Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Güntay Şimşek Türkiye nadir elementlere nereden başlayacak?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ABD ve Çin’in uzun süredir gündeminde olan ve çip savaşlarıyla birlikte Türkiye’nin de dikkatini çeken nadir toprak elementleri, yüksek teknoloji ürünleri için vazgeçilmez bir kaynak haline geldi. Toplamda 17 elementten oluşan bu grup; savunma, iletişim ve enerji gibi stratejik sektörlerde fark yaratıyor. Sahip olan ülkeler, bu kaynaklar sayesinde jeopolitik üstünlük elde ediyor.

        Ancak rezervlere sahip olmak kadar, bu elementleri ürüne dönüştürebilmek de kritik. Bunun için yüksek teknolojiye dayalı işleme süreçleri gerekiyor. Nadir elementler, 1970’lerde sanayide sınırlı kullanıma sahipken, 1980’lerde Japonya’nın renkli televizyon üretimindeki atılımıyla değer kazandı. 1990’larda ise mobil telefonların yaygınlaşmasıyla rekabette vazgeçilmez hale geldi. Pil ömrünün uzaması, cihazların hafiflemesi ve dokunmatik ekranların gelişimi, nadir elementlerin önemini artırdı.

        Bu elementlerin en önemli katkılarından biri, cihazların küçültülmesini sağlamaları. Elektrikli motorların termik motorlara karşı güç kazanması ve elektrikli araçların yaygınlaşması da bu elementler sayesinde mümkün oldu. Yenilenebilir enerjiye geçiş ve dijital teknolojilerin gelişimi de nadir elementlerle ivme kazandı. Ancak kullanım alanları genişledikçe, tedarik ve işleme zorlukları da ortaya çıkıyor.

        Japonya, geçmişte teknoloji ürünlerinde üstünlük sağlarken nadir elementleri stratejik olarak kullandı. Hatta bu teknolojilerin ihracatını Çin’e yasakladı. Ancak Çin, düşük işgücü maliyetiyle Japon sanayicileri ikna ederek, nadir elementlerin düşük teknoloji gerektiren işlemlerini Guangzhou’da yapmaya başladı. Japonya, kâr marjlarını artırmak amacıyla bu teklifi kabul etti. Böylece Çin, teknolojiyi öğrenerek 1990’ların ortasından itibaren bu alanda hızla gelişti. Bugün bazı nadir elementlerde dünya tedarikinin %90–95’ini, toplamda ise küresel pazarın %60’ını Çin karşılıyor.

        Türkiye, bu tecrübelerden ders çıkarmalı. Çin, Japonya’dan teknoloji transferiyle liderliğe ulaşırken, Türkiye benzer bir hataya düşmemeli. Ülkemiz, sadece nadir toprak elementlerini endüstriye kazandırmayı değil, aynı zamanda bu teknolojiyi öğrenmeyi ve eksik elementleri güvenli biçimde temin etmeyi hedefliyor. Küçük ama etkisi büyük olan bu pazar, özellikle savunma sanayii için kritik önemde.

        Türkiye, savunma sanayinde mühendislik aşamasını geçti; malzeme bilimi alanında da önemli ilerlemeler kaydetti. Radar ve lazer sistemlerinde nadir elementlerin rolü büyük. Roketsan, Aselsan, TÜBİTAK gibi kurumlarımız bu alanda ciddi başarılar elde ediyor. Bu gelişimin kesintisiz devamı için nadir elementlere erişimde sorun yaşanmaması gerekiyor.

        Eskişehir Beylikova rezervi, Türkiye’nin stratejik hedefleriyle örtüşen büyük bir fırsat sunuyor. 694 milyon tonluk cevher rezervi, Türkiye’yi Çin’in Bayan Obo sahasından sonra dünyanın en büyük ikinci rezerv alanı konumuna taşıyor. Ekonomik değeri yüksek olsa da, asıl mesele bu rezervin nasıl değerlendirileceği. Çin’in nadir elementlerle petrol çağını kapatıp kendi dönemini başlattığı gerçeği iyi analiz edilmeli.

        İlk tespitlere göre Türkiye, yaklaşık 10 farklı nadir element rezervine sahip. Ancak bu cevherleri çıkaracak teknolojiye ve bu elementleri kullanacak ürünleri geliştirme kabiliyetine ulaşmak, en önemli stratejik hedef olmalı. Rezervin miktarı, çeşitliliği ve işlenebilirliği; yatırım stratejilerini belirleyen temel unsurlar. Eskişehir’deki rezerv alanı, Çin, ABD ve diğer yüksek teknoloji ülkelerinin ilgisini çekiyor. İyi bir stratejiyle, Türkiye bu rezervi savunma sanayii başta olmak üzere birçok sektörde değerlendirebilir.

        Nadir elementler doğada düşük konsantrasyonlarda bulunur ve birbirlerine benzer kimyasal özellikleri nedeniyle ayrıştırılmaları zordur. Öyle ki bazı elementlerden 1 kg elde etmek için 45–50 ton cevherin işlenmesi gerekebilir. Bu süreç, karmaşık kimyasal işlemler, yüksek enerji tüketimi ve çevresel etkiler içerir. Bu nedenle işleme teknolojisi hem maliyetli hem de teknik olarak zordur.

        Sonuç olarak, Türkiye’nin önünde büyük bir fırsat var. Hem nadir element meselesini çözmek hem de yüksek teknoloji alanında en ileri seviyeye ulaşmak için bu imkân iyi değerlendirilmelidir. Malzeme bilimi, çağımızda stratejik bir konuma gelmiş durumda. Bu nedenle temel bilimlerde insan kaynağı yetiştirilmesi, ülkemizin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Bakalım Türkiye bu alanda nasıl sürprizlerle karşımıza çıkacak…