Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Bir düzenin çözülüşü
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        2025 Eylülü, ABD iç siyaseti ve dış politikası için bir dönüşüm eşiğine işaret ediyor. Cumhuriyetçi Parti’nin en çok ses getiren figürlerinden biri olan Charlie Kirk’ün vurulması kolayca geçiştirilecek değil uzun uzun sağılacak bir trajedi olacak. Bu suikast Trumpçı sağın öfkesini ve sistemin reflekslerini sahneye davet etti. Ya da tam olarak bu sonucu garanti etmek için tasarlandı. ABD’nin dünyada üzerindeki etkisinin çözülüşü gerçek anlamda start aldı diyebiliriz.

        Charlie Kirk, “Turning Point USA” adlı yapının kurucusu olarak ABD’de özellikle Gen Z içinde sağı popülerleştirmeye çalışan, aşırı sağın önde gelen isimlerinden biriydi. İslamofobik, transfobik ve komplo teorileriyle örgütlenmiş açıklamalarıyla tanınıyordu:

        “Mülteciler ABD için biyolojik tehdit” diyordu. George Floyd protestolarını “anarşist isyan” diye tanımladı.Trump’ı “Amerika’nın yeniden doğması” diye savundu.Göçmenlerin “sistemli şekilde ülkeyi içeriden çökertmek” için kullanıldığını iddia etti. Kamusal eğitim sistemini, “solcu beyin yıkama merkezi” olarak tanımlamaktan geri durmadı. Filistinli bir gence “Filistinli diye bir şey yok, aslında sen yoksun” dediği sahneler çok tartışıldı.

        Bu pozisyonu, onu ABD’nin liberal sol kesimlerinde nefret objesi, sağın içindeyse kahraman haline getirmişti.

        Ancak Sezar’ın hakkı Sezar’a. Tartışma usulunü üniversitelere taşıyan, karşıtı olan gençlerle konuşmaktan ve debate’ler yapmaktan çekinmeyen genç bir cumhuriyetçi olarak benzerlerinden ayrılıyordu.

        MUHAFAZAKARLARIN MAĞDURLUĞU

        Vurulma olayının faili hakkında henüz resmî bilgiler netleşmemiş olsa da, olayın sosyal medyada anında politikleştirildiği gözlendi. Trumpçı medya, bu suikastı hemen “solcu şiddet” olarak çerçeveledi. “Amerika’da muhafazakar olmak yaşamı tehdit ediyor” söylemi bir anda viral oldu. Trump ise olayı “ABD’ye yönelik içeriden yürütülen bir savaş” olarak tanımladı.

        Failin, sol çevrelere yakın, sosyal adalet söylemleriyle bilinen bir figür olduğuna dair iddialar, Trump cephesinde şimdiden kendi durduğu yeri berkittiği bir planın malzemesi oldu. Bu olayla birlikte, 2028 başkanlık seçimi, hatta ondan önce 2026 süreci artık sadece bir tercih değil, bir beka sorunu olarak pazarlanacak.

        TRUMP USULÜ KAYYUMCULUK

        Trump, yeniden başkanlık için yürüttüğü kampanyada özellikle suçla mücadele ve “düzeni yeniden sağlama” söylemlerini merkeze alıyor. Ancak bu söylemler, yerel yönetimlere müdahale, protesto haklarını kısıtlama ve federal denetimi yayma adımlarına evriliyor:

        Demokrat belediyelere “gözetmen atama” planları, suç oranlarını bahane ederek Ulusal Muhafızların devreye sokulması, okullara ve kampüs yönetimlerine ideolojik müdahale hamleleri… Hangi birini sayalım…

        Trump, doğrudan “kayyum” atayamıyor belki ama atayamadığı valileri, belediye başkanlarını ve üniversite rektörlerini gölge denetim mekanizmalarıyla fiilen etkisizleştiriyor. Kayyum atayamadığı yerleri, kriminalize ederek işlevsizleştirme yöntemine başvuruyor.

        KATAR SALDIRISININ KAYBETTİRDİĞİ

        Trump’ın başkanlık sloganları arasında “savaşları bitireceğim” ifadesi başköşede yer alıyordu. Ama geldiğimiz noktada savaşlar bitmek şöyle dursun, sınır tanımıyor. İsrail, geçtiğimiz günlerde Gazze’ye yönelik saldırılarını genişletirken, bir taraftan da Katar topraklarına saldırdı ve bunu yaparak Washington’un üstlenmeye çalıştığı “Orta Doğu barış güvencesi” efsanesine son noktayı koydu.

        Hatırlatalım: Katar, ABD’nin bölgedeki en büyük askeri üssü olan Al-Udeid’e ev sahipliği yapıyor. Ama bu da artık bir şey ifade etmiyor gibi. İsrail’in ABD’nin burnunun dibine füze atması, sadece Tel Aviv’in pervasızlığını ortaya koymuyor, ABD’nin Orta Doğu’daki itibarsızlığını da gösteriyor. “Sizi koruruz” diyen bir süpergüç, müttefikini koruyamıyor. İsrail’in mesajı net: "Artık ben yönetiyorum."

        REJİM ALGORİTMALARA TESLİM

        Trump’ın Amerikan halkına vadettiği şey bir “yeni düzen”di. Ama bu düzenin merkezinde halkın iradesi yok; algoritmalar var. Karar alma süreçleri yapay zekâ, büyük veri analitiği ve gözetim teknolojileriyle şekilleniyor. “Güvenlik” adına atılan her adım, dijital bir otoriterliğe geçişin taşlarını döşüyor.

        Belediyelere kayyum atayamıyorsa bile, algoritmalarla yönetişim kuruyor. Yerel polis kuvvetleri, sosyal medya dinlemeleriyle “potansiyel suçlu” profilleri çıkarıyor. Üniversiteler öğrencilerin dijital davranışlarını izleyerek kimin ne kadar “radikal” olduğunu listeliyor. Oy vermek serbest ama seçimin sonucu çoğu zaman algoritmik manipülasyonlara emanet.

        Charlie Kirk gibi isimler bu sistemin hem ürünüydü hem de tetikleyicisiydi. Onun vurulması, toplumda derinleşen kutuplaşmanın, sistemin içsel çöküşünün, ve “düşman yaratma” siyasetine bağımlı düzenin kendi tuzağına düşmesi olacak. Uzun vadede. Ondan önce işler kaotik bir eşiğe kadar hızlanarak ilerleyecektir. Trump suçluyu buldu ve topluma hedef gösterdi bile. Solcular, ve onların varlığını absorbe etmekten çekinmeyen Demokratlar.