Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Esad rejiminin kilerindeki kafatasları

        Esad rejimi on günde çöktü, görünürde çok hızlı oldu. Ancak bir süre verecek isek on gün dememeliyiz. 13 yıl + 10 gün demeliyiz diye düşünüyorum.

        Elbette arada Esad’ın kazanmış gibi göründüğü zamanlar oldu. Ancak o değil aslında ülkeye çağırdığı güçler kazanmıştı. Yakından bakıldığında Suriye lehine bir zafer elde etmiş de değildiler. Esad’ı koltukta tutma fiyatı karşılığında kendileri lehine ‘kazanımlar’ elde etmişlerdi sadece. Ama bu kazanımların yükü de vardı. İran rejim sempatizanlığını ve ‘Sünni düşmanlığını’ yaymak için geliştirdiği ‘direniş ekseni’ adını verdiği Şii hilalini koruma adına Suriye’de epey kan döktü ama çok da maddi kayıp yaşadı. İnsan kaybetti, enerji kaybetti, para kaybetti.

        Suriye rejiminin suç sicilini görmek açısından bu günlerde yerin altını oyarak yaptıkları Sednaya Cezaevi’nden çıkan insanların haline bakmak yeterli. Rejim yerin altına cezaevi oymuş resmen. Cezaevi değil aslında düpedüz zindan. Olaylar orta çağ temalı cosplay’de geçiyor sanki. Bir ağzından alev çıkan ejderhalar eksik. Zindanın yerin altına doğru giden bazı kat ve bölümlerine hala ulaşılamadı. Çünkü nasıl ve nerede aranacağı bilinmiyor. Suriyeli bir tarihçinin aktardığına göre hapishane 2. Dünya Savaşı sırasında Suriye’ye sığınan ve sonradan akıl hastası olduğu da anlaşılan bir SS yüzbaşı tarafından tasarlanmış.

        Sednaya Hapishanesi'nin etrafında kilometrelerce uzayan toplu mezar alanları da var. Defalarca kazılmış yerler uydu görüntüleri sayesinde tespit edilebiliyor. Ancak bu yerler kazıldığında normal insan cesedi bulunması beklenmiyor. Çünkü hapishanelere girenler bedenleri ezmek için pres makineleri buldu. Hatta asitle eritilmiş cesetler de buldular. Öylece bırakılmış cesetler de çıktı. Hatta aralarında kısmen ünlü biri de var. Mazen Hamada isimli bir aktivist. Daha önce de rejim tarafından işkence gören Hamada, Amsterdam’a kaçmış, ancak 2020 yılında Esad’ın ilan etti ‘sözde’ aftan umutlanıp ülkesine geri dönmüş ve kendisinden bir daha haber alınamamıştı. Sednaya Hapishanesi'nde bulundu, ne var ki ölü olarak. Derviş Zaim’in iki yıl önce gösterime giren Flashbellek filminde mahkumlarla ilgili bazı sahneleri abartı zannetmiş olabilirsiniz ama fazlası yokmuş, eksiği varmış.

        KURTARILANLAR “SADDAM MI GELDİ?” DİYE SORDU

        32 yaşında Suriyeli bir kadın mahkum söylemiş: “Buraya girdiğimde 19 yaşındaydım. Mahkumiyetim esnasında çocuklarım oldu. Babalarını bilmiyorum.”

        Haydi bir matematik sorusu: Bir kadının cezaevinde birden fazla çocuğunun olması ve babalarını bilemeyecek durumda olması için kaç kez ve kaç gardiyan tarafından tecavüze uğraması gerekir?

        Rejim çöktü, radikal örgüt lokomotifte, bu devrim kadın haklarını tehlikeye atıyor diye endişelenenler, Esad rejiminin tüm kadınlara iyi geldiğini iddia etmiş oluyorlar. Küçük bir azınlık için öyle olabilir. Ancak Dera’da duvara Beşşar Esad’a hitaben “Senin de sıran geldi doktor” diye yazdığı için tutuklanıp işkence ile öldürülen 13 yaşındaki Hamza’nın annesi de kadındı. Öldürülen yarım milyon insanın içinde kadınlar vardı ya da bazı kadınların babaları evlatları kardeşleriydiler.

        1982’de baba Hafız Esad’ın verdiği Hama katliam emrine uymadığı, bomba atmadığı için mahkum olan 43 yaşında bir pilot o hapishaneden çıkarıldı. İçerde akıllı telefonun icat edildiğini bilmeyecek kadar çok kalmış olanlar şimdi dışarı çıkarılıyor. Akıllı telefon bir şey değil, içerde doğmuş ve yeraltı section’larından başka bir yerde kalmadığı için ağacı, kuşu, güneşi bilmeyen çocuklar var. Nihayet güneşi görecekler.

        İçerden çıkanların kimi akıllı telefonu bilmiyor. Kimi “Saddam mı geldi?” diye soruyor. Gerçeklik ve zaman arasındaki bağ kopmuş. Zaten bir kısmı çoktan aklını kaybetmiş.

        Esad rejimi baskı ve işkenceler bağlamında ‘üst düzey’ bir zalimliğe sahipti.

        2004 yılıydı, bir politik konferans dizisi için Şam’a gitmiş, epey de gezmiştik. İnsanlarla çok kolay kaynaşılıyordu. Ancak ne zaman ki konu siyasete geliyordu, insanlar çayını nargilesini masadaki yemeğini yarım bırakıp kaçıyordu.

        Nedenini ancak 2011’den çok sonra ortaya çıkan olgu sayesinde anladık. Buna rağmen 2011’de ilk Arap Baharı emmareleri belirdiğinde ve Suriye’de muhalif gösteriler başladığında hiç ümitvar olmadım. “Muhaberat” denilen şeyi az çok biliyorsanız, "Yapmayın, çok ölürsünüz’" der uyarırsınız, benim refleksim de bu oldu.

        Ancak aradan çok zaman geçti, benim beklediğimin çok ötesinde katliamlar gerçekleşti. Ordusu ayrı öldürdü. Kimyasal silahlar ayrı öldürdü. Şebbihası ayrı öldürdü. İran geldi, devrim muhafızları öldürdü. Şii milisler ayrı öldürdü. Rusya geldi bombalayarak öldürdü. IŞİD diye bir örgüt projelendirildi onlar da arada bir rejim askerlerine silah sıkıp çoğunlukla yerel aşiretleri diğer sünni topluluları hedef aldı, Suriye halkı bir de onlardan çekti.

        YERLİ ESADCILAR ESAD’IN AİLESİNDEN BİLE ISRARCI ÇIKTI

        Sözün özü Esad rejimi yapıp etmeleri nedeniyle artık varolmayı hak etmeyen bir yönetimdi. Olması gereken oldu.

        Çünkü katil diktatörlükler önünde sonunda çöker, çökmelidir. Rıza üretemeyen/ rızaya dayanmayan yozlaşmış yapılar, itirazları muhalefeti ölümüne bir azimle korkutarak bastırır ve bu yolla ömürlerini uzatmayı başarırlar. Ama zamanla kendilerini ayakta tutan insan kaynağını da kaybederler ve korkutarak yıldırdıkları insan unsuru da bir noktada korkmayı bırakır. Olanlar olur. Suriye’de olan budur. Beşşar kendisine koltuk değneği olan Rusya ve İran yardıma koşmayınca yenileceğini anlayıp kaçtı.

        Gelin görün ki, Türkiye’de Esad’a kendisinden yakınlarından ordusundan bile daha çok inanan varmış. Mahir Esad’ın karısı Facebook hesabında HTŞ bayrağı koyup Beşşar Esad’a sövüyor. Ama bizdeki bazı kişiler ya mezhebi refleksten ya İslamofobiden Esad rejimin çökmesine ciddi ciddi üzülüyor, hatta “Batılılar neden üzülmedi” diyerek tek tek her ülkenin adını sayıp HTŞ destekçisi ilan ediyor, “E zaten BOP da vardı dii mi yaa" diye ABD ve İsrail’in HTŞ destekçisi olduğunu iddia ediyor, bununla da yetinmeyip Esad’ın aslında istifa ettiği, diğerkâm davranıp fedakarlık yaptığını iddia edecek kadar çılgın ve açık söyleyelim vicdan yoksunu davranışlar sergiliyorlar.

        Ben öyle bakmıyorum.

        Suriye’de oluşan yeni iktidar profiliyle ilgili kaygılarımı, Suriye halkı için güvenli bir alternatifin ortaya konması umudunun önüne koyamam.

        Suriye’nin nihayet özgür olmasından mutluyum. Bu coğrafya ile ilgili tüm umudun çöktüğü yerden o toplumu öncelikle güvende tutacak bir şey filizlenecek ise ve insanlar ona şans verecek ise bir söz hakkım olduğunu da düşünmem.

        Kendilerini zeki gösterme adına ‘endişelerini’ küplere doldurup turşusunu kuran ve listelerindeki bir madde bir ya da beş ya da on yıl sonra gerçekleşince resmettikleri distopyanın tamamı doğrulanmış gibi davranmayı planlayan "Ben demiştim" yatırımcılarını ise biraz içim kalkarak izliyorum.

        Her olasılıktan bahsettiğin bir endişe listesi için yeterince beklersen o olasılıklardan biri ikisi üçü her durumda zaten gerçekleşir çok bilmiş kardeş. Yahut, önünde sonunda ortaya çıkacak bir duruma dair gizemli notlar düştün diye doğru öngörü yapmış olmuyorsun. Prematüre doğduğu içinlür bu" dediğin bir yenidoğan büyüyüp 40 yaşında trafik kazasında öldüğünde haklı çıkmış olmuyorsun mesela.

        SİYASAL İSLAM RELOADING

        Devrim denen şey zaten gül bahçesi vadetmez, sadece alternatif olanla, kısmen de olsa daha elverişli bir ortamın belirmesine dair bir ihtimalin kapısını açar.

        Suriye’de yeni iktidar profilinden beklenen öncelikle güvenlik ve asayiş. Temel hakların korunduğu, farklı etnik ve mezhebi toplulukların, gayri müslim azınlıkların temsil edileceği adil bir yönetimin oluşturulması.

        Ve evet, geçiş hükümetini HTŞ’nin lideri Colani kuruyor. Dün Esad rejiminin başbakanı Muhammed el Celali, Colani ve başbakan olduğu söylenen Muhammed El Başir bir araya geldi. Colani aynı zamanda ABD’nin ülkeden nasıl çıkacağı ile ilgili müzakerelere de katılıyor. Yakında başına konan ödülün kalktığını da görürüz.

        Silahlı örgüt övecek halimiz yok. Ancak reelpolitik konuşanların bugünlerde çok ihmal ettiği şu basit gerçeği hatırlamak lazım:Halkın üzerine bırakılmış Esad rejimi denen ağırlığı kim kaldırdıysa kartları da o dağıtıyor.

        Ancak elbette takım elbise giymeyi ‘ılımlılık’ olarak gören bir kafa yapısından kimse ‘evrensel’ ve ideal anlamda ‘demokrat’ bir Suriye inşa edeceğini beklemiyor. Anayasal düzen kavramına bile karşı olduklarını tahmin ediyorum.

        Öte yandan ‘evrensel’in ne olduğuna dair şüphe ve güven bunalımın yaşandığı, o ‘evrensel’in 13 yıl Suriye’de akan kanı durdurmadığunı, Gazze’de koca bir halkın soykrımını izlemekle yetindiği düşünülürse kim HTŞ’ye "Lütfen Batılı anlamda evrensel bir düzen kurun" diyebilir ve ağzına kürek yemeden olay yerinden ayrılabilir, emin değilim.

        Her ne kadar HTŞ’nin liderliğinde bir ılımlı politik ajanda uygulanacağı söylense de insanın aklına haliyle 2012-2015 dönemi geliyor.

        İhvan-ı Müslimin’in anayasal düzene de, demokrasiye de inanan lideri Mursi’ye terörist denilen yıllar.

        Daha öncesinde Suriye muhalif ve devrimci güçler ulusal koalisyonu (SMDK) başına seçilen sivil muhalefetin lideri olan gayet demokrat ve iyi eğitimli bir profil olan Muaz El Hatib’i hatırlıyorum. Arapça konuşuyor ve Esad’ın rejimine karşı diye ülkemizde ağzı olanın rahatça çamur attığını, “bizim ne işimiz olur yaa bunlarla” diye mal mal konuştuklarını hatırlıyorum. Aynı kişiler şimdi "Nasıl yani, nereden çıktı şimdi bu HTŞ?" diye soruyor.

        Muaz El Hatib’i beğendiremediğimiz adamlar şimdi “Colani ılımlılaşır mı cidden ne kadar ılımlılaşır?” diye konuşuyor.

        Zalim kader işte.

        Siyasal İslam değnekle kovalandı, radikal İslam kazandı.

        Suriye’de olanların özeti bu.

        Çünkü sosyoloji bu ve siyaset sosyolojiyi aşamaz.