Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Avrupa birliğine doğru...
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Her şey Alman Göttingen Üniversitesi’nin yayınladığı bir araştırmayla başladı. Araştırmanın sahibi olan Dr. Renas Koshnaw, Türkiye’nin güneydoğusundan başlayıp İran’ın kuzeybatısına kadar uzanan 1500 kilometre uzunluğunda devasa bir yarığın varlığına dikkat çekti…

        Sonrasında ortamlar karıştı. Çünkü Koshnaw, “Bu levha bölgeyi aşağı çekmeye devam ediyor. Çatlak Türkiye’den Irak’a doğru takvimden koparılan bir sayfa gibi yayılıyor” iddiasında bulununca; aldı herkesi bir panik

        Olaya yerbilimci gözüyle bakarsak, bu yarığın yeraltı okyanusunun bir uzantı levhası olduğunu ve inanılmaz bir deprem üretebileceğini daha önce dile getiren Türk bilim insanları vardı ama onlar daha çok yeryüzüne yakın fay kırıklarının hareketlerini izaha çalışıyorlardı. Neyse…

        Vallahi Ortadoğu’dan ayrılıp batıya doğru hareket eden bir levhanın rotası sadece küçük bir kalabalığın dikkatini çekmiş olamaz.

        Öyle ya, hesap doğruysa sınır çizenlerin, diplomatların, devlet yönetimlerinin yapamadığını bu yarık yapacak bugün ya da birkaç bin yıl içinde. Avrupa istemese de Avrupalı olmak durumunda kalacak memleketimiz…

        Böylece “Ortadoğu Kazanı” denilen tanımlamanın da dışına çıkmış olacağız. İyi mi yoksa kötü mü karar sizin?

        Şakası bir yana sanırım şu sıralarda en çok Göttingen Üniversitesi’nin dile getirdiği bu yarığın üretebileceği riskleri konuşmamız gerekiyor…

        Zamanında malumu ilam eden Celal Şengör, Naci Görür ve diğer değerli bilim insanlarıyla hem de…

        Memleket nereye gidiyor; bilmek hepimizin hakkı!

        ***

        Medyadaki fay kırıklarına gelince…

        Jeoloji, Jeofizik, Sismoloji birbirine son derece yakın duran ama farklı bilim disiplinlerinin isimleri…

        Konu deprem olunca telefonun tuşlarının gittiği ilk adresler de yaklaşık olarak bunlar. Şimdi çeşitli ekranlarda izleyip, farklı gazetelerde okuduğumuz bilim insanları da bu disiplinlere yıllarını vermiş…

        Ama teslim etmek gerekir ki her disiplin kendi içinde farklı görüşleri taşımak durumunda. Bilim karşılaştırılmalı olarak ilerleyen bir şey. Entelektüel anlatımla “Diyalektik” olması gerekiyor…

        Şimdi “Kral Çıplak” deme zamanı. Dünyada olduğu gibi bizde de bilim insanlarının ekseri çoğunluğu birbirinden pek de haz etmiyor…

        Belki bu yüzden biz “deprem” denilen mesele hakkında doğru tam olarak kimin ağzında bilemiyoruz. Birinin “A” dediğine öbürü “B” dedikçe kafalar iyiden iyiye karışıyor…

        Oysa bilim, tribün denen şeyi ret ederek kendi çağı için hakikati işaret etmek zorunda. Doğru herkes için değişken ama hakikat bir.

        Kızmasın kimse ve lütfen alınmasın. Risk alarak ekrana çıkan her bilim insanı kendi doğrularını olduğu kadar anonim doğruları da dillendirmek durumundadır…

        Bilim her gün kendine bir şey katarak yol alır ama o katkıyı sağlayacak tek adım da kolektif oluşturmaktır…

        O yüzden koca bilim insanları sosyal medyadan ya da buldukları mecradan birbirlerine laf yetiştireceklerine memleketin önceliği olan deprem konusunda imdada yetişmelidir.

        Kürsüler onların ama memleket hepimizindir!

        ***

        Sandıkta “Hay Aksi” marşı!

        Adı bende saklı ama CHP’nin eski kurmaylarından biriyle lafladık önceki gün. Kısa bir konuşma oldu. Muhalefetin içinde olduğu adaylık maratonuyla ilgiliydi söyledikleri…

        Derdimiz sokaktaki insanı dinlememek” dedi önce. Ve devam etti ardından; “Sokakta dertleştiğim vatandaş bana ilk elden ‘bütün renkleri hallettik de derdimiz fıstık yeşiline mi kaldı?’ diye sorup duruyor”…

        Aktif siyasetin içinde olduğu yıllarda farklı seslerden biri olmasıyla dikkatimi çeken bu isim, konuyu gelmesi gereken yere getirdi ve noktayı koydu…

        Halk aday filan değil, hayatta kalmanın derdinde”. Haksız değil; hatta hiç ama hiç haksız değil…

        Muhalefetin işi iktidarın yanlışlarını iyileştirecek reçeteler bulup uygulamak, bu şekliyle de rayından çıkmışsa rakibini raya sokmak değil midir?

        Bunu yaparsa günü gelince kendisi o rayın lokomotifi olur. Sokaktaki adam da bunu bekliyor…

        Ama sanıyorum seçilenlerle seçenler arasında rayın makası çoktan açılmış, ne zaman kapanır onu da bilemiyorum?

        Dilerim bu “makas farkı” iş fıstık yeşiline kalmadan fark edilir. Aksi takdirde “hay aksi” sandık marşı olur!

        ***

        Şu fitre iddiası doğruysa…

        Diyanet işlerinden verilen bir fetva iddiaya göre “Asgari ücretliye ya da emekliye de fitre verilebilir” diyor…

        Memleketin bütçesi en büyük kurumundan böyle bir fetva çıkabilir mi; mümkündür, fenalarını da gördük…

        Ama günün fıkrası kabilinden bu iddia kotamızı doldurmaya yeter hatta artar bile. Bundan iyi vesikalık olamaz çünkü!

        ***

        Söz ağız değiştiriyor…

        TRT’nin “Tabii” isimli dijital platformunda yeni bir dizi başlıyor. Adı “Cihangir Cumhuriyeti”…

        Birçoğumuz için sıradan bir dizi olabilir. Ama son zamanlarda dizi/ oyunculuk dünyası ve Cihangir elitleri ilişkisinin kısmen hukuksal boyutlarda manşetlere taşındığını düşünürsek, mesele basit bir dizinin ötesinde sanki

        Kabul etmek lazım ki bir dönem herkesin, medya dünyasının herhangi bir mecrasında yükselebilmek için sosyalleştiği bu “çevrim içi alan” bir sanayi mahallesi gibi büyüdü…

        Oradan yükselen isimlerin hepsi şimdi ekranda ya da ilişkili sektörlerde çok bilindik markalar oldu. Cihangir’in elit mesaisinin düne kadar normal bir sonucuydu bu…

        Ancak dün de gün de değişti. Herkesin bir zamanı, her kutunun da bir hacmi var. Zaman gelip, hacim de dolduğunda söz hakkı ağız değiştiriyor…

        Lafı uzatmaya gerek yok. Manşetlerden takip ettiğimiz, malumun ilamına dönüşen bir iç hesaplaşma üzerinden, bu cumhuriyette vatandaşlık alamamışlar ya da “deport” yemişlerin hikâyesini dinleme vakti geldi sanıyorum

        İç hesaplaşma” tanımına gelince; bunu düşünmek için milyarlık dizi ve dijital yayın sektöründe öne çıkan isimlere bakmak yeterli. Pasta büyük, hep aynı altın bıçakla dilimlenemez hale geldiği de ortada…

        Hani az biraz düşününce bu dizinin de sıradan bir kurgu olmayacağına ikna oluyor insan. Bakalım anlatılan kimin ya da kimlerin hikâyesi olacak?

        Ha, anlatanların bir kısmının bir dönem o cumhuriyetin tam merkezinde oluşu da tarihin ironisi olarak not düşülsün bir kenara!