1960’lı yıllarda ayağa dikilmeye çalışan Almanya, Türkiye’nin genç ve ucuz insan kaynağını kullanarak, bugün sarf ederken bile ağzımda sakil duran “Gurbetçi” deyimini hayatımıza sokmuştu…
Ağır işlerde çalıştıracağı vasıfsız ama güçlü kardeşlerimizden “seçtiği” emekçi gücüyle bugün olduğu yere geldi. Bu arada “Acı Vatan” sıfatıyla başlayan yolculuktaki evrimini yakından takip ettiğimiz o iş gücü dördüncü kuşağını yetiştirdi gurbet elde…
Fransa, Hollanda, Belçika derken, Avrupa’nın hemen her coğrafyasında Türk iş gücünün teknisyen seviyesinden beyaz yakalı noktasına geldiğini de birlikte idrak ettik…
***
Bu arada doğal olarak iki ayrı kültür bir aynı kültüre dönüşürken, ülkeler heybelerindeki genlerini de birleştirdiler. Karma bir genetik haritanın parçası oldu Türk asıllı Avrupalılar…
Nüfus ve nüfuz olarak da etkin yerlerde gördüğümüz “ekmek savaşçıları” artık yaşlı kıtanın kaderine birlikte karar veriyorlar. Yani sıklıkla telaffuz edilen “kurulu düzenimiz” meselesi buradan da tutuyor ağacın dalını…
Türk asıllı vatandaşlarımızın birçoğu artık doydukları ülkelerinden vatandaşı olduğu için kurulu düzenleriyle arkadan kopup ön saflara geçti. İnsan gurur duyuyor elbette…
***
Yine de son zamanlarda yükselen “gurbetçiye tepki” meselesinde bu anlattıklarımdan çok; oradakilerle, buradaki yerleşiklerin arasında giderek açılan sosyal, siyasal ve ekonomik makasın ekseriyetle bu kardeşlerimiz tarafından yüzümüze çarpılması hali var…
İlk iki kuşak göçün emek göçü, devamındakilerin de beyin göçü olduğunu kabul ederek devam edeceğim buradan gerisine…
***
Yılda belki bir ay ata toprağına dönen soydaşlarımızın Türkiye’de yaşanan siyasal, ekonomik ve toplumsal meselelere içeriden bir “vatandaş” fakat dışarıdan “sosyolog” tavrıyla çelişkili bakışı, her güne ülkesinin koşullarında uyanan insanları bir hayli zamandır kırılganlaştırıyor…
“Oy hakkı olan ama devletin varoluş çarklarının dönüşünde herhangi bir yaptırım görmeyen” önemli bir kalabalığın, bilerek ya da bilmeyerek her yıl bir üste taşıdığı nobran yaklaşımının, Türkiye’de yaşayanlar için sıkıntılı bir dokunuş olduğunu söylemek için toplum bilimci filan olmak da gerekmiyor…
***
Neyse lafı fazla uzatmayalım. Yıllar önce kendilerine uzatılan mikrofonlara söylenen “Sıla hasreti çekmek çok acı” samimiyetiyle arayı açarak, “Avrupa’nın koşulları Türkiye’ye göre misliyle zor” kıvamına gelen demeçleri; ardından demokratik eleştiri hakkını kullanan topluma “nankörlük etmeyin” demeye getiren üstü kapalı hakaretleri, son olarak kur farkıyla yükselen ekonomik avantajlarını “seçkinlik” vasfına bürünerek, “fikir önderliği” seviyesinde kullanmaları mevcut sabır kotasının dolum nedenidir bana göre…
***
Özneyi not düştük, gelelim yükleme. Memleketin nimetlerinden faydalanıp, memleket yasalarını çok da takmayan bir kısım soydaşımızın son birkaç gündür ödedikleri trafik cezalarına; “Bir ay gez dolaş bir de üstüne trafik cezası öde” minvalindeki isyanı çok ciddi tepki topladı misal...
Bu serzeniş üzerine gelen sorular son derece anlaşılabilirdi; “Yaşadığın ülkede de kuralları takmıyor musun?”, “Geldiğin yerde de cezasızlık algısıyla şımarma hakkın var mı?”, “Para, Avrupa’da da oyunu bozuyor mu?”, “Bir ay uğradığın ülkene getirdiğin döviz gönüllü bir katkı mı yoksa ikbal yatırımı mı?”…
Bunlar sadece gözüme ilişen ve yazılmasında bir sıkıntı olmayan sorular. Çok daha ağır soru ve eleştirileri buraya taşımayacağım elbette…
Bir de son dönemde bugüne kadar yere göğe sığdıramadıkları Türkiye’deki yaşam koşullarına yönelik “çok pahalı, çok bakımsız ve kalitesiz” tespitleri var ki, burada benim de susmam gerekiyor…
***
Meselenin “kurulu düzen” olmadığını hepimiz biliyoruz. Aksi takdirde “büyük salgın” ve sonrasında on binlerce insan düzenlerinden feragat edip yeni bir yaşam peşinde koşmazdı…
Meselenin tek başına memleket sevdası olmadığına da hepimiz kaniyiz. Öyle olsa kardeşlerimiz üçte ikisi, çifte vatandaşlık yerine, kendilerine dayatılan “vatanını seç” tercihini doydukları yerden yana da yapmazdı. Meseleleri uzatabiliriz ama asli meselenin eşit olmasa bile “bu memlekette bıraktıklarınla şartları yakınlaştırmak durumunda kaldığında” geçtiğin samimiyet testi olduğu ortada…
***
O yüzden sevgili Anadolu kökenli kardeşim; yıllarca yöneticilik yaptığım Avrupa kanallarında, sorunlarını aktarmak için koşturduğum sokaklarda, çektiğim gurbet-sıla belgesellerinde tanıştığım tüm o “güzel ve cefakar insanlar adına” küçücük bir zaman dilimine sığdırdığın geçici vatandaşlıkta maneviyi boş ver, maddi borcunu öderken herhangi bir yorum yapmamanı rica ediyorum senden…
Üç kuşak önceki atalarının emeğine, iki kuşak öncesinin tevazuuna, bir üst kuşağın sıkışmışlığına hürmeten içimizden biri gibi davranmaya çalış lütfen…
Bir minnet duygusu yaratacaksan böyle yarat; aramızdaki çelikten halat ince bir sicime dönüşmeden...