Belediyeler üzerinden dönen siyasi tartışmalar gündemden inmiyor. Kendi adıma bir hayli sıkıcı hale geldiğini düşündüğüm bu meselenin hukuki ve insani boyutunu her gün binlerce farklı fikirle tartışıp duruyor vatandaş…
Ben tüm çerçevelenmiş bu tartışmalar içinde belediyelerin asli görevlerinin işlerliğinin gözden kaçırılmasından korkuyorum hani…
Siyaset üstü bir hizmet kurumu olarak tanımladığım belediyelerde görev tanımının çok kısıtlı bir kısmı üzerinden yürüyor siyasi çekişmeler. Peki ya diğer asli yükümlülükler?
Altyapı, imar, temizlik, temel ihtiyaç kaynakları, barınaklar ve saymakla bitiremeyeceğimiz yükümlülüklerde “memleket belediyeciliği” ne durumda; çok da tartışan kalmadı sanki üst katta…
Siyasete kilitlenmiş çekişmelerin alt katında yaşayan vatandaş ise “alamadığı hizmetin hesabını soracak bir muhatap bulamadığını” haykırıp duruyor her mecrada…
Artan orantısız emlak vergilerinin, işgale uğramış kıyıların, bozulmuş alt yapının, kuruyan kaynakların, çöp dağlarının, şişirilmiş etiketlerin ve yabani işgallerin mağdurları belli ki üç beş kişi değil…
Hal böyle olunca nefret ettiğim “konser belediyeciliği” kavramı yerini evlerden ırak, “kanser belediyeciliğine” teslim edebilir yakında…
Bu kadar söz kalabalığı içinde sesimizi duyan varsa, ivedilikle yanıt ve hizmet vermesi ricasıyla!
***
Dayatmadan tasarrufa varım!
Otellerde yeni bir akım başladı. Eskilerin diliyle “zımni” yani “gizliden gizliye” devreye giren yeni bir tasarruf akımından bahsediyorum…
Aslında birkaç yıldır değişen ekolojik denge ve kıtlaşan küresel kaynakları koruma amacıyla çevre özneli farklı tasarruf politikalarını uygulamaya başlamıştı turizm sektörü…
Misal, odanızda sizi karşılayan bir kartonet üzerinde deterjan ve su tüketimi azaltmak özneli “daha az kirletin, daha çok tasarruf edin” türünden şirin mesajlar veriliyordu. Açıkçası kim ne kadar ciddiye aldı bilemiyorum?
Ama belli ki şirinlikle çözüme ulaşamayacağını anlayan işletmecilerden bazıları otel anayasalarına “nevresim ve havlular üç günde bir değiştirilir” maddesini eklediler. Bunu peşinen duyuran da, bilgilendirmeden dayatan da oldu…
Bu tasarrufun küresel kaynakları olduğu kadar otel giderlerini de pozitif anlamda etkilediğini düşününce fikir felsefi ve ticari açıdan kısmen cuk oturdu…
Yine de özellikle dayatmalara karşı, sağlığa uygunluk konusunda titizlenen ya da alerjen bünyeye sahip olan müşterilerin meseleye çok sıcak olmadığını düşünüyorum…
Hele ki geçenlerde bir otelin “oda temizliği” konusunda da “üç günde bir” politikasına geçiş yaptığını duyunca inceden bir soğukluk da hissettim içten içe…
Kaynak yaratmadaki özensizliğimizi tasarrufla bir nebze örtebiliriz ama önümüze sürülen koşulların da hoyratlıktan tasarruf etmesi gerekiyor…
Bakalım o ortayı bulabilecek miyiz?
***
Anne terliği tadında…
“Kadın aklı” karşı cinsin çıkışı bulamayacağı bir labirent gibidir. En azından kendi adıma buna inanıyorum…
Değişen kuşaklarla hayata karşı alınan vaziyet değişse de kadınlara özgü dertlerin ana eksenden kaydığını söylemek zor…
Neyse. Lafı uzatmadan girelim meseleye. Kadın hakları ve mağduriyetlerinin alabildiğine tartışmaya ve limitsiz bir karmaşaya açıldığı şu günlerde, “kadınları anlama kılavuzu” gibi bir dizi izlenme rekorları kırıyor bir dijital platformda…
Kısmen hikayesini kendi kaleme aldığı ve başrolünü üstlendiği “Modern Kadın” dizisiyle İrem sak, değme rehberlere taş çıkarıyor…
Öyle “hayat koçu” gibi uydurulmuş sıfatlara itibar etmeyen benim gibiler için kadınlarla empati yapma pratiğini geliştirmek için bu dizi not üstüne not aldırıyor izleyene…
Kahkahayla hüznün, kalabalıklarla yalnızlığın iç içe geçtiği hikâye sadece kadını değil, üst bütünde insanı da anne terliği naifliğinde bir sopayla özetliyor bize…
Bu eğlenceli sopayı özellikle hemcinslerimin tatmasını öneriyorum. 35 dakikalığına kadını anlamak, birden fazla ömrü uzatacaktır; emin olun!
***
Bir otoban paradoksunun sonu…
Satılan ürün aynı olunca verilen hizmetteki rekabet yan ürünlere sıçrar. Bu girişin nedeni, dikkatinizi çektiyse; son zamanlarda akaryakıt istasyonlarının tuvaletlerinin reklamına abanması…
Hani bugüne kadar katkıdır, tasarruftur, güçtür, kudrettir üzerinde sloganlarla “yolunuzun üstündeyiz” diyen akaryakıt firmaları şimdi “buyurun tuvaletlerimizi ziyaret edin” diye yol yapıyorlar müşteriye…
Bu işin öneminin farkına varan ilk marka ekmeği uzun yıllar tek başına yedi. Şimdi ise fırını bölüşmek durumunda kalıyor…
Çünkü ismini hiç duymadığımız akaryakıt istasyonlarında bile öyle bir hijyen odaklı hizmet alıyoruz ki, değme gitsin…
Yıllardan beri “kadınların mı yoksa erkeklerin mi tuvaletleri daha temiz?” tartışmasında kilitlenip kaldığımız otoban paradoksundan “ikisi de birbirinden temiz” diyerek çıkıverdik akaryakıt istasyonları sayesinde…
Eyvallah; sabununuz bol, sifonunuz çalışır, havlunuz da bereketli olsun!
***
Görgü tanığını kaybettik!
Figen Batur’u kaybettik. Tüm bu “hay huy” içinde yitip gitsin istemedim. Bir nevi pusulasıydı tatbilir yazarlığının…
Bakmayın şimdilerde hemen herkes “sonradan gurme” ama meselenin bir de bilgelik ayağı var ki kendisi biraz o şeritten devam etmek, gördüğünü yaşatmak üzerinden kurardı kelime otobanını…
Herkesin her yeri görüp, her manzaraya ulaşamadığı bir dönemdeydik ve içten içe kıskanarak okurdum yazılarını Hürriyet gazetesinde…
Sıradanlaşan ve vasata övgüyle içi boşalan seyahat/ restoran ve lezzet yazarlığında bir nevi zirveyi göstermişti okurlarına. Şimdi yamacı görsek mutlu sayıyoruz kendimizi…
Görgü meselesinde de müstesna ve inatçıydı. Nezakette de keza. Unutulan bir lezzetten bahseder gibi yazıyorum ama ne desem bir eksik…
Özleyeceğiz. Bir daha aynı avuçlarla yoğrulmayacak bir anne köftesi gibi. Nur içinde yatsın…