Geçtiğimiz haftanın en güzel haberi Uuluslararası Ceza Mahkemesi’nin 21 Kasım'da verdiği karardı. UCM “Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan ötürü" Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı verdi.
Aslında normal olanı buydu. Katiller hakkında olması gereken.
Ancak konu Filistinliler olduğunda hiçbir şey olması gerektiği gibi ilerlemediği için sevincimizin yarısı şaşkınlıktı.
Zira daha Mayıs ayında UCM başsavcısı yakalama kararı verdiğinde Netanyahu başsavcıyı tehdit etmişti. Dahası George Jr. Bush tarafından 2022’de imzalanan Lahey İşgal Kanunu diye bir yasa var. Bu yasaya göre ABD UCM’nin cezalandırmaya ‘yeltendiği’ tüm ABD müttefiki ülke vatandaşlarının savunulmasına zemin hazırlayan bir yasa.
Öyle bir yasa ki, ABD’ye, müttefik ülkenin cezalandırılmak istenen vatandaşını korumak için UCM’nin bulunduğu Holanda’yı işgal etmesine imkan tanıyor.
Yasanın asıl adı da oldum olası ilginç gelmiştir bana. “Amerikan Hizmet Üyelerini Koruma Yasası”…
ABD’nin kavramlar katalogunda “müttefik” aslında ABD çıkarlarına hizmet eden demek. Hizmetçi demek.
RESMEN ‘DOSTUNU BİL DÜŞMANINI TANI’ LİSTESİ
Nitekim daha şimiden Biden UCM’nin tutuklama kararını sert bir dille eleştirirken, İsrail destekçisi bazı milletvekilleri yasanın bir tehdit unsuru olarak masanın altından çıkarışması gerektiğini savundu, 2025 Ocak ayında Trump’ın ataması gereği Ulusal Güvenlik Danışmanı görevine başlayacak olan Mike Waltz mahkemeyi tehdit etti ve UCM’nin hiçbir güvenilirliği olmadığı yolunda açıklamalar yaptı.
Ancak UCM’ye üye 124 ülke var. İspanya, Belçika, Kanada, İrlanda, Ürdün, Hollanda, Norveç, Güney Afrika, İsveç ve İsviçre, Danimarka, Slovenya, Finlandiya, Portekiz, Litvanya, Estonya, Netanyahu ve Gallant ülkelerine gelirse onları tutuklayacaklarını açıkladılar bile.
Avusturya da kararı saçma bulmakla beraber UCM kararının uygulanması gerektiğini deklare etti. İtalya UCM kararını eleştirmekle beraber kararı uygulamakla yükümlü olduklarını belirtti.
Ancak şu da var: Netanyahu ve Gallant’ın 124 üye ülke ile beraber Japonya, Kanada, Meksika, Avustralya, Yeni Zelanda, Orta ve Güney Amerika ülkelerinin tamamına yakını ve Afrika ülkelerinin çoğuna gitmekten de kaçınacağı belirtiliyor.
Üstelik şu da var: Diyelim ki bu katil ikili, ABD, Macaristan gibi -Orban Netanyahu’ya destek olacağını açıkladı-üye olmayan bir ülkeye gidiyorlar ve uçak arıza yahut başka bir nedenle anlaşmaya üye ülkelerden birine iniş yapmak zorunda kaldı. Bu iki isim ya da ikisinden biri, iniş yapılan üye ülkenin havalimanındaki yetkililer tarafından tutuklanabilir. Çünkü bu karar siyasi bir karar değil, hukuki bir karar, yetkililerin de "Ben hukuku uyguluyorum" diyerek bu tutuklamayı gerçekleştirme hak ve görevi var.
DESTEK VERENLER VE KARARA KARŞI KAÇAK GÜREŞENLER
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, tutuklama emrine destek vermeyen ülkelere tepki göstererek karara uymaları için çağrı yaptı.
Borrell, "Bu, siyasi bir karar değil bir mahkeme kararıdır. AB üye ülkelerinin güçlü desteğiyle oluşturulmuş uluslararası bir mahkemenin kararı. Kararları da yasal ve bağlayıcıdır. Seç ve uygula diye bir durum olamaz. Yapılan tehditler de kabul edilemez." dedi.
Bu çağrı yaplıyor, çünkü belli başlı bazı ülkeler isteksiz.
Almanya ve İngiltere kaçak güreşiyor mesela.
Oysa Mayıs ayında İsrail Berlin Büyükelçisi Ron Prosor, Scholz yönetimini UCM’ye karşı çıkmaya çağırmış, karşılığında Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un sözcüsü Steffen Hebestreit’ten "Yasalara uyarız" cevabını almıştı. Ancak UCM’nin kararı sonrası yani iş ciddiye binince, Almanya’nın Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, tutuklama kararının ülkesinde uygulama açısından ne anlama geldiğinin ‘incelendiğini’ söylemekle yetindi. Almanya Roma Statüsüne taraf olan ülkelerden biri ama aynı zamanda İsrail’i 7 Ekim’den beri destekliyor. Şu anda da kararı uygulama konusunda pek hevesli değiller. Daha önce Netanyahu’ya soğuk duş aldıran Alman Hükümet Sözcüsü Steffen Hebestreit ise şimdi şöyle söylüyor: “Almanya'da bu temelde tutuklama yapılabileceğini hayal etmek zor."
Netanyahu’nun katliamlarını destekleme konusunda bugüne kadar Almanya’dan hiç geri kalmamış olan Fransa olumlu yönde daha net. Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, UCM'nin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında çıkardığı tutuklama emrine ilişkin, "Fransa'nın uluslararası hukuku uygulayacağını" açıkça belirtti. Hatta katıldığı bir programda deyim yerindeyse "Ne istedilerse verdik ama bunun da bir sınırı var" demeye getirdi. Şu cümlelerle: "Fransa, uluslararası adalete ve onun bağımsızlığına bağlıdır. En başından bu yana 'İsrail’in uluslararası hukuka saygı çerçevesinde kendini savunma hakkı vardır.' diyor muyuz? Diyoruz. Ve her seferinde İsrail ne yapıyor? Uluslararası hukuku ihlal ediyor, insanların yardımlara erişimini engelleyerek, sivilleri bombalayarak, zorla yerinden ederek, Batı Şeria’da koloniler kurarak. Nitekim biz bunları şiddetle kınadık."
Barrot, "Netanyahu, Fransa'ya gelirse tutuklanacak yani?" sorusunu ise net bir açıklıkla şu şekilde cevaplıyor. “Fransa, her zaman uluslararası hukuku uygulayacak."
İngiltere konusu karışık. Başbakanlık Ofisi Sözcüsü ise tutuklama emirleri hakkında yorum yapmayı reddediyor. Ancak hükümetin "yasal yükümlülüklerini yerine getireceğini" belirtmeden de geçmiyor. Elbette 6 Temmuz'da görevi devralan Başbakan Keir Starmer bir Rishi Sunak değil. Rishi Sunak UCM Savcılığının "yakalama kararı" çıkartılması için başvuru yapmasına bile karşı çıkmıştı. Starmer bu tür davranışlar içine girmiyor. Yine de Netanyahu’nun İngiltere’de tutuklanması ile Ağustos ayında Bahreyn’e kar yağması olasılığı birbirine denktir ve bunu herkes bilir.
BU NOKTAYA KOLAY GELİNMEDİ
İngiltere demişken UCM’deki davanın 2024’ün haziran ayında İngiltere tarafından Rishi Sunak ‘kullanılarak’ nasıl yavaşlatıldığını ve bu yavaşlatma hatta davayı akim kılma çabasını devreden çıkarmak için yazılı açıklamalar yapan ülkeleri hatırlayalım.
10 Haziran 2024’te Rishi Sunak "Filistin'in Oslo Anlaşmaları uyarınca İsrail vatandaşları üzerinde cezai yargı yetkisi kullanamadığına göre acaba UCM'nin İsrail vatandaşları üzerinde yargı yetkisi var mıdır kiiii?” sorusuyla ortamı alevlendirmiş, böyle olunca UCM Ön İnceleme Dairesi de, 27 Haziran 2024'teki kararında, İngiltere'nin talebini kabul ederek, "O zaman buyrun ne itirazınız görüşünüz varsa iletin" demiş, 12 Temmuz 2024'e kadarİngiltere'nin yanı sıra UCM'ye görüş sunmak için izin isteyenlere süre vermişti.
Bu karar o dönem UCM’ye bağlanan umutların da gevşemesine neden olmuş, Filistin dostlarının umudu bir kere daha kırılmış, “Zalimler hep mi kazanacak?” haleti ruhiyesi yeniden hepimizi esir almıştı.
ABD, Almanya, Macaristan Çekya açık açık, İngiltere soru beyan görüş sunma gölgesi arkasına sığınarak Oslo antlaşmaları UCM’nin yargı yetkisini ortadan kaldırmaktadır fikrinin, yani İsrail’in yanında durdular.
ABD, UCM’nin “İsrailli yetkililer hakkındaki soruşturmayı bu ülkenin yerel kurumlarına bırakması gerektiğini” iddia etti. Açıkçası dümdüz konuşalım, en pespaye görüş ABD’ninkiydi. Yerel kurumlar dediği Netanyahu’nun kurumlarıydı.
Çekya ve Macaristan UCM’ye akıl verme, yetki alanını öğretmeye eğilim gösterirken Almanya ise İsrail’e kendisinin karıştığı suçları kendisinin yargılaması için zaman verilmesi gerektiğini savundu.
Ancak her şey dünyanın gözünün önünde oluyordu ve işler beklendiği gibi gitmedi.
Temmuz ayında hükümet değişince İngiltere’nin yeni başbakanı bir görüş beyan etmeyeceklerini ifade etti, yani Oslo Antlaşmalarını hatırlatarak girişimi başlatan ülke, deyim yerindeyse ‘whatsap grubundan ayrıldı’.
Norveç -Ki Oslo Antlaşmalarına ev sahipliği yapmıştı- UCM’nin Roma Statüsü uyarınca Filistin topraklarında suç işleyen İsrailli yetkililer hakkında yargı yetkisine sahip olduğunu belirtti.
İspanya, İrlanda, Kolombiya, Brezilya, Filistin, Güney Afrika, Bangladeş, Bolivya, Komorlar, Cibuti, Kolombiya, Brezilya, Şili, Meksika kâh ortak, kâh ayrı ayrı yazılı beyanda bulunarak Roma Statüsü'nün 58. maddesi uyarınca mahkemenin tutuklama emri çıkarma yetkisi bulunduğunu, Oslo Anlaşmalarının UCM'nin Filistin'deki durum üzerindeki yargı yetkisini hiçbir şekilde engellemediğini deklare ettiler.
19 BM raportörü ve uzmanı, UCM’nin İsrailli yetkililer hakkında yargılama yetkisine sahip olduğuna, Netanyahu ve Gallant hakkında soruşturma yürütülebileceğine dair beyanda bulundular.
UCM’nin Netanyahu ve Gallant’ı pekala yargılayabileceği gerçeğinin billurlaşması için geçilen bu eşikler diğer ülkelerin, rapörtörlerin israil istihbaratının faaliyetlerine de boyun eğmeyen bir mahkemenin ‘her şeye rağmen’ İsrail korkusuna karşı hukukun üstünlüğünü seçmeleriyle başarılabildi.
Son nokta, kararın mutfağında yer alan Holokost mağduru yahudi bir hukukçu Theodor Meron, insan hakları akvitist Amal Clooney, Ahmedi cemaatine mensup Pakistan kökenli Britanyalı savcı Karim Khan sayesinde geldi ve tutuklama kararı çıktı.
Elbette dökülen onca kan, çiğnenen onca ceset, bir yılı aikın süredir Gazze’de işlenen onbinlerce cinayetten sonra bu karar küçümsenebilir, “Ölenler geri geliyor mu?", dahası “Bu karar kalanların insanca yaşamasına olanak tanıyacak güçte mi?” diye sorulabilir.
UCM kararlarının caydırıcılığı tartışılabilir.
Ancak ‘az’ ‘yok’tan iyidir.
Adaletin başının yere eğildiği bir dünyada ne yazık ki, Netanyahu ve Gallant’ın bazı geceler terleyerek uyanıp sakinleştirici alıp tekrar uyumaya çalışmalarını sağlama olasılığı bile bir merhaledir.