Telegram’ın kurucusu Pavel Durov geçtiğimiz günlerde ilginç bir açıklama yaptı. 41. yaş gününü kutlamak yerine uyarı yapmayı seçti.
“Babalarımızın bizim için kurduğu ücretsiz interneti kurtarmak için neslimizin zamanı tükeniyor.
Bir zamanlar bilginin özgürce paylaşılması vaadi, artık nihai bir kontrol aracına dönüşüyor.”
“Bir zamanlar özgür olan ülkeler, dijital kimlikler (İngiltere), çevrimiçi yaş kontrolleri (Avustralya) ve özel mesajların toplu olarak taranması (AB) gibi distopik önlemler uygulamaya koyuyor.”
Çeşitli ülkelerden somut örnekler aktaran ve Batı demokrasilerinin bile otoriterleştiğini iddia eden Durov Orwellvari bir manzara betimleyerek karanlık bir distopyanın hızla yaklaştığını söylüyor : “Bizim neslimiz, tarihe özgürlüklere sahip olan ve bu özgürlüklerin elimizden alınmasına izin veren son nesil olarak geçme riskiyle karşı karşıya”.
Durov ayrıca “Biz, neslimizin en büyük mücadelesinin atalarımızın bize bıraktığı her şeyi yok etmek olduğuna inandırıldık: gelenek, mahremiyet, egemenlik, serbest piyasa ve ifade özgürlüğü.Atalarımızın mirasına ihanet ederek kendimizi ahlaki, entelektüel, ekonomik ve en nihayetinde biyolojik olarak yok etme yoluna girdik” gibi cümleler de sarf ediyor. Ama bu, başka bir günün konusu olsun
Biz şimdilik “özgür internet ölüyor” uyarısında kalalım çünkü bu yalnızca bir teknoloji eleştirisi olarak tezahür etmiyor.
Daha büyük bir şey var ardında.
Bu, içine girdiğimiz çağın siyasal anatomisinin özeti.
Bu, Donald Trump’ın merkezinde yer aldığı bir düzlemde , insan hakları ve özgürlüklerin giderek geri plana itildiği, lider merkezli otoriterliğin küresel ölçekte meşrulaştığı bir dönemin ortak çıktısı.
İNTERNER ARTIK ÖZGÜRLÜĞÜN DEĞİL KONTROLÜN LABARATUVARI
Durov’un ‘atalar’a övgüsü de boş bir nostalji değil. O soğuk savaş sonrası özgürlükçülüğünü kastediyor ama aslında filmi daha geri de sarabiliriz. Misal : Bir zamanlar kapitalist dediğin fabrika kurar, istihdam yaratır, vergi verir, maaş verdiği insanların bir topluma ve devlete tutunmasını mümkün kılardı. Hatta işçilere kendi ürettikleri arabayı satın alabilecek maaş veren Ford gibi patronlar iktisadi akımlara kendi adını bile vermişti. Kapitalist bile olsalar, bir sınıfa yaslanmak zorundaydılar ve o sınıfı korurlardı.
Bugün öyle değil.
Bugünün büyük sermayesi, “Big Tech” dediğimiz dijital tanrılar: Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg ve türevleri. Artık somut üretim yok. Kalabalıkların dokunamadığı, anlamadığı, satın alamadığı dijital ürünler var. Ve bu ürünleri tasarlayanlar, aynı zamanda o kalabalıkları işsiz bırakıyor. Artık sadece üretim araçlarını değil, denetim araçlarını da ellerinde tutuyorlar.
SERMAYE ARTIK FABRİKA DEĞİL, ALGORİTMA
Açık kaynak kodu olmayan yapısı ile çok tartışılan bir platformun sahibi olan Durov’un bugün her şeyi sorgular hale gelmesi belki Fransa’da tutuklanmış olmasından belki de daha derin bir uyanıştan. Çünkü Big Tech, uzun süre devletten güçlü sandı kendini. Yeni adıyla X,eski adıyla Twitter’da bir zamanlar o sırada seçim kaybetmiş ama halen başkanlık koltuğunda oturan Trump’ın tweetleri sansürlendi.
Vay be, ne günlerdi.
Şimdi olmakta olan ise yavaş çekimde ‘bıldır yenilen hurmalar…’ hikayesi.
Şimdi devletler — özellikle popülist, milliyetçi ve bürokratik nezaketi fazlalık sayan otoriter liderler — o kudreti geri alma peşinde.
Trump gibi figürler “teknoloji oligarşisine” devlet tokadı atmak istiyor.
“GÖZETİM OLMAZSA YÖNETİM DE OLMAZ”
Açıkçası bir regulasyon gerektiğine kuşku yok. Zira kötüye kullanım konusundaki istatistikler iç açıcı değil. Ve daha fenası toplumların baş edemediği ölçekte baş döndürücü bir teknolojik gelişme söz konusu.
En basitinden yapay zekâ, robot teknolojisi ve otomasyonun özellikle düşük ve orta gelirli meslekleri hızla ortadan kaldırdığı gerçeği var.
McKinsey Global Institute’a göre 2030’a kadar dünya çapında 800 milyon iş yok olabilir.
OECD ve MIT’nin araştırmaları, otomasyon arttıkça siyasi kutuplaşma ve toplumsal huzursuzluğun da yükseldiğini gösteriyor.
Buyurun buradan yakın…
Teknoloji ilerliyor ama toplumun büyük kısmı bu ilerlemenin dışında kalıyor; dev kalabalıkların safra gibi sistem dışına itilmesi an meselesi.
İşsizlik artarken, şirketlerin en çok yatırım yaptığı alanlardan biri “verimlilik denetimi.” Bu, aslında gözetim teknolojileri demek.
Artık sadece işini yapmak yetmiyor. Hangi saniyede hareketsiz kaldın, e-postayı ne kadar hızlı cevapladın, hangi algoritma seni “verimli” sayıyor?
Yapay zekâ hem insanları işsiz bırakıyor hem izliyor hem çalışabilenleri robot standartlarına göre kategorize etmeyi mümkün kılıyor.
Devletlerin başı kel mi? Onlar da bu tabloya kayıtsız kalmıyorlar. Big Tech’in topladığı verileri devralıyor ya da onlardan öğreniyorlar.
Dijital kimlikler, yapay zekâ destekli istihbarat, sosyal medya yasaları, yüz tanıma sistemleri… Artık hepsi majestelerin hizmetine giriyor: Daha fazla kontrol ve ayıklama. Bu sistemlerin sadece homojen düzlemde yaygınlaşmış bir baskıyı değil nepotizmi ve kayırmayı da optimize edebildiğini göreceğiz.
“Güvenlik” bahanesiyle kurulan bu sistemler, aslında krizi yönetmiyor, yenilikleri ve ilerlemeyi insanlara yeni zincirler takmak için optimize ediyor .
Yani devletlerin big tech’e atacağı tokat halk için değil, kendi güçlerinin akacağı kanallar inşa etmek için.
Yerel otoriteler bir süredir bir zamanlar özgürlük sağlayan teknolojinin imkanlarını işi olanın emek/hizmet ürününden mümkün olabilecek en yüksek haracı pardon vergiyi alabilmek için kullanıyor. Küresel düzen ise işsizleştirilen, mülksüzleştirilen yığınların başlatabileceği sosyal patlamayı bastıracak yeni kafesleri inşa ediyor.
Hepimiz göremediğimiz ve duyamadığımız o dijital kafesin içindeyiz.