Gıda geliyor. Rehine takası başlıyor. Bunlar iyi haberler. Türkiye’nin sürece dâhil olması da öyle.
Ama Gazze'de dikenli teller hâlâ yerli yerinde. O şehir hâlâ bir hapishane.
Batı Şeria hiçbir zaman Gazze olmadı ama mesela , mazeretin kestirme yolu Hamas orada yoktu. Ama Batı Şeria işgal altında ve İsrail hapishanelerinde sadece Gazzeliler yok, Batı Şerialılar da var.
Bugün Filistin için umutlu cümleler kurmak mümkün gibi geliyor. Ne de olsa iki devletli yapı fikri hiç olmadığı kadar çok zikredildi. Ne de olsa uluslararası kamuoyu uzun zaman sonra ilk kez bu kadar geniş bir mutabakatla aynı satırda buluştu.
Fakat aynı kamuoyunun dikkati kadar kısa ömürlü bir şey de yok.
Tam da bu yüzden, bu kez farklı olmalı. Dünya gözünü Filistin’in üzerinden ayırmamalı. Dikkatsizlik öldürür, konu Gazze ise kesin öldürür.
Hamas’ın ilk yedi İsrailli rehineyi Kızıl Haç yetkililerine teslim etmesiyle eş zamanlı olarak, İsrail hapishanelerinde tutulan 1.966 Filistinli mahkûmun serbest bırakılması süreci başladı. Mahkûmlardan 250’si Batı Şeria, Kudüs ve diğer bölgelere; 1.716’sı ise Gazze’deki Nasser Hastanesi’ne gönderiliyor. Otobüsler yola çıktı. Bu, yalnızca bir takas değil; ateşkesin kâğıtta kalmadığını, ilk fazın fiilen devreye girdiğini gösteren en somut işaret. Gıda konvoyları sınır hattına ulaşıyor; depoların önünde bekleyen aileler nihayet bir şeyler alabiliyor. Çocuklara süt, hastanelere ilaç gidiyor. Bu, savaşın bittiği anlamına gelmiyor ama ölümlerin en azından bir süreliğine durduğu anlamına geliyor.
Bugünkü tabloda, birinci faz işliyor, ikinci faz müzakere eşiğinde.
Birinci faz, ateşin kesilmesi, birliklerin çekilmesi, rehinelerin ve tutukluların değişimi, insani yardımın akışıydı.
İkinci faz ise daha karmaşık: Hamas’ın silahsızlanması, İsrail’in daha derin çekilmesi, Gazze’nin yönetim modelinin yeniden tanımlanması...
Hamas bu aşamaya koşullu onay vermiş görünüyor; “önce çekilme, sonra güvenlik”. Yani hâlâ uzun, dikenli, inişli çıkışlı bir yol var .
Türkiye burada yalnızca arabulucu değil; sürecin doğrudan bir parçası. Ankara, ABD, Katar ve Mısır’la birlikte oluşturulan görev gücüne resmen katıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin “Gazze anlaşmasının uygulanmasını titizlikle izleyeceğini” açıkladı. Savunma Bakanlığı da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “herhangi bir görev verildiği takdirde sahada yer almaya hazır olduğunu” duyurdu. Bu fiilen bir barış gücü değil; ama sahadaki doğrulama, koordinasyon ve denetim kapasitesini temsil eden bir konum.
Türkiye’nin rolü, yalnızca diplomatik bir imza ya da sembolik bir arabuluculuk değil; yardımların yönünü belirleyen, ihlalleri belgeleyen, yani sahayı izleyen bir koruyucu gözetleyici diplomasi biçimi. Bu misyon teknik olduğu kadar politik: insani baskının siyasete dönüşmesi için bir araç.
Fakat asıl sınav hâlâ aynı yerde: Mekanizma çalışmazsa metinler kâğıtta güzel durduğu ile kalır. Asıl soru bu: Mekanizmalar çalışacak mı? Kapılar gerçekten açık kalacak mı? TIR’lar geçecek, çekilme haritaları uydu görüntülerine uyacak mı?
Dünya, Gazze için yek vücut olmuş aydınlık taraf saha ile etkileşimini sürdürür, baskıya devam ederse, cevap evet olabilir.
Ama kameralar başka yöne dönerse, Gazze bir kez daha kartpostallık bir ateşkesin duvarları arasında kalır.
DÜNYA GÖZLERİNİ GAZZE’DEN AYIRMAMALI
Filistin hâlâ adalet bekliyor. İsrail öldürdüğü siviller, çocuklar, gazeteciler için hesap vermeye zorlanmalı. Bu ateşkes, İsrail’in hesap verme zorunluluğunun yerini alamaz.
Herkesin kafasında aynı soru, aynı kaygı var.
Bu sürecin sonunda zihniyet olarak Siyonizmin sehpaya çıkacağı bir şafak yakın mı? Yoksa ağır savaş suçlarının diplomatik imzalarla örtülmesinin eşiğinde miyiz?
Dünya dikkatini korursa, yalnızca Gazze’nin değil, unutkanlığın kuşatmasını da kırabilir. Çünkü bu halkın değil özgürlüğü, sadece hayatta kalması buna bağlı. Sadece enerji kaynaklarının değil dikkat ve vicdanın da ‘yenilenebilir’ ve ‘sürdürülebilir’ olmasını sağlamaya çalışmak zorundayız .