Filistin’idevlet olarak tanıma dalgası Avrupa’dan yükseldi. İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Eylül ayında Filistin’i tanıyabileceklerini ilan etti. Ancak bu ilan bir vaatten çok, doğrudan uyarıydı: “Eğer İsrail, Batı Şeria’yı ilhak etmeyeceğini açıkça ilan etmez ve Gazze’de insani iyileşmeye yönelik somut adımlar atmazsa, Filistin’i tanıyacağız.” Yani mesele Filistin’in varlığına değil, İsrail’in rotasına bağlanmış durumda. Diplomatik bir sopa. Ama kimin başına ineceği çok belli değil. Yine de söz konusu olan İngiltere gibi bir siyonizm muhibbi olduğu için, bu değişim kayda değer bir fark.
Fransa ise tanıma kararını herhangi bir şart öne sürmeden duyurdu; pozisyonu daha net. Ben Gvir Macron’u tehdit etmekte, “Fransa sokaklarında artabilecek şiddet olaylarını” hatırlatmakta hiç gecikmedi.
ABD Başkanı Donald Trump, Gazze’de çocukların açlık çektiğini nihayet görüyor. Melanie de görüyormuş.
Ancak yardımın dağıtımını yine İsrail’in kontrolüne bırakacaklarını açıkladı. Söylemin içinde kanayan vicdandan eser yok ama kıvranan çaresizlik çok. Diplomatik refleks yok; refleksin zincirle tutulduğu bir boşluk var. Ortada bir tavır değil, yönsüzlük var.
TÜRKİYE NEREDE DURUYOR?
Türkiye ise Bogota’daki Hague Group deklarasyonuna katıldı. Bogotá’daki Hague Group metni, Gazze’ye yönelik bir dayanışma bildirisi olmasına rağmen, içinde “uluslararası deniz hukuku” atıfları vardı ve bu da UNCLOS’a ( Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi) referans içerdiği için Türkiye’nin çekince koymasına neden oldu. Herhangi bir uluslararası metin ya da bildiride UNCLOS’a doğrudan veya dolaylı atıf varsa, Türkiye çekince koyar veya metni imzalamaz.
Yine de 20 Eylül’e kadar vakit var. Türkiye yetkililerinin devlet çekincelerini koruyarak imzaekleyecek bir yol aradığı ifade ediliyor.
Ancak geçtiğimiz hafta açıklanan bildirge meselesinde durum böyle nüanslar içermiyordu.
25 ülke ve AB Komisyonu, İsrail’in Gazze’deki sivillere dönük saldırılarını “insanlık dışı” olarak niteleyen bir deklarasyona imza attı. İmza sahipleri arasında Avustralya, Fransa, İtalya, Japonya, İspanya, Norveç, Yunanistan gibi ülkeler yer aldı. Gelgelelim,Türkiye bu listede yoktu.
Almanya, Romanya, Macaristan da yoktu ama Ankara’nın eksikliği, hem coğrafi hem tarihsel ağırlık sebebiyle daha fazla dikkat çekti.
Deklarasyonda neler vardı?
“Damla damla yardım” politikası istikrarsızlık üretmekle suçlandı.
Yardım sırasındaki 800 sivilin öldürülmesi “dehşet verici” bulundu.
Zorla yerinden edilme, etik temizlik riskiyle anıldı.
İsrail, açıkça uluslararası hukuk çerçevesine davet edildi.
Türkiye’nin imzalamaması, İsrail’e destek anlamı taşımaz. Ama tercihin teşrihe muhtaç olduğu kesin.
Zira bazendiplomatik pozisyon almamak da sonuçsuz kalmaz: Duruş eksikliği ortaya çıkar.
SOKAKLAR “MUHATABA” SESLENİRKEN …
Nitekim bu eksiklik iç siyasette yankı buldu. Sokakta yalnızca gençlik hareketleri yok; Siyer Vakfı ve Köklü Değişim gibi uzun soluklu İslamcı kuruluşlar da artık ses yükseltiyor. “Açık tavır” talebiyle Beştepe’ye yürümek istediler, engellendiler ama bir biçimde direkt cumhurbaşkanını muhatap alarak çağrıda bulunan konuşmalar yaptılar.
TÜRKİYE’NİN TEMKİNİ
Çok belli ki Türkiye, Suriye’deki değişim ve merkezi otoritenin hala tam tesis edilememesi, terörsüz Türkiye süreci ve bu konulara sağlanmış ABD desteğinin korunması gibi nedenlerle daha temkinli davranma gereği duyuyor.
Ancak ABD’nin durumu hem açık hem dramatik. ABD’nin Ortadoğu politikası Beyaz Saray’da yazılmıyor. Sahnedeki görünüm bağımsızlık-büyüklük, sahne arkasındaki ilişki bağımlılık. Tel Aviv’in stratejik kararlarına karşı gelmek şöyle dursun, kararları onun yerine yürütmekle meşgul bir başkent görüntüsü çiziliyor.
Trump, yardımın -gıda yardımı almaya gelen Gazzelileri vuran-İsrail tarafından dağıtılacağını söylediğinde yalnızca bir tercihi değil, kurumsal bir yetersizliği ilan etmiş oluyor.
Washington artık bağımsız karar üreten bir başkent gibi davranmıyor. Dış politika refleksi Tel Aviv’de şekilleniyor, metin Washington’da okunuyor. ABD’de farklı seslerin tartışması aslında bu tabloyu süslemekten ibaret.
Washington eskiden İsrail’i korumaya çalışan bir devletin başkentiydi. Oysa artık İsrail’in diaspora ofisi.
Yani İsrail’in arkasında ABD yok, konu Ortadoğu ise, ABD İsrail’in ta kendisi.
İşin özü, İsrail’in Filistin’e yaptığı işkence, Gazze’de yaptığı soykırım,Suriye’ye yaptığı saldırılar vs.ya net ve sonuç üreten bir tavır alışı getirecek ya da Türkiye Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan gibi o meşhur ve korkunç“Filistinliler babamızın oğlu değil” çizgisinin yanına geçecek. Üçüncü ve idarei maslahat içeren bir yol mümkün gibi görünmüyor.