Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Tartıya çıkan sadece CHP değil
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        30 Haziran’a kilitlenmiş dikkatler mahkemenin karar ertelemesiyle şimdilik dağıldı. Ama olay bitmedi.

        CHP’nin 38. Olağan Kurultayı, 1366 delegenin katılımıyla ve seçim kurulu gözetiminde yapılmış,kurultayın tüzüğe uygunluğu, Çankaya 4. İlçe Seçim Kurulu tarafından resmen tescillenmişti. Ancak Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan “mutlak butlan” davası, sadece CHP’nin yönetimini değil, muhalefetin varoluş koşullarını, çok partili siyasi sistemin de geleceğini tartıya çıkardı. Çünkü kurultayın yok hükmünde sayılması, seçimle şekillenen parti yönetiminin, yargı kararıyla silinmesi anlamına gelecek. Çünkü ‘mutlak butlan’ hükmü verilmesi ihtimali devam ediyor.

        Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi, 30 Haziran’daki duruşmada karar açıklamadı ve davayı ilerleyen bir tarihe erteledi. Bu erteleme, süreci uzatıyor fakat tehlikeyi ortadan kaldırmıyor; tersine, belirsizliği ve gerilimi tırmandırarak tüm siyasi iklime yayabilir.

        HATIRLATMA: HUKUK TARİHİNDE EMSALİ YOK

        Türkiye siyasi tarihinde, bir partinin kurultayının “mutlak butlan” gerekçesiyle yok hükmünde sayılması gibi emsal bulunmuyor. Eğer bu kapı açılırsa, “kurultayında usulsüzlük var” gerekçesiyle seçime aylar kala muhalefetin topyekûn bir krize sürüklenmesi işten bile olmaz.

        SİSTEM ALLAK BULLAK OLUR

        YSK Temsilcisi Recep Özel’in vurgusu bu nedenle önemli:

        Bu uyarı artık yalnızca analistlerin öngörüsü değil; YSK Temsilcisi Recep Özel’in açıklamasıyla kurumsal zemine taşınmış durumda:

        “Mutlak butlan terimi hukukçulara elbette yabancı değil, ama siyasi partilerin kongrelerinde böyle bir karar yok. Asliye hukuk mahkemesi, seçimle ilgili sürece karışamaz. YSK’nın verdiği kararı mahkeme bozamaz; böyle bir şey olursa bütün sistem allak bullak olur. Seçim ve mazbata süreçlerinde son söz seçim kurullarınındır; bu çizgi aşılırsa seçim hukuku çöker.”

        Özel’in tespiti, CHP’nin kurultay davasında yaşanacak olası bir ‘yok hükmü’ kararının, sadece bir partiyi değil, tüm siyasi sistemi geri dönüşü olmayan bir yol ayrımına sokacağına işaret ediyor.

        "EYLEMLİ KAPATMA" VE RİSKLER

        Davada öne sürülen “rüşvet” iddiası büyük, ama kanıtlar aynı ölçekte değil.

        Üstelik rüşvet suçunun oluşabilmesi için kamu görevlisi olmak gerekiyor; delege kamu görevlisi değil. “Menfaat temini” suçlamaları da boyut ve kanıt bakımından güçsüz.

        Ama asıl risk, Prof. Dr Adem Sözüer’in dikkat çektiği mesele. Aldığı oyları taşımakla görevli bir partinin fiilen çalışamaz hale getirilmesi. Sözüer bu süreci “eylemli kapatma” olarak tanımlıyor: Yani bir partiyi doğrudan kapatmadan, onu işlevsiz hale getirecek kadar itibarsızlaştırmak, karar alma mekanizmalarını kilitlemek ve siyasal varlığını askıya almak.

        Bu yöntem, daha önce HDP örneğinde fiilen uygulandı—belediyelere kayyum atamaları, siyasetçilerin tutuklanmaları ve partinin sistematik olarak dışlanmasıyla birlikte. Ancak o zaman gerekçe, “terör” iddiasına yaslanıyordu.

        Şimdi ise, CHP gibi merkez siyasetin taşıyıcı kolonlarından biri olan ana muhalefet partisinin, iç işleyişine dair bir kurultay tartışması üzerinden benzer bir araçla etkisizleştirilmesi gündemde. Bu, “fiili kapatma” modelinin artık marjdan merkeze taşındığını gösterir.

        KILIÇDAROLU’NUN POZİSYONU VE GÜVEN SORUNU

        Kılıçdaroğlu, partiyi kayyuma bırakmamak için liderliğe dönme sinyali verdi ve bu tavrı günlerce tartışıldı. Bu strateji bazı çevrelerde “partiyi kayyumdan koruma ve yeniden genetik kodlarına döndürme” refleksiyle açıklanıyor. Ancak tabanda geniş karşılık bulması zor görünüyor. Çünkü;

        • 2023 yenilgisinin yarattığı kırgınlık hâlâ taze;
        • Kurultay sürecindeki tutumu ve sessizliği, özellikle genç ve seküler seçmende güven erozyonuna yol açtı;
        • Eksiklerine rağmen Özgür Özel, taban nezdinde “meşruiyet kredisi” taşımaya devam ediyor.

        Kılıçdaroğlu’nun bu süreçte eski reflekslerinin aksine "Yargı kararına uyarım" şeklinde bir uyumluluk göstermesi de muhalefeti öfkelendiren, yer yer çok aşırı tepkilere neden olan bir serüvene dönüştü.

        Kılıçdaroğlu’nun AK Partili olduğu bile iddia edilebildi.

        Elbette değil. Bunu iddia etmek gülünç.

        Benim kanaatimce bunun üç nedeni var:

        • İtibar restorasyonu arzusu. Kılıçdaroğlu, siyasetten tamamen çekilmedi. Sessizliği, bir tür “keser döner, sap döner” bekleyişi gibi. Bu hikâyede ‘son gülen iyi güler’ pozisyonunda olmayı umduğunu görmezden gelmek naiflik olur.
        • CHP’yi tartışmalı mali ilişkilerle anılmaktan uzak tutma kaygısı. Parti, özellikle kurultay süreci sonrası yolsuzluk iddialarının gölgesinde kaldı. Kılıçdaroğlu’nun bu sessizliği ve eski koltuğuna geçici bir süre için de olsa oturmaktan geri durmayacak gibi davranması, partiyi yolsuzluk algısından kurtarma isteğiyle ilgili olabilir. Kendisiyle konuşanlar Kılıçdaroğlu’nda bu kaygının izlerine tanık oluyorlar.
        • Yeni anayasa sürecine dönük stratejik pozisyonlama. Türkiye, fiilen bir koalisyon dengesinde ilerliyor: milliyetçi, muhafazakâr ve Kürt siyasi aktörlerin şekillendireceği bir anayasa masasının, sol ve Alevi temsiliyeti olmadan meşruiyet kazanamayacağını düşünmesi kuvvetle muhtemel. Ve bu temsil için kendisinin en uygun aktör olduğuna inanıyor olabilir. Bu ihtimal doğruysa bu bir stratejik hamledir, ancak iletişimi doğru yapılmadı ve tabandaki güvensizlik kolayca düzelmez.

        YENİ SİYASAL DENGEDE ANA MUHALET TAŞIYICI KOLONDUR

        Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, siyaseti iki bloklu bir düzene oturttu. Şimdi bu bloklardan birinin –ana muhalefetin– kurumsal yapısı kurcalanıyor. Sistemin dengesi bizzat kendi araçlarıyla sarsılıyor. Kurultay davası bu nedenle yalnızca bir partinin iç meselesi değil. Siyasi yapının taşıyıcı kolonlarından birinin yargı eliyle zayıflatılması, çok partili siyasal sistemin mimarisini de test ediyor.