Türkiye’nin merkezinde bulunduğu coğrafyada pek çok alanda müzakere masaları kurulmuş durumda. Bunların her biri sonuçları itibarıyla ülkemizi yakından ilgilendiriyor.
Suriye özelindeki gelişmeler, özellikle de yeni yönetimin ülke içindeki dengeleri yönetebilmek adına yürüttüğü müzakere süreçleri kuşkusuz Türkiye açısından hayati önemde. İç dengelerinden bölgesel nüfuzuna kadar belirleyici sonuçlar üretiyor.
Ancak en az onun kadar önemli bir başka süreç, ABD ve İran arasındaki müzakereler üzerinden yaşanıyor. Yaklaşık 48 saattir, ABD’nin bölgedeki bazı diplomatik personelini geri çekmesi üzerinden başlayan hareketlilik dikkat çekici. Amerikan tarafı bu durumu “bölgede huzursuzluk çıkma ihtimali” ifadesiyle açıkladı.
İRAN'A SALDIRI MI?
Gündeme gelen ilk başlık, İsrail’in İran’a yönelik bir saldırı hazırlığında olması.
ABD’nin beş tur olarak devam eden müzakerelerde İran’la ne düzeyde mesafe aldığı üzerinde kafalar biraz karışık. Ancak ilk turlardaki ılımlı yaklaşımın devam etmemesi dikkat çekici. Nitekim Trump, müzakereler hakkında olumsuz açıklamalarda bulunmaya başladı. Hiç hayra alamet değil.
İran’a yönelik muhtemel bir İsrail saldırısı, masanın devrilmesi anlamına geliyor mu? Bu sorunun asıl kastı, İsrail’in ABD’den bağımsız olarak böyle bir hamle yapıp yapamayacağı.
Mevcut tabloda Amerikan yönetiminin böyle bir saldırının arkasında bulunmasına ihtimal vermeyenler, özellikle ülke içindeki çatışma haline dikkat çekiyor. Bölgedeki elçilikler üzerinden yapılan tahliyelerin sıradan bir karar olmadığını dikkate alırsak mesele daha da ilginç hale geliyor.
İSRAİL, İRAN'I VURMAK İSTİYOR
İsrail’in, Trump yönetiminin İran’la görüşmesine sıcak bakmadığını, hatta bu ülkenin nükleer tesislerine yönelik saldırı yapılmasını istediğini biliyoruz. ABD’nin daha güçlü ittifaklar kurmak için adımlar attığı Körfez ülkelerinin, böyle bir saldırının cehennemin kapılarını açacağından endişeli olduğunu da.
Bölgedeki Arap rejimleri, yeni Amerikan yönetiminin bir şekilde İran’la denge oluşturmasını istiyor. Bunun İran korkusu kadar, İsrail’in terazinin kefesinde ağırlığının artmasından duyulan endişe olduğunu da söyleyebiliriz.
Öte yandan hem Biden yönetiminin, hem de Trump’ın İsrail ve Arap ülkeleri arasında bir normalleşme istediğini de bu tabloya ekleyebiliriz.
İRAN ZAYIFLADI, MASAYA OTURDU
Burada bir anlamda sürpriz sayılacak iki gelişme oldu. Birincisi İran, 2024 yılında Lübnan başta olmak üzere Ortadoğu’daki vekil güçlerini kaybetmeye başladı. Suriye’de Tahran-Moskova işbirliği çöktü. Irak hükümeti ise ülkesindeki Tahran nüfuzunu sınırlandırma çabasında.
İkincisi, Tahran’ın gerilediği bir dönemde İsrail bu ülkenin nükleer tesislerine yönelik ölümcül darbenin vurulmasını istedi. Ancak Trump yönetimi bu baskıya başlattığı müzakere ile cevap verdi. Diğer yandan kazancı yüksek Körfez ziyaretiyle bölgede farklı dengeler peşinde olduğunu ortaya koydu.
ABD SALDIRIYA RAZI OLUR MU?
Şimdi ABD-İran masasından gelen olumsuz sinyaller, ötelenen İsrail senaryosunu hayata geçirebilir mi? Bu ne yazık ki yabana atılamayacak kadar öne çıkan bir senaryo.
Böyle bir saldırı, Tahran’la yapılan görüşme sürecini aksatabilir, hatta gündemden çıkarabilir. Bu durumda bölgede yeni çatışma alanlarının tetiklenmesi de güçlü bir ihtimal.
Körfez ülkelerinin cılız askeri kapasiteleri ve kırılgan yönetimleriyle bölgede hem İran’ın hem de İsrail’in dengelenmesini istemesi tek başına anlam taşımıyor.
TÜRKİYE-SURİYE-İSRAİL
İki önemli ve birbirine bağlı başlık daha var bu denklemde. İlki Suriye-İsrail ilişkilerinin nereye evrileceği. İkincisi bu zeminden ayrı düşünülemez hale gelen Türkiye-İsrail ilişkilerinin kazanacağı boyutlar.
Trump yönetiminin, bu denli genişleme potansiyeli olan bir çatışmaya geçit verip vermeyeceği, denge kurucu aktörlerin üstleneceği roller ve nihayetinde İran’ın kendi geleceğine dair vereceği hayati kararlar.
Bölgenin istikrar ve barışa gidip gidemeyeceğinin ana dinamikleri özetle böyle.