Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Temmuz’daki konuşması, yalnızca PKK’nin silah bırakma süreciyle ilgili değil, Türkiye’nin siyasal yapısına, sınırlarına ve bölgesel konumuna dair yeni bir çerçeve sundu. “Tarihi” nitelendirmesi ise yalnızca bir örgütün sonuna değil, bir düzenin yeniden kuruluşuna işaret etmesinden ileri geliyor .
ERDOĞAN'IN KONUŞMASI GERÇEKTE NEYİN İLANI?
Konuşmanın kurgusu, hedef kitlesi ve kavram seçimi bir araya geldiğinde, hem içeriye hem bölgeye dönük bir yeniden yapılanma niyeti okunabiliyor. Erdoğan’ın sözleri üç başlık altında bu yönelimi açık biçimde tanımlıyor:
1- Kürtlerle ilgili ezberin dışına çıkıldı.
“86 milyonun birliği” vurgusu, “Türk, Kürt, Arap ayırmadan” ifadesiyle destekleniyor. Bu yalnızca eşit vatandaşlık çağrısı olarak kalmıyor; aynı zamanda üniter yapının çoklu etnik aidiyetle yeniden tanımlanacağı bir modelin işareti. Fransa’nın denizaşırı aidiyet yapıları, Çin’in özerk bölge rejimleri, Rusya’nın federasyon olmayan halk temsilleri bu tür çok kimlikli ama üniter devlet örneklerine yakın duruyor.
2- Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’ye açık referans verildi.
“Şam, Erbil, Süleymaniye bizim ortak şehirlerimizdir” cümlesi, yalnızca kültürel bağlılık göndermesiyle sınırlı değil. Türkiye’nin sınır ötesi Kürt coğrafyasıyla tarihsel ve siyasal bir bağ kurduğu fikrini yeniden dolaşıma sokuyor. Bu, doğrudan “bizi ilgilendirir” cümlesiyle söylenmemiş olsa da, sınır dışı istikrarsızlıkları kendi müdahale alanı olarak tanımlayan bir stratejinin güncellemesi anlamına geliyor.
3- Şam vurgusu üzerinden Arap bağlamı kuruldu.
“Şam ortak şehrimizdir” ifadesiyle kurulan ilişki, bir hegemonyadan ziyade bir sahiplenme. nostaljik bir hatırlatma değil. Bölgesel denklemde Türkiye’nin yalnızca Kürtlerle değil, Arap halklarla da yeniden ilişki kurma niyetini gösteriyor. Ayrıca bu bağlamı Ankara’nın Filistin ve Gazze siyasetine paralel biçimde şekillenen yeni bir siyasi hinterland kurma girişimi olarak görmek gerekir.
YENİ BİR 'ÇOĞUNLUK' TARİFİ YAPILIYOR
Bu söylem yapısı, Türkiye’yi “tek millet” anlatısından çıkarıp “tek yapı” fikrine yöneltiyor. Bu yapı etnik olarak farklı, siyasal olarak üniter, jeopolitik olarak yaygın bir form alabilir. Meclis’te kurulması planlanan barış komisyonu bu dönüşümün takvim aracı olacak; asıl mesele ise bu takvimin hangi zihinsel ve kurumsal mimariyle yürütüleceği.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasındaki şu pasaj—“Türk, Kürt, Arap bir aradaysa vardırlar, ayrı düştüklerinde hezimete uğradılar”—yalnızca duygusal bir tarihsel çağrı değil. Aynı zamanda yeni bir bölgesel düzen tahayyülünün çatısını kuruyor. Bu söylemin merkezinde üç büyük eksen var:
1- Etnik gruplar üstü İslamî birlik
2- Sınır ötesi siyasal meşruiyet alanı (Erbil, Şam, Kudüs vurgusu)
3- Devletin dönüşen kimliği – çok halklı ama üniter
Bu tablo Osmanlı nostaljisinden çok daha pragmatik: Erdoğan burada bir imparatorluk özlemi dillendirmiyor. Aksine, bölgesel bir federatif etki ağı kurmak istiyor: Sınırlar değişmeyebilir ama meşruiyet alanı genişler, kültürel hegemonya artar, yeni kuşaklar ortak kimliğe ikna edilir.
İfade gayet açık :
“Açın, tarihin sayfalarına bakın. İttifak yaptığımızda atlarımızın, kılıçlarımızın, kalkanlarımızın, naralarımızın, tekbirlerimizin önünde hiç kimse duramadı. İttifak yaptığımızda medeniyetimizle, sanatımızla, ilmimizle, refah seviyemizle hiç kimse yarışamadı. Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse, işte o zaman Türk vardır, Türk vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır. Moğol orduları acımasızca İslam beldelerini yıktı, çünkü Türk, Kürt, Arap ayrışmıştı. Haçlılar İslam beldelerine saldırdı, çünkü Türk, Kürt, Arap birbirinden kopmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybettik; aramıza sınırlar çizildi, duvarlar örüldü, Kudüs’ü yitirdik, çünkü tefrika vardı. Ne zaman ayrıldık; kaybettik, yenildik. Ne zaman ittifak yaptık; o zaman tarihe istikamet çizdik. Bugün Gazze’de tarihin en acımasız, en vahşi, en barbar soykırımı icra ediliyor. Neden? Çünkü, Türk, Kürt, Arap tarih boyunca olduğu gibi bir araya gelip ittifak kuramıyor.”
YENİ VİZYON NASIL BAŞARILI OLUR?
Bu vizyonun başarısı üç koşula bağlı:
İçeride çoğulculuk güvence altına alınmalı. Aksi halde yeni yapı yalnızca çoğunlukçu bir tahakküme dönüşebilir. Bu noktada, muhalefeti sistem dışına iten ya da siyasal meşruiyetini tartışmalı hale getiren uygulamaların süreci kolaylaştırmak yerine zorlaştırabileceği unutulmamalı.
Bölgedeki aktörlerle sürdürülebilir ilişkiler kurulmalı.
Ve çizilen yol haritası günübirlik ihtiyaçlara , misal seçim takvimine göre değil, stratejik sürekliliğe dayanmalı.