Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz çarşamba günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma, gerek bölgeye ve dünyaya dair yaklaşımları, gerekse Türkiye’nin gelecek perspektifini ortaya koyan tanımlarıyla son derece önemli bir metindi.
Bu konuşmaya dair kamuoyunun bir bölümünde fazlasıyla güncel tartışmalara sıkışmış bir beklenti vardı. İddia malum: Cumhurbaşkanı Erdoğan’la MHP lideri Devlet Bahçeli arasında 1 Ekim itibarıyla ortaya çıkan gelişmeler üzerinde ciddi görüş ayrılıkları vardı. Gelişmeleri yakından takip eden kimi meslektaşlarım bile son grup toplantısının bu iddialara son noktayı koyup koymayacağını merak ediyordu. Bu bizim mesleki özelliğimiz, birileri bazı iddialar ortaya atıyorsa sonuna kadar peşinde oluruz.
Fakat bu kez durum, yukarıda özetlediğim iddialara yer bırakmayacak kadar açık.
FIRSAT PENCERESİ
1 Ekim 2024 sonrasında pek çok konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin önüne açılan fırsat penceresinden ve Bahçeli’nin cesur çıkışından söz etti. Elini değil vücudunu taşın altına koyduğunu belirtti. İşte bu sözlerin ifade edildiği günden bazı alıntılar yapmak istiyorum.
30 Ekim 2024, AK Parti grup toplantısı. Şunları söyledi Erdoğan: "Sayın Bahçeli’nin elini değil, tüm vücudunu taşın altına koymasıyla çok daha büyük imkan ele geçirdik. Bu fırsat penceresinin, millet ve siyaset kurumu tarafından iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Sevgili Kürt kardeşim, senden bu eli samimiyetle tutmanı, sımsıkı tutmanı bekliyoruz. Siyonist İsrail’in aparatlığını, emperyalizmin uşaklığını, Türkiye düşmanlarının maşalığını yapanları aradan çekip çıkartmanı istiyoruz.”
Erdoğan bu konuşmada, Türk ile Kürt’ün kardeşliğini yüceltmek için ne gerekiyorsa denediklerini, ancak her defasında karşılarına ihanet çıktığını belirterek şunları da ifade etti:
“Bu meseleyi ülkemizin gündeminden tamamen çıkararak, 40 yıllık siyasi hayatımızı taçlandırmak niyetindeyiz. Terör belası başta olmak üzere kronik sorunlarımızı çözmek, Türkiye’yi kardeşlik ekseninde büyütmek için önümüze bulunmaz bir imkân çıktı.”
POLİTİK TAKTİKLER
Ortaya çıkan kritik bir sürece dair insanların kafalarında kuşkular olması elbette yadırganamaz. Fakat meseleyi getirip Erdoğan-Bahçeli ayrışmasına taşımak, bir kaygının değil politik taktiklerin ürünü olabilir.
Cumhur İttifakı’nın iki lideri arasında yaklaşık 9 yıldır şekillenen, üslubu, yaklaşım ve nezaketi oturmuş bir hukuk ve inşa edilen bir siyasi ilişki var. Türkiye siyasetinin alışageldiği politik tutumlardan hayli farklı. İttifak gücünü önemli ölçüde bu duruştan alıyor zaten.
Her meselede birebir aynı mı düşünüyorlar? Kuşkusuz farklı yaklaşım ve görüşlere sahip oldukları başlıklar oldu, bundan sonra olması da muhtemel. Ancak iki liderin zaman zaman gerçekleştirdiği görüşmelerin ana gündemi; tarafların fikri olarak şekillendirdiği ve üzerinde emek sarfettiği konuların, ortak bir hedefe yönlendirilmesi. Dolayısıyla ülkenin, hatta bölgenin geleceğini yakından ilgilendiren konuları birbirinden kopuk, habersiz ve kendi başına gündeme getirdiklerini düşünmek siyasi gerçeklikten çok uzak.
Her iki partinin de uzun yıllara dayanan birer stratejik mutfağı var. Buralarda kritik sorunlar üzerine son derece çetin tartışmalar ve müzakereler yapılıyor. Kuşkusuz hükümet tarafında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yine bu meseleleri ele alan son derece tecrübeli ekipleri de var. Bu ekipler pek çok kanaldan veri ve bilgi akışıyla besleniyor. Elbette güncel tartışmaları, ortaya atılan iddiaları ve siyasi manevraları da yakından takip ediyorlar.
ÇERÇEVE BAŞTAN BERİ NET
Son grup toplantısından şu alıntıyı da yapalım: “Şayet gerekli çağrı yapılır, terör örgütü ve bağlantılı yapılar da gereken adımları atarsa, kazanan Türküyle, Kürdüyle tüm Türkiye olacaktır. Eğer örgüt bu çağrıya kulak tıkar ve ipe un sererse, bağlantılı yapılar da kendilerinden beklenen iradeyi sergilemezse, o zaman biz 'Terörsüz Türkiye' hedefimizi başka yöntemlerle gerçekleştiririz."
İlk günden itibaren meselenin ana çerçevesi bu. Ne Bahçeli bundan farklı, az ya da fazla bir söz söyledi. Ne de Cumhurbaşkanı Erdoğan farklı bir görüş ortaya koydu.
Şöyle bir önerim var. Suriye Devriminin başladığı ilk andan itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bahçeli’nin yaptığı açıklamaları yan yana okuyalım. Burada gerek hazırlık dönemine, gerek sahadaki gelişmelere, gerekse de işin geleceğine dair vurguların da ortak olduğunu görebiliriz.
VESAYET TUTKUNLARI RAHATSIZ
Terörün vesayetinin siyasetin üzerinden kalktığı bir dönemin, herkesi aynı ölçüde heyecanlandırmadığı ortada. Vesayet öyle bir illet ve alışkanlık haline gelmiş ki, gölgesinde siyaset yapanlar onun ortadan kalktığı bir dönemde ne yapacaklarını tasavvur edemiyorlar.
Türkiye bunu başarırsa şunlar olacak. Bir daha hiç kimse sırtını dağlara, silahlara ve teröre yaslayarak sözde siyaset yapamayacak. Farklı görüşleri baskı altında tutamayacak. Unutmadan, PKK ve uzantılarının bugüne kadar herhangi bir yerde, alanda ve zeminde Kürtlerin farklı görüşler ifade etmesine izin verdiğini gören, duyan ve tanık olan var mı gerçekten.
O günler gelecek, herkes dağdaki ne der korkusu yaşamadan fikrini söyleyecek. Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyenlerin asıl sınavı o zaman başlayacak.