Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Bak benim yiğidime!

        Çok enteresan bir toplum olduk. En son sokak ortasında gerçekleşen bir kavgada bildiğin Yeniçeri kılıcı kullanıldı…

        Sandalye, beysbol sopası, piknik tüpü, kuş kafesi, damacana, plaj şemsiyesi, leğen filan derken insanın aslına rücu etmesi duygulandırıverdi beni

        Cihangir’de yiğitler birbirine kılıç sallarken, artık unutulmaya yüz tutan “kılıç kalkan” ekiplerinin bu kılıçlı ve saçma kavgayla “Lazarus” gibi yeniden hayata dönmesi gözlerimi yaşarttı…

        Dünya’nın ikinci, Avrupa’nın ise birinci en sinirli toplumu” olarak kavgalardaki yaratıcılıklarımızın bizi kültürümüzden uzaklaştırdığını düşünürken, içinden Malkoçoğlu çıkan bu yiğitlere minnettarım.

        Çünkü bu kadar tarihi dizi izleyip eli kılıç tutmayan bir toplum olarak kalmamızı sindiremiyordum içime. Kısmen müsterihim…

        Ah unutmadan, giderek sıklaşan mahalle kavgalarında da mancınık, ok, mızrak, topuz gibi ata elinden çıkmış savaş aletlerini görürsem tam olacağım…

        Lakin leğenle adam dövmek gibi ilkel bir yaklaşım kültürümüze hakaret etmek gibi geliyordu bana. Şükür özümüze döndük…

        Buraya kadar şakayla yürüsek de buradan sonra istatistiki bir bilgiyle tüme varalım.

        Savunma sanatları eğitmeni bir arkadaşımın gözlemine göre; “Dünyanın en çok kavgaya girip, dövüş tekniklerinden bihaber toplumu” olarak, kendimizi el âleme daha fazla güldürmeden öfkemizi kontrol etsek mi artık?

        Hadi o elindekini yavaşça yere bırakıp sorununu bir de konuşarak çözmeyi dene değerli kardeşim. Çünkü çok sıktın artık!

        ***

        Sözde olmaz özde sev beni!

        Köprü ve otoyol geçiş ücretleri uçuşa geçti. Bu yüzden de yazmak zaruri oldu artık. Bakın, en yetkili ağızın verdiği rakam 30 milyon TL...

        Geçen yıl paralı otobanlardan kaçak geçiş yapan yabancı plakalı, Türk şoförlü arabaların açtığı mali yara. Para ödemeden geçenlerin topluma hediyesi…

        Türk siyasetinde, ekonomide, sosyoloji ve magazin tartışmalarında sosyal medya klavyesini kimseye kaptırmayan, sokaktaki mikrofona herkesten önce koşanların arabaları bunlar…

        Memleketine hasretini sadece doğduğu kente gelerek değil, ülkeye artı değer getirerek giderenleri tenzih ediyorum. Onların kalbinin yarısı burada zaten…

        Ama kutsal oy hakkında var, ülkenin kasasına girecek para da yoksan nasıl samimi bulayım kardeşim seni? Nasıl inanayım ülkene saygı duyduğuna?

        Ödemediğin, kaçak geçiş yaparken sırıttığın gişelere bırakmadığın o parayı buradaki akrabaların peşin vergileriyle ödüyor.

        Yapabiliyor musun yaşadığın o ülkede böyle bir şımarıklık; önce onu söyle? Çünkü aidiyet kökenini söylemekle olmuyor. O kökenin ufkunu da düşüneceksin…

        Belki o zaman “kurulu düzenin orada olduğu için terk edemediğin” ülkenin vatandaşları hakikaten kıskanır seni. Kendini de ekstra düşman yaratmaktan kurtarırsın…

        Bir düşün, senin yerine yine ben düşünmek zorunda kalmayayım; ufak hesaplarının, sözünü sakınmadığın ama katkını sakındığın hazinede açtığı yarayı!

        ***

        Sele değil kalamata!

        Gümrükten kargoyla kaçak geçirilmeye çalışılırken bulunan yavru gorilin adı belli oldu; “Zeytin”…

        Şaka değil, bir hafta kadar Tarım Bakanlığı halka da sorarak isim aradı yavruya…

        Sonunda renginden dolayı genellikle kedilere verdiğimiz bir isim kabul gördü. Bu yavru büyüyünce elbette King Kong olmayacak ama azametiyle zeytinden çok, familyanın dev çeşidi kalamatayı hatırlatacak…

        Neyse. Bakanlık işin şefkat ve sahiplenme tarafını halletti. Biz de ismini koyduk ve bir derdimize daha noktayı yerleştirmiş olduk. Tamam mıyız?

        Hayır, asıl büyük sorun ele geçirilemeyen hayvan türleri. Çoğunun soyu tükenmek üzere olan farklı canlar. Ve çok ciddi bir kaçak endüstrisinin mağdurları onlar…

        Memlekette her şeyin bir tekeli var. Ama bu daha çok çete imzası taşıyor. Yılda on binlerce türün (milyonlarca dolar bedelle) coğrafya değiştirdiği, yaşayamayacağı topraklarda ölüp gittiğini düşününce; geçiş noktası olan ülkemizin asıl meselesinin bu kaçakçılığa isim koymak olduğunu düşünüyorum…

        Yaşadığımız dünyanın her türlü canlısı oksijen kardeşimizdir çünkü!

        ***

        Organize Sanayi Bölgeleri umutlandırıyor!

        Organize Sanayi Bölgeleri kendi içinde bir ülkecik gibi büyüyor. Üretimde büyüyor, teknolojide büyüyor, eğitimde büyüyor, sanatta büyüyor, lobicilik de büyüyor, folklor ve sermayede büyüyor…

        Teknoloji çağının gerektirdiği ekonomik değerleri yaratırken kolektif bir sistemi tercih eden OSB’ler bir süre sonra Türkiye ekonomisinin de lokomotifi olacaklar. Bunu bir kehanet olarak söylemiyorum…

        Yalova’da bu yılın ortalarında toplu açılışı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılması beklenen Yalova Makine İhtisas OSB’yi inceleme fırsatı buldum. 2030 yılında 400 üretim tesisi ve 20 bin kişilik istihdama ulaşacak bu sanayici kolektifi 4 milyar dolar ihracat ve 13 milyar dolar ciro hedefine koşuyor…

        Bunu yaparken Organize Sanayi Bölgeleri arasında bir ilk olan yeşil ve dijital dönüşüm projesiyle de memleket sanayine bir deniz feneri oluyor…

        Bunun için Dünya Bankası’ndan alınan yeşil Fon’un yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile Sanayi ve Teknoloji bakanlığının onayladığı Entegre Haberleşme ve Veri Altyapı Sistemi ile yerli bir Silikon Vadisi olmaya da soyunuyor…

        Bu arada mimarisini incelediğinizde içinde Alaçatı değirmenlerinden tutun da Kızık evlerine kadar coğrafik ikonların da bulunduğunu görüyorsunuz…

        Bu coğrafyaya ait her kadim alıntıya alan açacak OSB’nin yöneticisi Direnç Özdemir, inşaatı süren bölgenin daha şimdiden 2000 kişiye ekmek verdiğini söylüyor…

        Gelecek bir gün elbette gelecek. Ama gelirken Türkiye’nin en önemli iş gücü kaynağı olacak ara eleman istihdamı, yabancı dille yetişmiş işçisi, dijital ve yapay zekâ teknolojisine haiz emekçisi OSB’lerle daha güzel gelecek

        Ülkeyi ayağa kaldırmak için en kalın değneklerden biri olacak Organize Sanayi Bölgelerinin sessiz sedasız ama içten gümbürdeyen hareketliliği toplumca alkışlanmalı. En azından birkaç yıl sonra ayakta alkışlamaya idman olarak…

        ***

        Gurur veren rekor!

        Göbeklitepe geçtiğimiz eylül ayından bu yana “replika stelleriyle” Roma’daki ünlü Collesium’da sergileniyor

        Kadim kültürlerine son derece bağlı olarak tanınan İtalyanlar aslında o ihtişamlı mekânlarına turistten başka kimseyi sokmuyor. Belki bir iki performans gösterisi ya da konser…

        Mekân için neredeyse bir ilk olarak Göbeklitepe buluntularının dünyaya açılan ikinci kapısının Roma olması İtalyanlar kadar turistleri de çifti mutlu etmiş

        Sıkı durun Collesium içindeki Göbeklitepe sergisini gezen turist sayısı 2 milyonu geçmiş. Bunun nasıl bir lobi olduğunu turizm ve kültürden bir parça anlayanlar iyi bilir…

        Ve sanırım benim gibi gönenir ve çok sevinir. Kimin aklına geldiyse tarih kadar uzun yaşasın. Nokta!