Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünyanın en büyük yoğurt üreticilerinden birinin Fenerbahçe’ye sponsor olmasının ardından yoğurt tüketimi patladı. Lokma değil, kelime olarak ama…

        Ben bu zamana kadar “yoğurdu ilk kim buldu?”, “Yoğurt hangi ulusa aittir?” gibi patent tartışmalarının hiç bu denli hararetli olduğunu görmemiştim…

        Hani kısmen bizim coğrafyamızda kendini bulmuş bir gıdanın dış pazarda Yunan ya da Bulgar menşeiyle satılır olmasına ufaktan bir içerliyordum. Arkeolog tarafımın tipik kıskançlıklarından biriydi bu…

        Bulgar bilim insanı Grigov, 1900’lü yılların başında yoğurdun içindeki bakteriyi keşfedince “Lactobacillus Bulgaricus” adını verdi keşfine. Yoğurt bir anda Bulgar kökenli oluverdi bir süre…

        Sonra dünya lezzet pazarında yerini “marketing” marifetiyle “Yunan yoğurdu” olarak sabitledi. Alıştığımız yoğurttan ziyade kaymak gibi bir şeydi o da. Aslına inerseniz yoğurt neredeyse her kültüründü ama en çok Mezopotamya kültürünün…

        Kesin olmamakla birlikte 7000 yıllık bir tarihi bulunuyor yoğurdun. Önce Mezopotamya ve Anadolu’da ardından aynı sıklık ve sürdürülebilirlikte yakın ve orta Asya’da, biraz daha sonraları da antik Yunan’da görüyoruz yoğurt tüketimini

        Mevcut çeşitliliğine bin yıllar öncesinde kavuşmuş aslında. İçine ne eklerseniz fark etmeden lezzetle tüketiliyor ve şifa kaynağı olarak biliniyor…

        Bugün patent ve coğrafik ürün yarışında olan dünyalıların eskiden insanın ortak kültürü için bu denli saldırgan olmadığını biliyoruz. Ama modern dünya mülkiyetçilik yayığında ayrana çeviriyor ne varsa…

        Tarihi yazılı kaynakları analiz ederek ele alırsanız modern zamanların mutfağında hep aynı ata izine rastlıyorsunuz; bereketli hilal…

        Bunun dışında yeryüzünün üstünde ve altında olan tüm kültürel hazineler tüm insanlığın. Aidiyet bu anlamda antik değil antika bir sıfat bana göre…

        Tersini söyleyene bir bardak ayran uzatın, en azından hararet alır. Nokta.

        ***

        Şimdilik astrologlar önde…

        Astrolojiye kafasını takanlar için, senenin henüz başında top yekûn ilan edilen yıkım yılının hakkını verdi 2025

        Tam da ortasını geride bırakırken, modern kâhinlerin (!) tümüne “haklı çıktık” duygusunu yaşattı…

        “Savaşlar yılı olacak” diyorlardı, oldu. “Afetler yılına girdik” diyorlardı, öyle de gidiyor. “ Diplomatik dengeler sarsılacak” buyurdular, tersini söyleyebilen yok şimdilik. Bilinmeyeni gökyüzünde arayanlar için averaj verdi sanki kader…

        Ama bu kadarı gerçekten yeter! Dilerim iyiliğin kazandığı bir skor olur, yılın son tabelasında…

        ***

        Ne Temmuzdu ama…

        Koca bir Temmuz daha yıkıldı tarihin arşivine. Unutulacak cinsten değildi. Her anlamda sıcağın iliklerimize kadar işlediği günlerden geçtik…

        Hayat yelpazesinin en sağından en soluna kadar iz bırakmadığı bir milimetresi bile kalmadı bu Temmuzun.

        Siyasetin aylarından biri kabul edilirdi bugüne kadar. Açıkçası bu kez tam tersi oldu. “Terörsüz Türkiye”, “Kanun değişiklikleri”, “İç politikada sinyalizasyonu olmadan çalışan trafik” ve bir dolu başlıkta daha vekâlet veren ve alan arasında nefes nefese süren kovalamaca filan derken Temmuz kendi mimini koydu 2025 yılına…

        Son birkaç haftadır olağanüstü devamlılığa giren iklim koşulları, baştan savılamayacak kadar ağır ve yakıcı bir hava, yanıp giden güzelim ormanlarla birlikte buharlaşan akli melekeler ve üstüne üslük mola vermeden devam eden büyük afetleri de yazın bir kenara…

        Turizmde yaşanan kavimler göçüne rağmen sektörün içten içe hissettiği düş kırıklıkları, arz ile talep arasında oluşan fiyat küskünlüğü, küçük esnafın bir aya sıkıştırmaya çalıştığı birkaç aylık beklentinin kısmen boşa çıkması, genel hoşnutsuzluğun yazlıkçılara kadar sirayet etmesi de Temmuz notlarının arasına girdi…

        Boyundan büyük bir Temmuz geldi geçti. Sınav telaşı içinde atlanmayacak bir problemli soru gibi. “Yaz geçer” derdi şair. O bile böylesini hesap etmemişti sanırım. Gelen gideni aratmasın ve cümleten geçmiş olsun!

        ***

        Tehlikeli bir motivasyon

        Dünyanın kayda geçen en şiddetli 10 depreminden biri yaşandı önceki gün uzak Rusya’da. Yıkıcılığı için söylenebilecek çok şey yok, Kamçatka sarsıntısının. Rakam 8,8 çünkü…

        Tsunami, volkan aktifleşmesi, plakaların yer değiştirmesi filan derken yeraltı hareketliliğinin yer üstüne afet olarak sirayet etmesinin bilinen tüm yan etkilerini yaşadık

        Bir deprem coğrafyası olarak bu türden her mesele dikkatimizi çekiyor. Çok da haklıyız çünkü çok büyük kayıplarımız oldu…

        Ama aklı kaybetmek en büyük sıkıntı bana göre. Bilmem kaç bin kilometre ötede gerçekleşen bir depremin (kabul edilebilir düşüklükte) Kuzey Anadolu Fayını etkileme ihtimalini bir yana koyarsak; “Türkiye’de tsunami tehlikesi yaratması ihtimalini” değerlendirenleri görünce ruhum tutuldu…

        İstemesem de ders alma konusundaki duyarlılığımızın sadece korku motivasyonu üzerinden oluştuğuna ikna oldum…

        Bu motivasyon alevine körükle giden sansasyon aşıklarına diyebilecek tüm kelimeleri şimdilik kendime saklıyorum…

        Bir tanesi hariç; “Yok devenin hörgücü!”…