Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Güntay Şimşek   5G ihalesi sektörde taşları yerinden oynatacak
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bu hafta milyar dolarlık 5G frekans ihalesi yapılacak. Sektörün üç operatörü; Turkcell, Türk Telekom ve Vodafone, ihale öncesinde güçlü yönlerine vurgu yaparak “5G’ye en hazır operatör” olduğunu ilan etti. Her üç operatör de uzun süredir 5G’ye geçiş için hazırlanıyor. Hatta telekomünikasyon alanında faaliyet gösteren küresel teknoloji devleriyle büyük ölçüde anlaşmalarını tamamladılar. Merak edilen husus şu: 5G’de farkındalık yaratacak operatör hangisi olacak? Üçü de hazır ama ellerindeki değerler, kendilerini rakiplerinin ne kadar önüne geçirecek?

        Türk Telekom, ihaleye iki gün kala sürpriz bir 5G bağlantılı basın toplantısı yaparak CEO’su Ümit Önal’ı basının karşısına hologram olarak çıkardı. Böylece Türk Telekom, Türkiye’de bir ilke imza atmış oldu. Barcelona’daki WMC Fuarı’nda tanıştığım hologramlı toplantı teknolojisini bu kez ülkemizde, bir otel salonunda karşımda görünce şaşırmadım dersem yalan olur.

        Hologram teknolojisi, özellikle 5G’ye adım atan ülkelerde iş dünyasının toplantı ve iletişim anlayışlarını değiştirdi. Hatta çevrim içi görüşmelerin bile tahtını sallamaya başladı. Bu demektir ki hologramlı görüşmeler dünya genelinde bir yandan hızla ilerlerken, Türkiye’de 2026 itibarıyla 5G ile bu yeniliğe hazır olacak. Böylece 5G’ye geçildiğinde bireysel tüketiciye nasıl bir faydası olacak sorusuna verilen “veri trafiği hızlarının artacağı” şeklindeki cevaplara “hologramlı görüşmeler yapılabilecek” ifadesi de eklenmiş oldu.

        Hologram toplantılar, katılımcıların fiziksel olarak aynı mekânda bulunmadan, üç boyutlu görüntüleriyle gerçek zamanlı olarak bir araya gelmelerini mümkün kılıyor. Hologram, online görüşmeler ile yüz yüze toplantılar arasında konumlanıyor. Televizyonların uzaktaki muhabir ve konuklarını hologramla bağlaması yakın zamanda mümkün olacak gibi görünüyor. 5G teknolojisi, düşük gecikme ve yüksek bant genişliği ile hologram teknolojisinin daha fazla gelişmesini ve yaygınlaşmasını hızlandırmak için kritik altyapıya sahip. Netice itibarıyla Türk Telekom, 5G ihalesi öncesi hologram teknolojisini de hayatımıza sokmuş oldu.

        Üç operatör incelendiğinde her birinin 5G’de farklı güçlü tarafı öne çıkıyor. Turkcell, şebeke ve baz istasyonu tarafındaki güçlü mobil altyapısıyla öne çıkıyor. Türk Telekom, Türkiye’nin en geniş fiber ağına sahip olmasıyla diğer iki operatörün önünde yer alıyor. Aynı zamanda 5G’nin olmazsa olmazı LTE baz istasyonlarını fiber ağlara bağlamada %54 oranıyla en yüksek değere sahip. Ayrıca Türk Telekom, 5G’de kullanılmak üzere 70’in üzerinde uluslararası patenti olması da rekabette önemli avantaj sunabilir. Vodafone’un en büyük avantajı ise 98 ülkeyi kapsayan küresel 5G tecrübesi. “Biz 5G’ye değil, 5.5G’ye hazırız” sloganıyla Vodafone’un Türkiye’ye ne tür yeni teknolojileri taşıyacağını ise önümüzdeki yıl göreceğiz.

        Ancak 5G’ye geçişle birlikte üç operatör arasında; abone sayısı, toplam gelir ve kârlılık gibi üç kategoride önemli bir rekabet olacağı, hatta sıralamanın değişme ihtimalinin çok yüksek olduğu görülüyor. En atakta görünen ise Türk Telekom. Büyük ihtimalle yakın bir zamanda, belki de 2026’ya girmeden mobil abone sayısında Vodafone’u geçme ihtimali var. Rakamlar bunu gösteriyor. Ama 5G’ye geçince tablo ne olur, bilemiyorum. Asıl yarış Turkcell ile Türk Telekom arasında toplam gelirde ve bunun yansıması olarak da kârlılıkta yaşanacak gibi görünüyor.

        Üçüncülükten gelen Türk Telekom, artan gelirleriyle Turkcell, mobil abone sayısıyla da Vodafone ile rekabet edip, yakalamaya çalışıyor. Netice itibarıyla 16 Ekim Perşembe günü ihalede hangi şirketin hangi 5G frekanslarını aldığı, önümüzdeki yıllarda rekabetin nasıl geçeceğinin de en büyük işareti olacak.

        Nadir element savaşı farklı sektörlere de uzanıyor!

        Çin, sahip olduğu nadir element rezervleri ve üretim teknolojileriyle başta ABD olmak üzere teknoloji geliştiren diğer ülkeleri sıkıştıracağının işaretlerini uzun süredir veriyordu. Somut adımı ise 2018’de, Donald Trump’ın ilk başkanlık döneminde atarak ABD üretimi bilgi teknolojisi ve iletişim ürünlerinin Çin kamu kurumlarında kullanılmasını yasakladı.

        Bu konuyu 28 Şubat 2025’te, “Kömür ve petrolden sonra 'Çin Çağı'na mı giriyoruz?” başlıklı yazımda detaylıca ele almış ve bugünkü gelişmelerin yaşanabileceğine dikkat çekmiştim. Çin-ABD tartışması ve kısıtlama girişimleri, iletişim sektöründe; mobil iletişimin beyni olan baz istasyonları, ana şebekeler ve cep telefonlarında kullanılan çiplerle başladı. ABD, Huawei’ye çeşitli yasaklar getirdi.

        Yaklaşık 6 yıl önce başlayan ABD-Çin ticaret savaşları, Çin’in nadir element ihracatına kısıtlama getirmesiyle yeni bir boyut kazandı. Bir önceki yüzyıla damga vuran “petrol savaşları” gibi, içinde bulunduğumuz çağa da “nadir element savaşları” damga vuracak gibi görünüyor.

        Öte yandan Çin, uzun süre Batı’nın bilgi teknolojilerine ihtiyaç duyduktan sonra, artık kendi kendine yeter hale geldiğini ilan etmeye başladı. Bilgi teknolojileri ve iletişim ürünleriyle dünyayı kontrol etmeye başladı. ABD’nin Huawei’ye yasakları da bu gelişmeler üzerine geldi. Ancak Huawei’nin teknolojisi ve maliyetleriyle rekabet edebilecek şirketler giderek ortadan kayboluyor. Türkiye’de telekomünikasyon sektöründe Huawei’nin ağırlığı söz konusu. Burada da görünürde çip savaşları yaşanıyor gibi olsa da asıl mesele yüksek teknoloji ürünlerinde kullanılan nadir toprak elementleri…

        ABD Başkanı Donald Trump, Güney Kore’de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile planlanan görüşmeyi iptal etmesiyle birlikte gündemimize nadir element savaşları da girmiş oldu. 1 Kasım’dan itibaren ABD, Çin’den ithal edilen ürünlere %100 ek gümrük vergisi uygulanmasıyla yeni bir döneme girmiş olacağız.

        Ayrıca ABD’li otoriteler, çeşitli alanlarda da Çin ile olan ilişkilerinde ticari denge arayışına girmiş durumdalar. Örneğin, Çinli havayollarının Rusya hava sahasını kullanmasının yasaklanması gündemde. Çünkü ABD’li havayolları bu sahayı kullanamadığı için rekabette dezavantaj yaşıyor.

        Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra Washington, Rus uçaklarının ABD üzerinde uçmasını yasaklamıştı. Misilleme olarak Rusya, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin havayollarına hava sahasını kapattı. Ancak Çinli havayolları bu yasaktan muaf kaldı.

        Nadir element konusunda Çin’in bu seviyeye gelmesinin de ilginç hikayesi var: 1980’ler ve 1990’larda Çin, başta Japon şirketleri olmak üzere yabancı yatırımcılara cazip teşvikler sundu. Tek şartı, teknoloji ve uzmanlık transferiydi. Yabancı mühendisleri ülkeye çekti, kendi uzmanlarını Batı’ya göndererek rafinaj ve ayırma tekniklerini öğrendi.

        Bu teknolojiyi öğrenen Çin, düşük iş gücü maliyetleri ve devlet teşvikleriyle nadir elementleri küresel pazara çok düşük fiyatlarla sundu. Batılı ülkeler bu ucuz ürünlere yönelince, kendi madencilik şirketleri rekabet edemedi ve kapandı. Böylece Çin, küresel arzın kontrolünü ele geçirdi. 2010’da yaşanan Senkaku Adaları krizi, nadir elementlerin jeopolitik bir silah olarak kullanılabileceğini gösterdi. Çin, bir balıkçı kaptanının Japonya tarafından gözaltına alınmasını gerekçe göstererek, nadir element ihracatını iki ay boyunca durdurdu.

        Japonya, bu ambargo nedeniyle kaptanı serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu olaydan ders çıkararak farklı ülkelerde yatırımlar yaptı. Ancak ABD, bu örnekten yeterince ders çıkarmakta geç kaldı.

        Türkiye’ye gelince…

        Ülkemizde yüksek teknoloji gerektiren savunma sanayi ürünleri tasarlanıp üretebiliyor. Nadir element rezervlerine sahibiz. Mühendislik gücü yüksek, ancak malzeme bilimi ve teknoloji transferi konularında gelişmeye ihtiyaç var. Rezervlerin işletilmesi için yapılacak iş birliklerinde, mutlaka yüksek teknoloji kazanımı şartının aranması gerekiyor. Aksi takdirde, rezerv sahibi olmamız bağımlılığı azaltmayacaktır.