Hani ne mutlu ki hakikaten oksijene ihtiyaç duyduğumuzda imdada eren bir şeyler mutlaka oluyor…
Belli ki tamamen umudumuzu kaybetmememiz için kendimizden. Dün, gün boyu işte; önce12 Dev Adam, ardından Filenin Sultanları ve geceye doğru da A Milli Futbol takımımız gereken motivasyonu verdiler bize…
İlaç gibi geldi, yalan yok. Siyasetin, diplomasinin, ekonominin fasit çemberinde havasız kalan ruhumuz aydınlandı bir parça…
Üç disipline de baktığımızda ortaya çıkan manzara aslında “takım oyunu” meselesinde fena olmamamız. Hele ki şahsi değil kolektif ikbale baktığımızda…
Peki, neden bunu yaşamımızın “içimizi karartan” alanlarında başaramıyoruz? Bu sorunun yanıtını verdiğimizde sanırım memleketin manşetleri de değişecek…
Şimdilik basket, sayı ve gol sevinciyle devam!
***
Para oyunu bozarmış!
O değil de son yıllarda izlediğim en iyi maçını çıkardı Filenin Sultanları. ABD gibi rakibine üstten bakan bir kibir takımını parke zemine…
Şimdi Japonya ile hesaplaşacağız yarı finalde. Geçen maçı vermiştik sahada karınca gibi çalışan Japonlara. Ama o zamandan bugüne çok smaç yediğimiz için ustalaştık biraz daha. Sahamız “bilge hatunlarla” dolu artık…
Neyse. Meselenin aslına gelelim. Bir önceki yazıda futbol endüstrisinde sadece bir hafta içinde birkaç transfer üzerinden milyonlarca Euro döndüğünü not düşmüştüm…
Voleybol, Basketbol ve benzeri takım oyunları Futbolun yarattığı çekim gücünü henüz yaratamasa da, dünya çapında müthiş bir lobi gücü olarak dönüyor skor tabelamıza…
Fayda/ maliyet ikilisi açısından son derece uygun ve sürdürülebilir üstelik. Peki, dünya özellikle futbolda, kendi içimizde havaya savurduğumuz transfer paralarını taşıyor mu manşetlerine? Geçiniz!
Bu yüzden diyorum, “takım sporlarında duygusal değil bir matematik öncelik ve realiteyle belirlemeliyiz yatırım alanlarımızı”…
Neredeyse 20 yıldır uluslararası arenada hiçbir şekilde yüzümüze tebessüm kondurmayan futbol mu yoksa sektirmeden dereceyle dönen diğerleri mi?
Ben “b” şıkkı diyorum kendi adıma. En azından sahaya artist gibi girip, sınavda elenmiş oyuncu adayları gibi dönmüyorlar soyunma odasına!
Sezar’ın hakkı Sezar’a…
***
Sonunda reklam izleyebildik!
Oturup buraya reklam notu filan düşmeyeceğim ama ne yalan söyleyeyim “atıcılık” sporunda 2024 olimpiyatlarında “gönüllerin şampiyonu” olan Yusuf Dikeç ve takım arkadaşı Şevval İlayda Tarhan’ı ilk kez bir reklam filminde görünce mutlu oldum…
Mutlu oldum çünkü senaryo iyi yazılmış ve olabildiğince samimiydi...
Mutlu oldum çünkü Yusuf Dikeç alabildiğince sıcaklığı ile asla rolü kendine yontmayıp, takım arkadaşı Tarhan’ı da oyuna katmıştı…
Mutlu oldum çünkü ben aksanından, bakışına kadar ikilinin film içinde hiç sırıtmayan “bizdenliğine” ikna oldum…
Reklamların insan psikolojisi üzerinde eskisi kadar etkili olmadığını ve sürekli dizi ünlüleriyle gerçekliğini yitirdiğini düşünüyordum bir süredir…
Bu yaklaşım yine “ünlü” parantezi içinde bile olsa pazarlanan ürüne ve ekrana doğru bir çekim alanı yarattı…
Dikeç ve Tarhan ikilisi popülerliğini hoyratça kullanmayan ve sıradan olmayı tercih eden madalyalı onurumuzdur bizim…
Ayrımcılıktan nefret eden bana bile “bizden” dedirttiklerine göre diğerleri gibi hayali değil bildiğin sahicidir.
Bu türden reklam projelerinde tebessüm ettirecek yüzleri daha çok görmek dileğiyle. Attığınız 12’den vursun!
***
Huzura varmaya yolumuz var!
İstanbul, teslim edersiniz ki Türkiye’nin boy aynası. Yani istatistik çalışacaksanız İstanbul ölçeğinden büyütme ya da küçültme yapabilirsiniz. Nokta…
Şimdi bu özneden küçük bir değerlendirme notu düşeceğim buraya. İstanbul Valiliği her ay düzenli olarak gönderdiği Asayiş Raporu’nun Ağustos verilerini paylaştı medyayla…
Öncelikle iyi haber şu; Valiliğin istatistiklerine göre toplam olay sayısı kişilere karşı işlenen suçlarda yüzde 9, mal varlığına karşı işlenen suçlarda yüzde 24 oranında bir azalma var…
Biraz daha yakınlaştırırsak merceği; suçlarda en çok kullanılan ruhsatsız silah ele geçirmeden yüzde 29’luk, bu yüzden tutuklanan kişi sayısında da yüzde 145’lik bir artış söz konusu. Gerçi sevinmeli miyiz yoksa bütünüyle kaygılanmalı mıyız emin değilim? Neyse…
Ben en çok İstanbul’un suç seçkisine odaklandım. Bakın kentte işlenen suç pastasının en büyük dilimini “Kasten Yaralama” olayları zapt etmiş. Hemen arkasından “Tehdit” vakaları geliyor. Üçüncü sırada da “Hakaret” var…
İstatistiklere girmiş 8 ana suç maddesinin son sırasında 209 vakayla “Kasten Öldürme” duruyor…
“İstanbul’un Huzuru Türkiye’nin Huzuru” sloganıyla yola çıkan Valiliğin istatistikleri pozitife doğru yol alırken, görünümü negatiften çıkaracak huzur yeter sayısına erişmemiz için bir hayli yolumuz var…
En çok ihtiyaç duyduğumuzla aramızdaki mesafeyi kapatmak için çalışan herkesten “Allah razı olsun” diyelim…