Vallahi güldüm, ne yalan söyleyeyim? İnsanlar yolunda gitmeyen duygusal ilişkilerine doğru bir yön bulabilmek için yapay zekâya danışır olmuşlar…
Yapay zekâ da yazılım yapanların kendisine verdiği duygu durum yönlendirmesiyle “boşanmalarda” patlamaya neden oluyormuş. Ağırlıkla kadınlar lehine davrandığı için de eleştiri konusu olmuş…
Ne diyeyim ki; sosyal paylaşım platformundaki bir yapay zekâya her girdi için “gülüm bunun doğrusu nedir?” diye soracak kadar (boş) güven patlaması yaşayan karakterler, “güllerinin verdiği güvenilirliği tartışmalı öneriyle” hayat arkadaşlarıyla yollarını ayırıyorlarmış. Fıkra bu kadar…
Zamanın İngiliz Başbakanı Boris Johnson, Birleşmiş Milletler genel kurulunda “zamanı gelince yapay zekâ, hepimizin ayağındaki nasıra basacak” diye fütüristlik yapıp, kurulu kendine güldürürken belki de bunu anlatmaya çalışıyordu…
Çalışmadığı için paslanan her şey bir gün hurdaya çıkar. İlişki danışmanlığını bile “Chatgpt” üzerinden alan duygusal zekâ nasırlaştığında, insan türünün genetik ayak izinin de üstüne basacak bu her şeyi bilen “gülüm kardeş”…
O zaman da nafaka miktarını hesaplatırsınız artık. Geçmiş olsun…
***
Tehlikeli bir akım hesabı…
İnsanın olduğu yerde yaşam akımlara kapılarak devam eder. Moda bir akımdır misal. Yine rutinin dışına akıllıca çıkıp fark yaratmak da akımdır…
Dünya savaşları siyasal akımlarla çıkar, kalıcı barış ise felsefenin çeşitli türleri gibi mental akımlarla oturur yerli yerine…
Cereyan gibidir yaşamak. Akım olmadan çalıştırmaz hayat maişet motorunu. Akım kesilince fetrete girer. Yeni bir akım bulana kadar…
Bugünlerde popüler bir akımdan bahsediyor herkes. “Hesap ödemeden kaçmak akımı” bunlardan biri…
Etkinin tepkiyi doğurması kadar normal bir şey yok. Misal, restoran ya da yeme içme fiyatları işletmecilerin iştahı yüzünden kontrolden çıkınca, karşı iştah da intikam akımıyla gösteriyor kendini…
“Madem iki kişiye 8500 TL hesap getiriyorsun, o zaman zekâtını da benim dolandırıcılığıma göz yumarak ödeyeceksin” diyor fetrete girmiş zekalar sahiplerine…
İki taraf için de “yok öyle yağma” demek durumundayım. Birisi ekmeğini kazanıyor, öteki kazandığını yemeye çalışıyor ama iki doğru ortaya çıkan bir yanlış etmiyor…
Sanırım şu son zamanlarda yaşanan bu türden sözde “intikam” akımları için, güvenlik kameralarını ezber etmek yerine; “biz temelde ne ya da nerede yanlış yapıyoruz acaba?” akımını hayata geçirmek gerekiyor…
Tabağı koyanlardan ya da tabaktakini çalanlardan biri bu akıma bir kapılsa belki de aydınlanacak dünya. Yoksa böyle hesap da, sap da haber bültenlerinde dönüp duracak!
***
Yok artık daha neler?
Devlet Opera ve Balesi’nin hazırladığı temsil reklamlarını izledikçe hakikaten gurur duyuyorum…
Sinema Salonu işletmecilerinin ve Türk Sinemasının kötü gidişatına Bakanlık elinden akılcı önlemlerle (ucuz matineler) alınan tedbirleri duydukça da öyle…
Kültür Yolu Festivallerinin dolu içerikleri sadece beni değil, yolun geçtiği tüm kentleri gönendiriyor olmalı…
Uluslararası diplomaside arkeolojik ve tarihsel değerlerimizin özne konular haline gelmesi, bir tarihçi olarak çok mutlu ediyor beni…
Turizmin içinde kültür dalındaki girdilerinin artışı hazine bütçesi kadar beni de sevindiriyor…
Hepimizin dilindeki “yoksunlaşma” meselesine ilaç üreten bir laboratuvardan çıkan müjdeler gibi bunlar. Buraya kadar her şey harikulade ama...
***
Yine de kaybettiklerimizin acısı canımı fena halde yakıyor. Mesela isim hakkını Almanya’nın sözde hukuk yollarını kullanarak aldığı yerli lezzetimiz “Döner”…
Elimizden uçup giden büyük bir hazine değil midir? Hele ki Türk Mutfağının uluslararası arenada bir parça da olsa palazlandığı şu dönemde mağlubiyet sayılmaz mı?
Bir de kimi yerlerde ismi “Söner” olarak değişecek iddiası yok mu? Döne döne çıldırsam kimse “neden?” demez sanırım…
***
Bu Kalp Seni Unutur mu?
Herkesin müzik beğenisi farklıdır. Yine de “ortak değer” dediğimiz güzelliklere erişebilmek için aynı türden notaları kullanırız…
Kaybının üstünden dün itibarıyla 24 yıl geçmiş büyük usta Fikret Kızılok tüm kalplere değen notalarını belki de bu misyonun izini sürerek gerçekleştirdi…
Türkiye’de hicvin üzerinden şarkı üretebilmenin zor olduğu darbe günlerinde, o dönemin dokunulmazlarına notalarıyla dokundu…
Kimi siyasilerin şiirlerini besteledi, misal Atatürk’ün günlüklerinden şarkılar üretirken, ekonomiden sosyal katmanlara uzanan yelpazeye itiraz ya da kabulden oluşan renklerini bıraktı…
Küçük nota atölyelerinde büyük eserler çıkardı. Büyük aşkların küçük şarkıcılarını devleştirdi. Ve bir kadife sesin birçok alanda ustaca kullanılabileceğini not düştü anılar defterine…
Bugünün müzisyenleri sosyal medya üzerinden notayla değil, yanlış dizilmiş kelimelerle hesap tutarken, Kızılok; “zamanın göreceliliğinden” yola çıkarak bugüne göndermeler yaptı…
“Gönül” hala yitip giden aşkların ama yaşayan duyguların başucu eseriyse, şarkıyı kalbimizin içindeki siyah noktaya bakarak ürettiğine yemin edebilirim ama kanıtlayamam…