Ceyda ERENOĞLU/HABERTÜRK
YAZI DİZİSİ 1
BAŞLARKEN
Dünyada yaşananlar keyif vermiyor. Alışık olduğumuz meseleler ise yerli yerinde. Hemen herkesin psikolojisi bozuk olsa da yaşanan olumsuzlukların kadınların ruh sağlığını daha fazla etkilediğini biz değil uzmanlar söylüyor. Baskıcı anne babalar, eşit olmayan iş koşulları, çocukların getirdiği yükün ağırlığı, iş hayatında maruz kalınan ayrımcılık ve cinsellikle ilgili problemler psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor. Böyle olunca; yüzü gülmeyen annelerin, mutsuz eşlerin, çalışan üzgün kadınların oranı dikkat çekici boyutlara ulaşıyor. Şiddet ve taciz mağduru kadın sayısının her geçen gün arttığı dünyada ve ülkemizde, hep bir ağızdan “Şiddete hayır” diye haykıranlar arasında bile şiddet uygulayanlar var. O halde bu durumdan en çok etkilenen kadınların psikolojik sorunlarını ve çözüm yollarını masaya yatırmanın zamanı geldi. Söz sırası uzmanlarda…
Kadını şiddet ve yoksulluk vuruyor
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2002 tarihli raporu; kadınlarda ruhsal hastalıkların daha fazla görülme nedeninin biyolojik ve hormonal yatkınlıklardan çok, stres ve risk etkenlerine daha çok maruz kalmaları olduğuna dikkat çekiyor. Kadınlar çocukluk yaşlarından itibaren ruhsal hastalıklara erkeklere oranla daha çok yakalanıyor. Yine kadınlarda erkeklere kıyasla 2 kat fazla görülen depresyon ve anksiyete bozuklukları gibi ruhsal hastalıklar özellikle 20’li yaşların sonu ve 30’lu yaşlarda ortaya çıkıyor. Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi Koordinatörü ve Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, ülkemizde yapılmış en büyük araştırma olan “Türkiye Ruh Sağlığı Profili” çalışmasının, Türkiye’de nüfusun yüzde 18’inin yaşam boyu bir ruhsal hastalık geçirdiğini ortaya koyduğunu söylüyor. Bu noktada ülkemizde ve dünyada ruh sağlığı konularında yeterince araştırma olmadığını da not etmek gerek. ABD’deki Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü’nün 2012 verilerine göre bir yıl içinde herhangi bir ruhsal hastalığı olanların oranı yüzde 18.6 iken, ağır ruhsal rahatsızlığı bulunanların oranı yüzde 4.1. Ortalama her 5 kişiden biri bir ruhsal hastalık geçiriyor. Her 20 kişiden birinde de ağır yeti yitimine yol açan bir hastalık görülüyor. Sık rastlanan hastalıklardan “majör depresyon” un yaşam boyu görülme sıklığı yüzde 20.5. Her 5 kişiden biri en az bir kez depresyon geçirirken, her 12 kişiden birinde travma sonrası stres bozukluğu var.
KADINLAR RUHSAL HASTALIKLARDA ERKEKLERİN ÇOK ÖNÜNDE
Yine ABD’deki istatistiklerde kadınlarda izlenen ruhsal hastalık oranının yüzde 22, erkeklerde ise yüzde 14.6 olduğu görülüyor. Depresif bozukluklar ile anksiyete bozuklukları gibi psikolojik ve çevresel faktörlerin daha fazla tetiklediği ruhsal hastalıklar kadınlarda erkeklerden iki kat fazla görülüyor. Farklı çalışmalarda, depresif bozukluklarda bu oran 1.5 - 3 kata çıkarken; panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk gibi anksiyete bozukluklarında oranın erkeklerden 1.5 - 4 kat daha fazla olduğuna dikkat çekiliyor.
TEDAVİ İÇİN BAŞVURUYOR AMA TEDAVİ GÖRMÜYORLAR
Tüm dünyada kadınlar sağlık kurumlarına daha sık başvursa da ABD’de 2008 yılında yapılan genel bir tarama çalışması, kadınların psikiyatri hizmetlerine erkeklerle karşılaştırıldığında yüzde 40 oranında daha az eriştiğini gösteriyor. Kadınlarda depresyon 2 kat daha sık görüldüğü halde psikiyatri kliniklerinde yatan depresyon hastalarında bu oran dörtte bire düşüyor. Bu, kadınların ruhsal açıdan daha sık rahatsızlıkla karşılaşıp sağlık kurumlarına daha çok başvursalar da tedavilerini tamamlayamadıklarını gösteriyor. Bu durumun temel nedeninin cinsiyet eşitsizliği olduğunu söyleyen Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, “Klinik gözlemlerimiz, ev işleri ve çocuk bakımındaki sorumluluklarından dolayı bir kadının hastanede yatarak tedavi görmesinin ailesi ve kendisi tarafından istenmediğini gösteriyor” diyor.
EN ÇOK YOKSULLUK VE ŞİDDET HASTA EDİYOR
Kadınlarda ruhsal hastalıkların daha sık görülmesinin temel nedenlerinden ikisi, yoksulluk ve kadına yönelik şiddet. Bu konudaki tüm çalışmalar; yoksul, az okumuş, erken yaşta evlenmiş, çalışmayan ve kendi yaşamını belirleme hakkı olmayan kadınların şiddete daha çok maruz kaldığını gösteriyor. Ancak eğitimli ve kentli kadınların şiddet mağduru olması da nadir rastlanan bir durum değil. Bu, şiddet eğilimli erkeklerin eğitim ve kariyeri de kolay idrak edemediklerinin göstergesi. İntihar girişiminde bulunan her 5 kadından birinin yakın dönemde fiziksel şiddete maruz kaldığını gösteren çalışmalar da var. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre dünyada kadınların yüzde 75’inin banka hesabı bulunmuyor. Çoğu kadın maaşsız, düşük ücretli veya güvencesiz işlerde çalışıyor. Dünyadaki mal varlıklarının sadece yüzde 1’inin mülkiyetinin kadınların elinde olması da kadının durumunu ortaya koyan önemli bir gösterge olarak değerlendiriliyor.
SUÇLU KADINLIK HORMONLARI MI?
Kadınlarda hormonal değişiklikler âdet öncesi dönemde çeşitli ruhsal belirtilerin ortaya çıkmasına ve var olan depresyonun şiddetlenmesine yol açabiliyor. Üreme çağındaki kadınların yaklaşık yüzde 20’sinde, âdet öncesi dönemde birkaç günden 2 haftaya kadar süren duygusal, davranışsal ve fiziksel değişikliklerin izlendiği, “âdet öncesi sendromu” adı verilen bir rahatsızlık bulunuyor. Ayrıca gebelik ve doğum sonrası dönemde de kadınlarda depresyon oranının yükseldiğine dikkat çekiliyor. Çalışmalar; yoksulluk, sosyal destek yetersizliği, şiddete maruz kalma gibi nedenlerin kadınlarda doğum sonrası depresyonu 11 kata kadar artırdığını ortaya koyuyor. Bu durum depresyonun sık görülme nedeninin (doğum sonrası dönemde bile) sadece hormonal faktörlere bağlanamayacağını gösteriyor.
KADININ YAŞAMI KENDİ ELİNDE DEĞİL
Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, “Kadınlar çocukluk döneminden itibaren fiziksel, cinsel ve duygusal şiddete çok daha sık maruz kalıyor” diyor; Türkiye’de hâlâ çoğu kadının kiminle kaç yaşında evleneceği, kaç yıl eğitim alacağı, nasıl bir meslek sahibi olacağı, ücretli bir işte çalışıp çalışmayacağı, kaç çocuk doğuracağı, evden hangi saatte çıkıp eve hangi saatte gireceği, ne kadar para harcayıp nereye gidebileceği gibi konularda karar alma süreçlerine ailesi ve çevresi karışıyor.
2 Kadınlarda depresyon görülme oranı erkeklerden 2 kat fazla.
%18 Türkiye Ruh Sağlığı Profili” çalışmasına göre nüfusun yüzde 18’i yaşam boyu bir ruhsal hastalık geçiriyor.
%22 ABD istatistiklerine göre kadınlarda izlenen ruhsal hastalık oranı yüzde 22, erkeklerdeyüzde 14.6
%1 Dünyadaki mal varlıklarının sadece yüzde 1’inin mülkiyeti kadınların
elinde
19 Türkiye’de 19 yaş ve altı her 5 kadın ve çocuktan biri ilk bebeğini doğurmuş ya da doğurmak üzere.
30 Kadınlarda depresyon ve anksiyete bozuklukları gibi ruhsal hastalıkların görülme yaşı
5 Ortalama her 5 kişiden birinin ruhsal hastalığı var.
%75 Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyada yaşayan kadınların yüzde 75’inin banka hesabı yok.
5 İntihar girişiminde bulunan her 5 kadından biri yakın dönemde şiddet mağduru olmuş
%20 Üreme çağındaki kadınların yaklaşık yüzde 20’sinde “Âdet öncesi sendromu” görülüyor.
EN TAHAMMÜL EDEMEDİKLERİ ŞEY
Kadınları ruhsal hastalıkların kucağına iten en tahammül edemedikleri şeylerin başında eşleri tarafından kötü muamele görmek, fiziksel ve sözel şiddete maruz kalmak geliyor
AVRUPALI KADIN DA ŞİDDET MAĞDURU
Geçtiğimiz yıl yayınlanan “Avrupa Birliği Ülkelerinde Kadına Yönelik Şiddet” araştırmasında; son 12 ay içinde Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan 13 milyon kadının fiziksel şiddete, 3.7 milyon kadının ise cinsel şiddete maruz bırakıldığı tespit ediliyor. Bu, AB ülkelerinde yaşayan kadınların yüzde 8’inin son bir yıl içinde fiziksel ya da cinsel şiddet yaşadıkları anlamına geliyor. Yine aynı araştırmada, bu ülkelerde yaşayan her 3 kadından 1’inin 15 yaşından sonra en az bir defa fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kaldığına dikkat çekiliyor. İstatistiklere göre İngiltere gibi bir ülkede bile evli kadınların yüzde 44’üne eşi tarafından en az bir kez fiziksel şiddet uygulanıyor.
KADINA YÖNELİK İYİLEŞTİRMELER VAR
Geçtiğimiz günlerde Başbakan Ahmet Davutoğlu’ nun açıkladığı iyileştirme paketi kadın ve çocuğa yönelik yeni haberler içeriyor. Buna göre;
Kadın ve çocuğa şiddete karşı çok kapsamlı bir seferberlik başlatılacak.
Gençlere (istemeleri halinde) evlilik öncesi eğitim programlarıyla destek verilecek.
Belediyelere kreş ve gündüz bakım evi zorunluluğu getirilecek.
Çocuk okul çağına gelene kadar ebeveynler kısmi çalışma düzeninden yararlanacak
Prematüre doğum veya annenin vefatı halinde izinler yeniden düzenlenecek. Anne doğum esnasında yaşamını yitirirse aynı haklar babaya geçecek.
Eşi doğum yapana 5 gün izin verilecek.
Annelik izni bitiminden sonra ilk çocuk için iki ay, ikinci çocuk için 4 ay olmak üzere yarı zamanlı çalışma izni getirilecek.
İlk doğumda 300, ikincide 400, 3. çocukta 600 lira yardım verilecek.
SÜPER ANNELİK YIPRATIYOR
Kadınları en çok çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayamama, karınlarını doyuramama (ya da yetersiz doyurma) eğitim ve giyim giderlerine yetememe gibi sorunlar üzüyor. Öte yandan, daha çok kentli anneleri ilgilendiren “süper annelik” kavramı da kadın ruh sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. Kadınların pek çoğu gebeliğin ilk anından itibaren “varlığını çocuğuna adama beklentisi” altında eziliyor. Gerçek yaşamda “süper anne” olamadığını düşünen birçok kadın kendini suçlu ve beceriksiz hissediyor. Annelikten beklenen ağır performans ve atfedilen mitler kadınların bu yük altında ezilip çok sayıda ruhsal rahatsızlıkla karşılaşmasına yol açabiliyor. Tüm bu nedenlerle çocuk bakımı ve bundan kaynaklanan sorumlulukları nedeniyle pek çok kadın ev yaşamına mahkûm olurken, erkekler kamusal alana çıkıp güç sahibi oluyor, sosyal yaşamı düzenliyor ve politika belirliyor.
19 YAŞ VE ALTI GENÇ KADINLARIN 5’TE BİRİ ÇOCUK SAHİBİ
Türkiye'de 19 yaş ve altındaki genç kadın ve kız çocuklarının neredeyse 5’te birinin ilk çocuğunu doğurmuş ya da doğurmak üzere olduğuna dikkat çekiliyor. Ergen gebelerde depresyon ve özkıyım riskinin daha yüksek olduğu belirtiliyor. Ergen annelerin bebeklerinin ölüm oranları da daha yüksek oluyor. Bu kadınlar hem anneliğin ağır sorumluluğu altında eziliyor hem de eğitim süreçleri yarıda kaldığı için yaşamlarını daha düşük sosyal statüde sürdürüyorlar.
YAZI DİZİSİ 2
MENOPOZU ‘KADINLIĞIN SONU’ OLARAK ALGILAYANLARIN RUH SAĞLIĞI BOZULUYOR
Şehirli kadında ruhsal sorunları artıran nedenler arasında menopoz da bulunuyor. Bazı kadınlar menopozu olumlu bir işaret olarak nitelendirirken, bu dönem bazı kadınlar için yaşlılık sürecine giriş anlamına gelebiliyor. Menopoz döneminde daha önce depresyonu olan kadınların depresif belirtilerinin şiddetlenebileceği, daha önce hiç depresyon geçirmemiş bazı kadınlarda ise depresyon görülebileceği belirtiliyor. Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, cinsel yaşamın menopoz sonrasında da benzer şekilde devam edebileceğinin unutulmaması gerektiğine dikkat çekerek, “bu dönemde terlemelerin, sıcak basmalarının ve menopozla ilgili fiziksel değişikliklerin de ruh sağlığı ile ilgili sorunlara işaret ettiği unutulmamalıdır” diyor.
‘KISIRLIK MUTLULUĞA ENGEL’ İNANIŞI ÇOK YAYGIN
Ülkemizde yapılan araştırmalar son yıllarda kadın kimliğinin en ayrılmaz parçasının ‘annelik’ olduğunu gösteriyor. Anne olamayan kadınların çoğu kendilerini yaşamın her alanında; başarısız, eksik, değersiz ve kusurlu hissediyor. Bu sorunu yaşayan çiftlerin yaşlılığa dair bazı endişeleri olduğuna da dikkat çekiliyor. Kısırlık sorunu kendilerinden kaynaklanan kadınlar, eşlerine karşı suçluluk hissediyor ve beraberlikleri çocuksuz devam edemeyecekmiş duygusuna kapılıyor.
Kadının ruh hali anneliğin başlangıç döneminde bozuluyor
Hem ev işlerinde hem de çocuk bakımında yalnız bırakılan birçok kadının ruh hali anneliğin başlangıç döneminde bozuluyor. Çalışan anne olmanın getirdiği “tükenmişlik sendromu” ise cabası. “Kadın ruh sağlığı” yazı dizimizin ikinci bölümünde de kadına dair çarpıcı gerçeklere yer vermeyi sürdürüyoruz.
Dünya üzerinde toplumsal cinsiyet rollerinde eşitsizlik yaşanan ülkelerde kadınların ruh sağlığının bozulduğu görülüyor. Bunun sonucunda depresyon ve kaygı bozukluğu yaşayan kadınlarla daha sık karşılaşılıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin göstergeleri arasında kadının eğitim düzeyi önemli rol oynuyor. Ücretli ve güvenceli işlerde çalışmaya katılım, doğum kontrol yöntemlerine ulaşım ve ortalama evlilik yaşları gibi konularda karnesi kırıklarla dolu ülkelerde yaşayan kadınlarda ruhsal hastalıklar daha çok görülüyor. Başka çarpıcı bilgiler de var; gelişmiş ülkelerde evlenmemiş ve tek ebeveyn olarak çocuk büyüten kadınların ruh sağlıklarının bozuk olduğunu gösteren araştırmalar da bulunuyor.
EĞİTİM DÜZEYİ DÜŞTÜKÇE HASTALIK DÜZEYİ ARTIYOR
Kadınlarda eğitim ve gelir düzeyi düştükçe ruhsal hastalıklarla daha sık karşılaşılıyor. Düşük eğitim düzeyi ile çocuk yaşta yapılan evlilikler arasında da ilişki bulunuyor. Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi Koordinatörü ve Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, “Okula gitmek sadece bilişsel açıdan bir gelişim ve daha nitelikli mesleklere erişim sağlamıyor, aynı zamanda kişilerin sosyalleşmesine, sorun çözme becerileri geliştirmelerine ve kendilerini daha iyi ifade etmelerine de yarıyor” diyor.
BÜYÜK ŞEHİRLER KADIN RUHUNA DÜŞMAN
Kadın ruh sağlığını olumsuz etkileyenler arasında şehir yaşamı da var. Gürültü kirliliği, ulaşım için harcanan zamanın fazlalığı, güven sorunları, yalnızlaşma, şiddete maruz kalma ve işyerinde mobbingle daha çok karşılaşma gibi nedenler şehirli kadını psikolojik yönden yıpratıyor.
VELİ TOPLANTISINA KATILANLARIN ÇOĞU KADIN
Şehirli kadınların evlenip anne olmaları iş yaşamındaki başarılarını olumsuz etkileyebiliyor. Çoğunluk çocuğu hasta olduğunda bir babanın işini aksatmasını beklemezken hasta çocuğuyla ilgilenmek annenin doğal görevi sayılıyor ve kadınlardan çocuklarının her ihtiyacına yetişmeleri bekleniyor. Veli toplantılarına katılanların çoğunlukla anneler olması bile kadınların çocuk bakımındaki yalnızlığına işaret ediyor.
BİRDEN ÇOK ÇOCUK DEPRESYONU ARTIRIYOR
Her 10 - 12 kadından birinde gebelik döneminde şiddetli depresyon gözleniyor. Doğacak çocuğun bakımına dair endişeleri olan kadınlarda depresyona daha fazla rastlanıyor. Depresyon artışı sosyal desteği yetersiz, yoksul ve birden çok çocuğu olan kadınlarda da gözlemleniyor. Gebelik depresyonunun doğum sonrasında da devam etmesi anne ile bebek arasında güvenli bir bağ kurulmasına engel olabiliyor.
2 Dünya Ekonomik Forumu’nun “Küresel Cinsiyet Uçurumu” raporuna göre Türkiye kendi coğrafyasında cinsiyet eşitsizliği açısından en kötü, kendi gelir grubundaki ülkeler arasında ise cinsiyet eşitsizliği açısından sondan 2. sırada bulunuyor.
3 Türkiye'de her 10 çalışandan 7’si erkek 3’ü kadın.
4 Özellikle okul öncesi yaşta birden çok çocuğu bulunan ve çocuklarının arasındaki yaş farkı 4’ten az olan çalışan kadınlarda “tükenmişlik sendromu” daha fazla görülüyor.
10-12 10-12 kadından birinde gebelik döneminde depresyonla karşılaşılıyor.
120 Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013 için yayınladığı Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda Türkiye 134 ülke arasında 120. sırada yer alıyor.
BÜYÜK ŞEHİR Mİ DEDİNİZ
Gürültü kirliliği, ulaşım için harcanan zaman, güven sorunları, yalnızlaşma ve şiddete maruz kalma şehirli kadını psikolojik yönden yıpratan unsurlar arasında bulunuyor.
30'LU YAŞLAR
Kadınlar özellikle 30’lu yaşlardan itibaren bedenlerinde oluşan doğal değişimleri kabullenemiyor ve bunu çirkinleşme olarak algılayıp güzel görünmek adına sürekli bedenleriyle ilgilenip çokça alışveriş yapıyor
Daha az uyuyor daha çok uyanıyorlar
İş yaşamları dışında evde kendilerini bekleyen rutin işlerin ve çocukların sorumluluğu kadınların yaşamları boyunca erkeklerden daha az uyumalarına ve geceleri daha sık uyanmalarına yol açıyor.
ÇILGIN ALIŞVERİŞİN ALTINDA YATAN GERÇEK
Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, kadın bedeninin iki şekilde denetlendiğini, bunlardan ilkinin toplumsal ve siyasi, ikincisinin ise zayıflık konusunda baskı kaynaklı olduğunu söylüyor. Başterzi, “Kadınlarda seks hormonlarına bağlı olarak ortaya çıkan ve çok doğal bir görünüm olarak değerlendirilmesi gereken ‘selülit’ bile günümüzde hastalık ya da kusur haline getirilmiş durumda. Tıbbi açıdan olağan sınırdaki kadınlar bile daha zayıf olmak ve kilo vermek istiyor. Yeme bozukluklarının artma nedeni de bu. Bu noktada obezite sanki kadınların başarısızlığı olarak görülüp, olağan kilonun üzerindeki kadınların ‘çirkin’ oldukları, çocuklarına iyi örnek olamayacakları, iş hayatında başarı elde edemeyecekleri gibi olumsuz düşüncelerle kendilerine güvenleri azaltılıyor ve kadınlar bedenlerini beğenmez hale getiriliyor” diyor. Yapılan araştırma ve klinik gözlemler de kadınların özellikle 30’lu yaşlardan itibaren bedenlerinde oluşan doğal değişimler ile kontür değişikliklerini çirkinleşme olarak algıladıklarını, güzel görünmek adına sürekli bedenleriyle ilgilenip çokça alışveriş yaptıklarını gösteriyor. Günümüz ilişkilerinin; bedeni ve görüntüyü öncelikli kılan doğası, kadınları göze hoş görünmek adına kiloları, bedenlerinin görünümü ve giysileri için aşırı zaman ve para harcamaya itiyor.
KADINIMIZA YÖNELİK GERÇEKLER
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013 için yayınladığı ‘Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu’ Raporu’nda Türkiye 134 ülke arasında 120. sırada yer alıyor. Bu rapor hazırlanırken; ekonomik katılım, eğitime erişim, sağlık ve politik yetki alanlarında ülkelerdeki kadın-erkek eşitliği değerlendiriliyor. Bu noktada Türkiye kendi coğrafyasında cinsiyet eşitsizliği açısından en kötü, kendi gelir grubundaki ülkeler arasında ise cinsiyet eşitsizliği açısından sondan 2. sırada bulunuyor.
Türkiye’de her 10 çalışandan 7’si erkek iken 3’ünün kadın olduğu belirtiliyor. Kadınlar ömürleri boyunca niteliksiz, güvencesiz işlerde düşük ücretle çalışıyor, ev işleri, hasta ve çocuk bakımı gibi işleri herhangi bir karşılık almadan yapıyor. Türkiye’de yoksulların çoğunluğunu kadınlar, en çok da dul, boşanmış, tek ebeveyn olarak çocuklarıyla yaşayan kadınlar oluşturuyor.
TÜKENMİŞLİK SENDROMU NEDENSİZ DEĞİL
Yapılan araştırma ve klinik gözlemler annesi çalışmayan ama kendisi çalışan kadınların çocuk büyütme döneminde daha yoğun stres yaşadıklarını gösteriyor. Kadınlar anneliğin başlangıç döneminde (özellikle evlerinin ve çocuklarının bakımını yoğun şekilde üstlenmişlerse) ruhsal hastalıklara daha sık yakalanıyor. İş yaşamları dışında evde kendilerini bekleyen rutin işlerin fazlalığı da kadınların yaşamları boyunca erkeklerden daha az uyumalarına ve geceleri daha sık uyanmalarına yol açıyor. Uzun çalışma saatlerinin kadınları ve erkekleri işyerinde nasıl etkilediğine bakan geniş tabanlı bir toplum tarama çalışmasında; uzun saatler çalışan erkeklerde hem fiziksel hem de ruhsal hastalıklar artarken, kadınlarda sadece içilen sigara sayısı artış gösterip uyku süresi azalıyor. Bu durum kadınların hem evde hem de işte çalışma alışkanlığından kaynaklanıyor. Özellikle okul öncesi yaşta birden çok çocuğu bulunan ve çocuklarının arasındaki yaş farkı 4’ten az olan çalışan kadınlarda “tükenmişlik sendromu” daha fazla görülüyor.
YAZI DİZİSİ 3
Kadının cinsellikte de adı yok
Kadınımız cinsellikte de sorunlu. Yaşanan olumsuzluklar karamsarlık ve kaygı yaratınca problemler yatağa da taşınıyor. Kaygılı kadının cinsel isteği azalıyor, ortalama sevişme süresi 5 dakika olunca 100 kadından 20’si hiç orgazm yaşayamıyor. Kadınların yarıya yakını ise nadiren orgazm oluyor. Her 3 kadından birinde istek ve uyarılma sorunu olduğunu da söylemeden geçmeyelim. İşte gerçekler…
Tüm kadınlar için geçerli olmasa da çoğu kadın ilişkilerini hayatlarının merkezine alacak şekilde yetiştiriliyor. Kadınlar en çok sahip oldukları ilişkiyi, erkekler ise güçlerini kaybetmekten korkuyor. Erkeklerin korkularının temelinde birine fazla bağlanma endişesi, kadınların korkularının temelinde ise bağlarının yeterince güçlü olmamasından duydukları kaygı yatıyor. Kız çocuklarına aileleri tarafından insanlarla iyi geçinmeleri, uyumlu olmaları ve onları hoşnut tutmalarının en önemli şey olduğu öğretilince böyle olduğuna inanan kadın kendisini değerli ve anlamlı hissettirecek şeyin ilişkileri ve insanların kendisiyle ilgili düşünceleri olduğuna inanıyor. Evlenen kadından kendisini kocasına ve çocuklarına adaması bekleniyor. İlişkisinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda bu ilişkiyi kaybetmekten korkan kadınlar hatayı kendilerinde arayıp ilişkilerini tamir etmeye çalışıyorlar.
EVLİLİKTE BEKLENEN YAKINLIK NEDEN KURULAMIYOR?
Evlilikte beklenen yakınlığın kurulamaması çiftleri birbirinden uzaklaştıran en önemli neden. Çoğu insan eş seçerken, iyi bir hayat arkadaşı, dert ortağı ve bir dost seçmeyi hedeflemesine rağmen bu beklentileri karşılayan çok az çift gerçek bir yakınlık yaşayabiliyor. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Sosyal Psikiyatri Servisi ve Cinsel Yaşam Sorunları ve Tedavileri Programı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Şahin, “Çiftlerin birbirlerinden karşılanmayan beklentileri olması, kendi beklentilerini eşlerinin ihtiyaçlarından daha çok önemsemeleri, olgunluktan uzak tutumları ve birbirleriyle rekabete girmeleri bu dostluğu kuramamalarının en önemli nedenleri arasında” diyor. Tüm bu nedenler, ilişkilerin büyük bölümüne; kırgınlık, kızgınlık ve hayal kırıklıklarının egemen olmasına yol açıyor. Bunun sonucunda ise birbirlerinden uzaklaşan, dünyaları ayrı ama yaşamları ortak çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Evlilikte çiftleri birbirinden uzaklaştıran ikinci neden (özellikle uzun süreli ilişkilerde) çoğu çiftin birbirlerini ebeveyn gibi algılamaları oluyor. Tükenmeyen eleştiriler, akıl vermeler, öğütler, partnerinin davranışlarını düzeltmeye çalışma gibi tutumlar ilişkiyi tüketip geri dönüşü olmayan hasarlara yol açabiliyor.
KADIN EN ÇOK ERKEĞE GÜVENMEK İSTİYOR
İkili ilişkilerde farklı kadınların farklı istekleri oluyor. Kadınların ilişkiden bekledikleri şeyler kişilik özelliklerine, sosyo - kültürel farklılıklara, eğitim ve iş hayatları ile ekonomik durumlarına göre değişim gösteriyor. Kişisel farklılıkları olsa da çan eğrisinin ortasında yer alan kadınların bazı ortak özellikleri de bulunuyor. Prof. Dr. Doğan Şahin, günümüz orta sınıf ailelerinde kadınların en önemsediği şeyin “güven duygusu” olduğunu söylüyor ve “Kadınlar eşlerinin açık sözlü ve dürüst olmasını, sorumluluk üstlenmesini, evlerinin ve çocuklarının ihtiyaçlarının karşılanması konusunda üzerlerine düşeni yapmalarını, kendilerine değer verildiğini ve sevildiklerini de hissetmek istiyorlar” diyor. Cinsel sorunlarla ruh sağlığı arasında da ilişki bulunuyor. Bu, ruhsal sorunların cinsel sorunlara, cinsel sorunların da ruhsal sorunlara yol açması anlamına geliyor. Kederli, depresif ve kaygılı kadınların cinsel isteği azalıyor, uyarılmaları zorlaşıyor ve orgazm sorunu yaşama olasılıkları artıyor. Bu durum çiftin mutluluğunu da azaltıyor. Bu sorunu yaşayan çiftlerin daha depresif ve kaygılı oldukları belirtiliyor. Eğitim kurumlarında cinsellik eğitiminin yetersizliği ve cinsel anatomi ile ilgili eksik bilgiler de cinsel sorunlara yol açabiliyor. Bunun yanında seksin günümüzde çoğu aile için hâlâ tabu olarak görülüp konuşulmaması da önemli nedenler arasında bulunuyor. Kimi ailelerde ise cinsellik açıkça kötüleniyor ve çocuk tarafından “utanç verici” olarak algılanıyor. Bu durumda bu konu sadece aynı cins ve yaş grubundaki arkadaşlarla konuşuluyor. Bu konuşmalar sırasında öğrenilen cinsel mitler, cinsellikle ilgili abartılı ve yanlış bilgiler de cinsel sorunların en önemli davetçileri arasında bulunuyor.
KADININ CİNSELLİKTE TECRÜBELİ OLMASI İSTENMİYOR
Prof. Dr. Doğan Şahin, kültürümüzün kadının cinsellikte daha pasif ve daha az tecrübeli olmasını desteklediğini söylüyor. Erkeklerden ise sekste daha aktif olup kadının her ihtiyacını tahmin edebilen tecrübeli taraf olması bekleniyor. Her iki taraf da sevişmeye dair bazı taleplerini eşlerinin yanlış anlaması endişesiyle yeterince ifade edemiyor. Türk toplumunda çiftler sevişme sırasında hoşlanmadıkları ya da istemedikleri şeyleri dile getiremediği için bu durum öfke ya da engellenmişlik duygusuna neden oluyor ve beraberinde cinsel işlev bozuklukları oluşuyor. Prof. Dr. Şahin, “Bu konuda en önemli sorun, erkeklerin eşlerini cinsel açıdan yeterince tutkulu ve rahat bulmamaları” diyor ve devam ediyor: “Birçok erkek eşinin hiçbir zaman sevişmeyi başlatan taraf olmadığını ve bunu hep kendilerinin yaptığını söylüyor. Ayrıca sevişirken eşinin sekse katılımı çok az olduğu için uyarılıp uyarılmadığını hatta orgazm olup olmadığını anlayamadığını söyleyen erkek sayısı da oldukça fazla. Bazı erkekler eşleriyle cinsel ilişki kurmanın şişme bebekle ilişki kurmaktan farklı olmadığını anlatıyor.”
%20 Hiç orgazm olamayan kadın oranı.
%20 Türkiye’de kadınların yaklaşık yüzde 20’si, ilk cinsel ilişkilerini ilk denemelerinden çok sonra gerçekleştiriyor.
%40 Nadiren orgazm olan kadın oranı.
%67 Cinsel şiddete uğradığını söyleyenlerin yüzde 67’si aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kaldığını ifade ediyor.
3 3 kadından biri şiddet görüyor
%12 Yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında şiddete maruz kalanların oranı
%14 Kadınların yüzde 14’ü en az bir kez, istemediği zamanlarda cinsel ilişkiye zorlanıyor
EN ÇOK KİMLER DÖVÜYOR?
Kadına yönelik şiddet uygulayanların sanıldığı gibi ruhsal hastalığı olan, toplum içinde psikopati olarak bilinen antisosyal kişilik özellikleri olanlar ya da alkol-madde bağımlısı olan erkekler olmadığı belirtiliyor. Her eğitim seviyesinden, her meslekten, her sosyokültürel yapıdan ve her gelir düzeyinden erkek, kız çocuklarına ve eşlerine şiddet uygulayabiliyor. Kendi çocukluk döneminde aile içi şiddete tanıklık eden (babası annesini döven) erkeklerin ise daha sık şiddet uyguladıkları belirtiliyor.
BOŞANMIŞ KADINLARIN YÜZDE 78’İ ŞİDDET MAĞDURU
Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi Koordinatörü ve Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, “Türkiye’de 2007 yılında Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat tarafından yapılan ‘Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet’ başlıklı geniş ölçekli araştırmanın çarpıcı sonuçları var” diyor. İşte o sonuçlardan bazıları: n Her üç kadından biri fiziksel şiddet görüyor.
Hayatı boyunca eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı Türkiye genelinde yüzde 35.
Boşanmış veya ayrılmış kadınlarda fiziksel şiddet deneyimi yüzde 78 gibi yüksek bir oranda
Eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı azalıyor. Okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı yüzde 43 iken yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran yüzde 12.
Gelir düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı düşüyor.
Kadınların yüzde 14’ü en az bir kez istemediği zamanlarda cinsel ilişkiye zorlandığını belirtiyor.
Cinsel şiddete uğradığını söyleyenlerin yüzde 67’si aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kaldığını ifade ediyor.
100 KADININ 20’Sİ HİÇ ORGAZM OLAMIYOR
Ülkemizde cinsel sorunların başında, çoğu kadının (evlilik ya da ilişkinin başlangıcında) cinsel birleşme konusunda yaşadığı zorluklar geliyor. Türkiye’de kadınların yaklaşık yüzde 20’si, ilk cinsel ilişkilerini ilk denemelerinden çok sonra gerçekleştiriyor. Bu sorun çoğunlukla kadınların korku ve kasılmalarından kaynaklanıyor ve sorunu yaşayan kadınlar uzun süre veya tedavi görmeksizin cinsel birleşme gerçekleştiremiyor. Bu kişilerde cinsel yaşam cinsel ilişki başladıktan sonra bile hemen yoluna girmeyebiliyor. Birçok kadın cinsel hayatına başladıktan çok sonra orgazm olabiliyor.Cinsel yaşamı uzun yıllar korku, suç ve ayıp duyguları ile örtüştüren kadının, evlendiği ilk an bu hislerini kaldırıp atamadığı için sağlıklı bir cinsel yaşama kavuşması bazen mümkün olmuyor. Batı ülkelerinde hayatları boyunca hiç orgazm olmayan kadınların oranı yaklaşık yüzde 5-10 iken bizim toplumumuzdaki oranın bunun en az iki katı olduğu belirtiliyor. Doğan Şahin, ülkemizde kadınların yüzde 20’sinin hiç orgazm olamadığını, bu orandan daha fazlasının ise nadiren orgazm olduğunu söylüyor. (Türkiye’de bu konuda yapılmış bir saha araştırması olmamakla birlikte klinik gözlemler kadınların yaklaşık yüzde 40’ının çok az veya nadiren orgazm olduklarını gösteriyor.
İSTEK VE UYARILMA SORUNU YAŞAYAN KADIN ORANI % 30
Toplumumuzda ortalama sevişme süresinin 5 dakika civarında olduğunu söyleyen Doğan Şahin, “Bu süre içinde bir kadının yeterli düzeyde uyarılması ve orgazma ulaşması çok zordur, kadın bir süre sonra bu keyifsiz ve doyumsuz cinsel yaşamdan sıkıldığı için cinsel isteksizlik geliştirir” diyor. Batı’da kadınların yüzde 20-30’unda cinsel istek azalması görüldüğünü söyleyen Şahin, Türkiye’de istek ve uyarılma sorunları yaşayan kadın oranının yüzde 30’un üzerinde olduğuna dikkat çekiyor. Şahin’e göre keyifli ve doyumlu bir cinsel yaşam, kişilerin tek ve birlikte daha mutlu olmalarını sağlıyor. Tatminkâr ilişki yaşayan çiftlerin birbirlerine duydukları sevgi, tutku ve aşk gibi duygular hem daha yoğun oluyor hem de tükenmiyor. Orgazm sırasında salgılanan hormonlar çiftin birbirine bağlanmasını ve tutku hissi sağlarken yaşanan beraberlikten mutluluk duyulmasına da yol açıyor. Cinsel sorunları olan çiftlerde ise hem keyifsizlik hem de ruhsal ve bedensel birçok hastalık (özellikle de psikosomatik olanlar) görülüyor.
EĞİTİMLİ KADIN DAYAK YEDİĞİNİ GİZLİYOR
Doç Dr. Ayşe Devrim Başterzi, “Eğitimli, iyi bir mesleki kariyeri olan kadınlar daha fazla şiddete maruz kalmasa da düşük eğitim seviyeli kadınlara göre bu durumu daha fazla gizleme eğiliminde oluyorlar” diyor. Ayrıca bazı çalışmalarda eşin eğitim ve gelir düzeyinin kadının gelir düzeyinin altında olması şiddeti artırıyor. Çarpıcı gerçeklerden biri de flört dönemiyle ilgili. Buna göre ülkemizde üniversite öğrencisi genç kadınlar arasında yapılan çalışmalar bu öğrencilerin yarıya yakınının flört döneminde şiddete maruz kaldığını ve bunun tek seferle sınırlı olmadığını gösteriyor
Haberturk.com ekibi olarak Türkiye’de ve dünyada yaşanan ve haber değeri taşıyan her türlü gelişmeyi sizlere en hızlı, en objektif ve en doyurucu şekilde ulaştırmak için çalışıyoruz. Yoğun gündem içerisinde sunduğumuz haberlerimizle ve olaylarla ilgili eleştiri, görüş, yorumlarınız bizler için çok önemli. Fakat karşılıklı saygı ve yasalara uygunluk çerçevesinde oluşturduğumuz yorum platformlarında daha sağlıklı bir tartışma ortamını temin etmek amacıyla ortaya koyduğumuz bazı yorum ve moderasyon kurallarımıza dikkatinizi çekmek istiyoruz.
Sayfamızda Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına ve evrensel insan haklarına aykırı yorumlar onaylanmaz ve silinir. Okurlarımız tarafından yapılan yorumların, (yorum yapan diğer okurlarımıza yönelik yorumlar da dahil olmak üzere) kişilere, ülkelere, topluluklara, sosyal sınıflara ırk, cinsiyet, din, dil başta olmak üzere ayrımcılık unsurları taşıması durumunda yorum editörlerimiz yorumları onaylamayacaktır ve yorumlar silinecektir. Onaylanmayacak ve silinecek yorumlar kategorisinde aşağılama, nefret söylemi, küfür, hakaret, kadın ve çocuk istismarı, hayvanlara yönelik şiddet söylemi içeren yorumlar da yer almaktadır. Suçu ve suçluyu övmek, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre suçtur. Bu nedenle bu tarz okur yorumları da doğal olarak Haberturk.com yorum sayfalarında yer almayacaktır.
Ayrıca Haberturk.com yorum sayfalarında Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde doğruluğu ispat edilemeyecek iddia, itham ve karalama içeren, halkın tamamını veya bir bölümünü kin ve düşmanlığa tahrik eden, provokatif yorumlar da yapılamaz.
Yorumlarda markaların ticari itibarını zedeleyici, karalayıcı ve herhangi bir şekilde ticari zarara yol açabilecek yorumlar onaylanmayacak ve silinecektir. Aynı şekilde bir markaya yönelik promosyon veya reklam amaçlı yorumlar da onaylanmayacak ve silinecek yorumlar kategorisindedir. Başka hiçbir siteden alınan linkler Haberturk.com yorum sayfalarında paylaşılamaz.
Haberturk.com yorum sayfalarında paylaşılan tüm yorumların yasal sorumluluğu yorumu yapan okura aittir ve Haberturk.com bunlardan sorumlu tutulamaz.
Haberturk.com yorum sayfalarında yorum yapan her okur, yukarıda belirtilen kuralları, sitemizde yayınlanan Kullanım Koşulları’nı ve Gizlilik Sözleşmesi’ni peşinen okumuş ve kabul etmiş sayılır.
Bizlerle ve diğer okurlarımızla yorum kurallarına uygun yorumlarınızı, görüşlerinizi yasalar, saygı, nezaket, birlikte yaşama kuralları ve insan haklarına uygun şekilde paylaştığınız için teşekkür ederiz.