Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Yahudiler 21. YY'dan ne olarak çıkacak?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Bir daha asla.”

        Bu söz, Holocaust’un küllerinden doğan bir yemindi.

        Hem etimolojik hem tarihsel olarak çok anlamlı ama çok belirsiz bir yemindi.

        “Bir daha asla” tam olarak neye karşı söylenmişti?

        Dar anlamıyla: “Yahudi halkı bir daha asla soykırıma uğramayacak.”

        Geniş (ve etik) anlamıyla: “İnsanlık bir daha asla böyle bir soykırıma izin vermeyecek.”

        Bu yorum, özellikle evrensel insan hakları söylemiyle birlikte anıldı. “Tüm insanlık için söylüyoruz, bir daha asla bu tür bir vahşet yaşanmayacak.”

        Bir de Hannah Arendt’in ve bazı eleştirel Yahudi entelektüellerin okuması vardı:

        “Bir daha asla kimse böyle bir şeye maruz kalmayacak — ne biz, ne de başkası.” demek için kullandılar “Never Again!” yeminini.

        İsrail devleti, ise bu ifadenin en dar ve savunmacı biçimini resmîleştirdi:

        “Bir daha asla bize yapılamaz. Biz yaparsak o başka meseledir.”

        *

        Yahudi halkı, insanlığın en büyük zulmünü yaşamış bir topluluk olarak, 20. yüzyılı haklı ve mağdur olarak kapattı.

        Ve dünya, onlara bu acının içinden doğan benzersiz bir ahlaki üstünlük verdi.

        “BİR DAHA ASLA” MI DEMİŞTİNİZ?

        Ama kesin bilgi: O üstünlük artık yok.

        Kaybedildi. Ve muhtemelen sonsuza dek.

        Çünkü o “Bir daha asla” yeminini, başka bir halkı susturmak için kullandılar.

        Zulme karşı değil, zulmü sürdürmek için tekrarladılar. Kurbanın sesini değil, failin dokunulmazlığını meşrulaştırmak için dönüştürdüler.

        Bugün bu yemin yerini başka bir şeye bırakıyor:

        “Sonsuza dek.”

        Vicdanlı Yahudiler için sonsıza dek sürecek bir tedirginlik. Acımasız olanlar için hesap verme gününün gelmesi korkusu.

        Hannah Arendt, daha 1940’larda uyarıyordu:

        “Arap halkının açık iradesine rağmen kurulan bir Yahudi yurdu, sömürgeci güçlerin desteğiyle kurulmuş bir Yahudi imparatorluğu olur – bu ise ahlaken çelişkili bir durumdur.”

        Ama işte o çelişki yaşandı.

        Ve bu çelişki büyüyerek bugünün Gazze’sine dönüştü.

        Eleştirmeye kalkanlara “antisemit” dediler.

        İnsan gibi konuşanlar, uyaranlar susturuldu.

        Filistinli çocuklara destek veren akademisyenler işlerinden edildi.

        Barış isteyen Yahudi entelektüeller bile “kendine nefret eden Yahudi”(self-hater) diye yaftalandı.

        Oysa Arendt’in yıllar önce yaptığı çıplak bir tespit vardı:

        “Siyonistler esas meselenin Yahudileri Filistin’e getirmek değil, Araplarla birlikte yaşamanın yollarını bulmak olduğunu tamamen unuttular.”

        Zaman geçince anlaşıldı. Sorunları unutkanlık değilmiş. Araplarla bir yaşam ihtimalini hiç istememişler ve çözümleri de Arapları ortadan kaldırmak, peyderpey azaltmakmış.

        Gerçek antisemitizmin tekrar yükseleceği zemini, bu bastırma, susturma ve soykırım stratejisini yürüterek bizzat kendileri hazırladılar.

        Bugün Stew Peters gibi aşırı sağ ne idüğü belirsiz adamlar Cumhuriyetçilerin arka sokaklarına şekil veriyor ve şunu söylemekten hiç çekinmiyorlar: “Amerikalılar Yahudi için ölecek öyle mi? O zaman ben bir Yahudi düşmanıyım. O kol bandını gururla takarım.”

        Bunlar dehşet verici sözler.

        Ama bu öfke boşlukta oluşmadı.

        Meşru eleştirinin bastırıldığı her yerde, top radikallerin eline geçer.

        Artık bu aşırı sağcı, feci görüşleri olan adamın korkunç ifadeleri arasında yer alan haykırış değer görüyor:

        “Neden Amerikalılar, İsrail’de yaşamadıkları halde, orada işlenen zulmü hem kanlarıyla hem paralarıyla finanse etmek zorunda?”

        Artık bu cümleleri milyonlarca kişi paylaşıyor.

        Belki diyeceksiniz ki, aşırı sağcı işte, toz kaldırmış, rüzgar yapmış.

        İngiltere gibi ‘Tescilli İsrail hâmisi’ biri ülkenin dünyaca ünlü bir müzik etkinliğinde Glastonbury Festivalinde sahneye çıkan şarkıcılar “Dead to the IDF” (İsrail ordusuna ölüm!) sloganını on binlerce kişiyle birlikte tempo tutarak atabiliyorsa mesele aşırı sağcı zirzopların meselesi olmaktan çıkmıştır.

        Şimdi sormamız gereken soru sahiden o soru: Yahudi halkı 21. yüzyıldan ne olarak çıkacak?

        a) Haklı olarak mı?

        b) Dokunulmaz olarak mı?

        c) Eleştirilemez ama herkesin gizlice nefret ettiği bir topluluk olarak mı?

        d) Ölü olarak mı?

        Ölü olmak için ille de fiziksel varlığınızın sona ermiş olması gerekmez.

        Kimsenin adınızı anmak istememesi de ölümdür.

        Holocaust ya da Auschwitz denildiğinde kimsenin kılının kıpırdamaması artık, sizin ölümünüzdür.

        İnsanlığın bir daha kimseyi savunamayacak kadar yanılmış hissettiği için sessiz kalacağı o gün, sizin ölümünüzdür.

        *

        Peki bu durumun sorumlusu sadece Netanyahu mu?

        Hayır.

        Sorumlu olan:

        — 1940’larda yapılan uyarıları susturan ADL gibi yapılar,

        — Holocaust’u Araplara yöneltilmiş bir siyasi silaha çeviren ideolojik manipülasyon,

        — İsrail’i eleştirilemez kılan küresel dokunulmazlık zırhı,

        — Hannah Arendt’i, Naomi Klein’i dinlemeye tenezzül bile etmeyen Batı vicdanı.

        *

        Doğru. 7 Ekim'de siviller öldürüldü. Ama İsrail’in “Aksa Tufanı”na karşı başlattığı karşılık, bir savunma refleksi değil; cezasızlığın büyüttüğü bir iştahla, militer ve ideolojik bir soykırıma dönüştü.

        O karşılık bir cezalandırma olarak kalsaydı, dünya yine iki gün konuşur sonra bırakırdı.

        Ama ortada bir cezalandırma yoktu. Fanatik yayılmacı bir ajandanın yürütülmesi vardı.

        Kurbanlar bir kez daha, Yahudi halkı üzerinden kuşanılmış dokunulmazlık zırhıyla sürdürülen devlet politikasının dişlileri arasında öğütüldü. Kalanları da bugünlerde açlıktan ölüyor.

        Öyle ki, olayları açıkça futbol maçı gibi tanımlayan İsrailli yetkililer, “son maçı Türkiye ile oynayacağız” diyebilecek kadar pervasızlaştı. Yine de bu coğrafyada kimse çıkıp “ben o kol bandını gururla takarım” demedi. Demez.

        Ama artık kimse de, hiçbir cümlesine “Ben antisemitist değilim” diye başlama ihtiyacı duymaz.

        “Sonsuza dek.”