereye kadar yürüyüp yürümeyeceğini sorgulayan evlilik komedilerinden değil. Aşk bir şekilde sonuna kadar sürüyor. Ki hikâyenin en can alıcı noktası belki de bu… Aşkın bile çözemediği sorunları ortaya koyuyor film. Evlilik kurumu sevgisizlikten değil, kişilik çatışmaları, ego problemleri ve derin görüş ayrılıkları nedeniyle çatırdıyor.

        Çocuk yetiştirme konusundaki görüş ayrılıkları da bunlardan biri… Ivy, çocuklarla birlikte geçirdiği eğlenceli zamana önem veren, onları hazırladığı tatlılarla şaşırtmayı seven bir anne. Theo ise çocukları katı beslenme diyeti, yoğun egzersiz programı ve çalışma disipliniyle büyütmekten yana. Asıl önemli nokta, çocuklarla daha çok vakit geçiren ebeveynin, onları istediği gibi şekillendirme şansına sahip olması... Diğeri ise çaresiz şekilde çocuklarından uzaklaşıyor. Theo eline geçen fırsatı duyarsız şekilde kullanmaktan kaçınmıyor ve bu, Ivy’nin sürekli rahatsız olduğu konulardan biri haline geliyor.

        Ivy’nin zaman içinde Theo’ya bilenmesinin bir başka nedeni, özünde ne kadar duyarlı olursa olsun erkeklik egosundan tam anlamıyla kurtulamaması… Ivy, ev işleri ve çocuk bakımını severek yürütürken kariyerini, egosunu hiçbir zaman ön plana çıkarmıyor. Evde olmaktan şikâyet etmiyor. Theo’nun ısrarı olmasa restoran açmak gibi bir niyeti bile yok aslında. Çünkü Ivy, başarıya ve para kazanmaya odaklı, hırslı biri değil. Onun için insan ilişkileri her şeyden önemli. Mesleğini yaparken rekabetten bile hoşlanmadığı belli oluyor. Sadece lezzetli tatlılar, yemekler yapmak istiyor. Profesyonel ve maddi anlamda başarı geldiğinde ise evin para kazanan tek ebeveyni olarak yükü omuzlamak zorunda kalıyor; iş insanına dönüşüyor. Theo ise roller değiştiğinde Ivy gibi rahat olamıyor. Egosunun incindiğini saklayamıyor, onu ve başarılarını kıskanmaktan alıkoyamıyor kendini. Ivy, Theo’yu mutlu etmek için “Hadi hayallerindeki evi tasarla ve inşa et!” önerisini getirdiğinde bir kez daha mesleki hırslarına kaptırıyor kendini. Ailesiyle mutlu mesut yaşayacağı evi, hayatının en büyük mimari projesi haline getirmekten imtina etmiyor. Daha önce mahvına neden olan mesleki hırsı ve egosunun Ivy’yi maddi manevi açılardan ne kadar zorladığını hiç görmüyor. Evin inşası sırasında, istekleri hiç bitmeyen duyarsız birine dönüşüyor. Theo’nun ev projesine tutkuyla bağlanması ile Ivy’nin işlerini yürütme biçimi arasındaki farklılık, hayata yaklaşımlarındaki karşıtlığı da ortaya koyuyor.

        İlk filmde erkek, tüm parasını verdiği için evde hak iddia eder. Burada da Ivy aynı gerekçeyi öne sürüyor ama asıl nedenin bu olmadığını hissediyoruz. Çünkü parayı önemseyen biri değil Ivy. Theo’nun ilişkiyi çıkmaza sokan hırs ve egosunun simgesi olarak gördüğü için evi bırakmak istemiyor. Theo’nun şımarık ve müsrif taleplerini yerine getirmek için neler çektiğini düşündükçe, evi verip Theo için her şeyi kolaylaştırma fikrinden hoşlanmıyor. Çocuklarından ayrı kalmasının intikamını alıyor aynı zamanda… Derinlerdeki bir başka neden ise Theo’yu hâlâ sevmesi ve ondan ayrılmak istememesi elbette…

        Gişelerde gösterdiği başarının yanı sıra eleştirmenlerden yüksek notlar alan ilk film, 1980’ler sinemasının kalburüstü örneklerinden biri olarak anılıyor hâlâ. Oturup seyrettiğinizde yönetmenliği, senaryosu ve karakterleriyle hiç eskimediğini görüyorsunuz. 2025 yapımı “Güller”in şanssızlığı böyle başarılı bir ilk uyarlamayla karşılaştırılması… O yüzden, filmin özellikle ABD ve İngiltere’de ilk uyarlamayla kıyaslandığı ve pek beğenilmediği aşikâr. Yönetmenlik açısından belki ilk film kadar parlak değil ama bana sorarsanız, “Sarayın Gözdesi” (The Favourite) ve “Zavallılar”da (Poor Things) Yorgos Lanthimos ile birlikte çalışan senaryo yazarı Tony McNamara, gayet iyi iş çıkarıyor. McNamara ve yönetmen Jay Roach, ilk uyarlamayı tekrar etmek yerine yeni ve özgün bir bakış açısıyla ele alıyorlar “cinsiyetler savaşı” fikrini.

        #resim#1289763#

        İlk filmde evliliğin ilk yıllarından itibaren kadının yanında hissederiz kendimizi. Erkeğin egoizmi rahatsız edicidir. Burada ise taraf tutmak çok kolay olmuyor. Film bazen iyi ile iyinin bazen kötü ile kötünün çatışması üzerine kuruluyor. Mütevazı ve dürüst Ivy de egosuna ve kıskançlık duygusuna yenilebiliyor. İş hayatında başarıyı ve şöhreti yönetmekte başarılı olsa da çocuklarına yeterince vakit ayıramıyor; işkolik olmaktan uzak duramıyor. Ayrıca, Theo ile çıkan hiçbir krizi yönetemiyor, sorunları çözme becerisini gösteremiyor. Özetle, ilişkinin geldiği noktada onun da hataları var.

        “Güller”in en hoş yanlarından biri, eğlenceli ve komik olmayı başarırken karakterlerin psikolojisini derinliğine yakalaması… Tabi bunda Olivia Colman ile Benedict Cumberbatch’in oyunculuklarının çok büyük payı var.

        #resim#1289764#

        İlk filmde Rose çiftinin kontrolden çıkmasına tanık olan yan karakter sayısı sınırlıdır. Avukat rolünü oynayan ve anlatıcılığı üstlenen Danny DeVito, üçüncü karakter olarak filme ağırlığını koyar. Burada ise Kate McKinnon (Amy), Andy Samberg (Barry), Ncuti Gatwa (Jeffrey), Jamie Demetriou (Rory), Zoe Chao (Sally), Sunita Mani (Jane), Allison Janney (Eleanor) gibi oyuncuların canlandırdığı zengin bir yan karakter kadrosu var ve hepsi filmin mizah duygusuna katkılarda bulunuyorlar.

        “Güller”, aşka inanan, cinsiyetler savaşını ele alan duygusal bir romantik komedi olduğu kadar evlilik dramı olmayı başaran bir kara komedi aynı zamanda. O yüzden “kara bir romantik komedi” demek de mümkün.

        7/10