Gazze’ye insani yardım ulaştırmayı hedefleyen ve yaklaşık 42 gemiden oluşan bu filo, İsrail güçleri tarafından uluslararası sularda durduruldu ve 479 aktivist gözaltına alındı; daha sonra gruplar hâlinde serbest bırakılarak ya ülkelerine ya da geçici transit noktalarına gönderildi.
Sumud Filosu’nun rotasını rüzgâr çizmemişti.İsrail eziyetine karşı insani bir hat oluşturanların kalbi belirledi güzergahı.
Gazze kıyılarına ulaşmayı amaçlayan 42 gemilik bu sivil konvoy görmezden gelme ile mühürlenmiş siyasi odalara, ağır işleyen diplomatik mekanizmalara ve kağıt üzerinde kalan insan haklarına karşı hatırlatıcı bir hareket olarak yola çıktı. Ablukayı kıramadı belki ama gözlerini kaçıranlara İsrail’i bir kez daha ifşa etti. Daha da önemlisi 42, 72 , 92 geminin değil belki ama 1002 gemilik bir filonun dünyayı değiştirebileceğini gösterdi.
Silahları topları tüfekleri olan devletler öylece dururken, sadece fiziksel varlığı ve kuracak bir kaç cümlesi olanların insanlık adına risk alabileceğini hatırlattı.
İsrail’in uluslararası sularda müdahalesi, bu hafızaya bir kesik daha attı. Gözaltılar, baskılar, sınır dışı kararları…
Her şey tanıdıktı.
Sumud denizde durduruldu. Abluka kırılamadı.
Ancak: Denizde kaybedilen mücadele, karada bir baskı unsuruna dönüştü.
Çünkü, devletlerin yapamadığını yaptılar. Yola çıktılar. O çaresiz, silahsız, ve ‘sadece sivil’ halleriyle.
İsrail'i Gazze ile ateşkese 'zorlayan' plan, denizde durdurulan ama karada İsrail'e 'yük olan' Sumud Filosudur diye düşünüyorum.
Trump 'ın şu cümlesi önemli mesela: "Artık İsrail de anladı ki tüm dünya ile savaşamaz"
Planın mükemmel olmadığını biliyoruz. Hiçbir planın öldürülen 65 bin Gazze'liyi geri getirmeyeceğini de. Ama bugünkü ateşkes kararı ile çocukların yüzü güldü.
Bugün ve bir süre için bu herkese iyi gelir.
Hamas'tan Mamas'a gidecek ve oradan daha meşru görülen aktörlerle zenginleşecek, yeni filolarla İsrail'i canından bezdirecek o yollar belirene kadar, zaman kazandırır.
***
Şimdi, geri dönen her aktivist, sadece bir ‘deneyim’ elde etmediklerini , görmezden gelinenlerin ve ateşkes perdesine büründürülerek yokmuş gibi yapılacak gerçekliğin taşıyıcıları olacaklar. Hafıza sayfalarının arasına konulan ayraçlar gibi.
ZARF VE MAZRUF
Tanıklığın nasıl kullanılacağı bu filodan geriye neyin kalacağını da belirleyecek bir çerçeve. Mazruf ne kadar değerli olursa olsun, zarf da ihmale gelmez malum.
Sumud filosu döndüğünden beri aktivistlerin anlatı ve duruşları mesele oldu nitekim.
İkbal Gürpınar ve Bekir Develi gibi bazı isimlerin coşkulu ve zafer tonlamalı ifadeleri sosyal medyada tartışma yarattı.
Elbette herkes, geçirdiği deneyimi kendi meşrebince dışa vurdu. Bu yüzden kimi tutumlar anlayış görmeli, susma tercihlerine de hürmet edilmeli.
Kınamak yerine eşsiz bir olay yaşamış insanların şaşkınlığını, duygusal patlamalarını anlamaya çalışmak daha sağlıklı. Ancak bu durum, bazı tavırlara şerh düşmeyeceğiz anlamına da gelmiyor.
Elbette konuşacaktı tanıklar.
Ancak bir zafer ya da bir fatih edasıyla değil.
Gazzeli’nin sürmekte olan acısını “Valla devletimizin kıymetini bilelim” gibi iktidar kutsayışlarına binek yapmak için değil.
İpin ucu öyle kaçtı ki, bir ara ünlü yolculardan birinin Türkiye’ye dönerken kendilerine domatesli mozzarella veren THY’yi övdüğünü bile duyduk.
Benzersiz bir deneyimden sonra yaşanan euphoria anlaşılabilir. Ama bazıları, yolculuk sonrasında ‘ay halimize bin şükür’ demek ve kendi avantajlı durumunun kıymetini keşfetmek gibi bir kişisel gelişim için, kendi kazanımlı varlığını onaylamak için o gemiye binmiş görüntüsü verdi ki, bu en hafif tabirle Gazze’linin aylardır yaşadığı açlık-saldırı-ölüm döngüsünün dehşetine yabancılaşma halidir.
Oysa filonun amacı acıya yabancılaşma değil, 1) Ablukayı kırmak 2) Gazze ile empatiyi küresel düzleme taşıyabilmekti.
Neyse ki bunu yapanlar vardı. Greta Thunberg ve Huzeyfe Küçükaytekin, Muhammed Emin Yıldırım gibi profiller “Konu biz değiliz, mesele katledilen bir halk” çizgisinde durarak merkeze kendilerini değil, Gazze’yi yerleştirdiler. Bu daha sakin ve ilkesel duruş, daha anlamlı ve takdir edilesi bulundu.
KARŞILAMAYI KIYASLAMAK
Günün sonunda Türkiye’de ve dünyada, Küresel Sumud Filosu’nun (Global Sumud Flotilla) aktivistlerinin dönüşü, Filistin dayanışması açısından tüm dünyada yankı buldu.
Peki filo yolcularının -özellikle Türk ve diğer uluslardan katılımcıların- dönüş süreçleri ve karşılanma biçimleri aynı mıydı?
Türkiye’nin hem resmi destekle organize ettiği hem de halkın yoğun ilgisi ile gerçekleşen karşılamalar ile diğer ülkelerdeki karşılama biçimleri arasındaki fark dikkat çekiyor.
Türkiye’deki karşılamada hem devlet hem halk vardı.
Türkiye, filonun dönüşünde özel rol üstlendi. 4 Ekim 2025’te, 36’sı Türk olan toplam 137 aktivist, Türk Hava Yolları’nın tahsis ettiği özel bir uçakla İstanbul Havalimanı’na getirildi. Havalimanında toplanan kalabalık, katılımcıları alkışlar, sloganlar ve çiçeklerle aktivistleri kahraman gibi karşıladı. Hatta Emine Güneş isimli filo yolcusu, uzatılan bir mikrofona “Tamam çok teşekkür ederim ama bu abartı bana ağır geldi. Çünkü orada insanlar ölmeye devam ediyor” dedi.
TÜRKİYE’NİN KONUMLANMA BİÇİMİ
Ancak şöyle bir boyut da var. Yolcuların kahraman gibi karşılanması Türkiye’nin Filistin meselesine dair resmi duruşunu güçlendiren bir boyut da arzediyor.
Çünkü Türkiye’ninaktivistlerin serbest bırakılmasının ardından dönüşleri hızla organize etmesi, geride kalan 14 kişilik grubun da daha sonra Ürdün üzerinden Türkiye’ye ulaşması, süreçte Dışişleri Bakanlığı’nın aktif pozisyonu, Türkiye’yi sadece “karşılayan” değil, aynı zamanda “koordine eden” bir ülke konumuna taşıdı.
Diğer ülkeler İsrail’in işlerine taş koyan çok ilginç adımlar attılar ama bu filo konusunda bu ölçekte bir diplomatik angajman göstermediler.
İngiliz aktivist Sarah Wilkinson, Türkiye’nin gösterdiği aktivistlere gösterdiği misafirperverlikten etkilendiğini açıklayıp “Türkiye’ye hayran kaldım. Bu şekilde karşılanmak beni duygulandırdı,” derken haksız değildi.
Zira diğer ülkelerdeki karşılama süreçleri daha sınırlı, daha sivil inisiyatiflerle sınırlı kaldı.
Örnekleri ve gözlemleri şöyle sıralayabilirim:
İngiltere: Aktivistler Heathrow’da küçük bir destekçi grubunca çiçek ve alkışlarla karşılandı. Ancak etkinlik Türkiye’deki resmi karşılama ile kıyaslandığında düşük profilli kaldı. Medya ise aktivistlerin yaşadığı gözaltı koşullarını ön plana çıkardı
İsveç: Greta Thunberg, deport edildikten sonra Atina’ya indi ve burada destekçileri tarafından alkışlarla karşılandı. Karşılamada Thunberg’in mağduriyeti ya da deneyimi değil -çünkü daha önce de Gazze’ye gitmişti- meselenin kendisi öne çıktı.
İsviçre: Geri dönen dokuz aktivist, İsrail’in uyguladığı gözaltı koşullarını -örneğin, uyku yoksunluğu- sert şekilde eleştirdi. Ancak hükümet düzeyinde destekleyici bir karşılık aldıklarını görmedim.
İspanya & Yeni Zelanda: Aktivistlerin gözaltı sürecine dair sert eleştirileri medyada yer bulsa da, karşılama törenleri küçük gruplarla sınırlı kaldı.
Uluslararası medya (BBC, Al Jazeera, Guardian) bu dönüşleri daha çok “deportasyon” başlığı altında haberleştirirken ve İsrail aktivistleri “provokatör” olarak etiketlerken aktivistlerin önce Türkiye’ye yönlendirilmiş olması, Türkiye’yi fiilen “dayanışma ve geçiş merkezi” konumuna getirdi. Ancak kendi ülkelerine vardıklarında, aktivistler daha sessiz, mesafeli hatta eleştirel ortamlarda karşılandı.
Türkiye’nin aktivistleri karşılama biçimi, hem insani diplomasinin hem sembolik gücün dikkatli kullanıldığı bir örnek oldu.
***
Darısı Türkiye vatandaşı olan İsraillilerin, -bakın Musevi demiyorum-, hem İsrail hem Türkiye vatandaşlığı bulunan ve İsrail’e gidip Filistinlilere silah sıkan militan siyonistlerin ayıklanarak Türk vatandaşlıklarının iptal edilmesine diyelim… Sayılarının 300-400 civarında olduğu söylenen bu topluluk hakkımda ya devlet bir açıklama yapmalı, ya da soykırıma katılarak savaş suçu işleyen topluluğun vatandaşlığını iptal ederek deport etmeli.