Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Fesih yetmez, kanun da gerekir...
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        EĞER bu coğrafyada yaşam sürüyorsanız, her bir olayı tek şablonla çözemezsiniz.

        Duruma, şarta, zamana, iklime, kime yaradığına göre değişen çoklu bir mekanizmanın ortak paydasının ne olduğunu öncelikle bulmanız gerekir…

        Ortada olan akıl yakıcı sorulara yanıt bulunması ve sorunun çözümü için nelerin gerektiğine yönelik öneriler sonrasında gelir…

        Ağızdan çıkan söz ile kanun dilinin aynı paralelde olmadığı kısa sürede anlaşıldığında da nedeni yerine, niye böyle oldu sorgulaması başlatılır.

        Baştan öyle olması gerektiği bir türlü kabullenemez…

        Aslında bu durumu ortaya çıkaran en önemli faktör, birilerinin retorik bağımlılığının, toplumu esir almasından başka bir gerekçeye dayanmıyor…

        ANKARA DEPREMİNİN BANA GÖSTERDİĞİ

        Bu yazıyı dün öğleden sonra kaleme alırken de yaşadım…

        Daha geçen hafta bilim insanları Ankara yakınlarında olan Tuzgölü Fayı ile ilgili olarak sorunun olmadığını ileri sürüp şunları söylemişlerdi:

        “Tuzgölü Fay Zonu’nda en son deprem 3-4 bin yıl önce oldu, tekrarlanma aralığı da 6-10 bin yıl. Bu durumda olan bir fay için ‘her an büyük bir deprem üretir’ denilemez…”

        Ancak gerçek öyle değildi…

        Fayın, Ankara yakınlarındaki Kulu ilçesi merkezindeki kırılması sonucu ürettiği 5,2 şiddetindeki deprem, bilgisayar karşısında bina ile birlikte beni de sallıyordu…

        FESİH, SUÇU DA BİTİRDİ Mİ?

        “Terörsüz Türkiye…” kapsamında ortaya çıkan aykırı söylemler, toplumda inşa edilmeye çalışılan yanlış beklentilerin de bundan farkı yok…

        Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, CHP lideri Özel’in de kayda geçirdiği gibi, süreç TBMM’de ve her kesimin rızası ile inşa edilecek…

        Şurası açık ki sürece ilişkin yanıtlanmamış paradokslar da yanlış algıların üremesine aracılık ediyor.

        Örneğin, PKK kendini feshettiğini açıkladığına ve silahı da bırakacağını ilan ettiğine göre, terör örgütüne yataklık ettiği gerekçesiyle hapis yatanlar serbest kalacak mı?

        Cezaya neden olan gerekçe ortadan kalktığına göre, ceza da ortadan kalkmış sayılmayacak mı?

        Terör örgütüne destek verdiği iddiasıyla, belediyelere atanan kayyum, destek verecek örgüt ortada kalmadığına göre belediyeyi yönetmeye devam edecek mi?

        Silahlı çatışmaya girmemiş, ancak örgüt mensubu olmuş kişilerin Türkiye’ye rahatlıkla girecekleri ve haklarında işlem yapılmayacağı ileri sürülürken, terör örgütüne üye olmamakla birlikte sempati duyduğu için hapiste yatanların durumu ne olacak?

        “FESİH SUÇU YOK ETMEZ…”

        Farklı zamanlarda Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında emeği geçmiş iki önemli isme dün bu soruları yönelttim.

        İstisnasız ikisi de bu soruları sormakta haklı olduğumun altını çizerken, bir yandan da gülmeye başladı.

        Baştan belirteyim ki Türk Ceza Hukuku ile ilgili değişiklerde emeği geçen Prof. Dr. Adem Sözüer ve Prof. Dr. Olgun Değirmenci bir çok konuda Kanun düzenlemesine ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi.

        Hatta bir grup hukukçu geçen hafta Ankara’da siyasi partilerin önde gelen isimleriyle temasta bulunup, nelerin yapılması gerektiği konusunda görüş paylaşmış.

        Prof. Dr. Sözüer, bir grup akademisyen ile gerçekleşen görüşmelerde bütün siyasi partilerin benzer yaklaşım gösterdiğinin altını çizdi.

        “Terör örgütü ortadan kalktığına göre, terör örgütüyle iltisaktan hapis yatmakta olan kişiler serbest kalacak mı?” soruma her ikisi de olası olmadığı yanıtını verdi.

        Prof. Dr. Sözüer, “O suç örgüt faaliyetteyken işlenmiş ve o tarihte suç olduğu için hüküm giymiş. Bunun kalkması ancak Kanun değişikliğiyle olabilir” dedi.

        Prof. Dr. Değirmenci de “Örgüt adına birine zarar vermiş bir kişinin suçu, örgüt kendini feshetti diye kalkmaz; yeni bir düzenleme olmadan da hapisten çıkamaz” dedi.

        HANGİSİ SUÇLU, HANGİSİ DEĞİL?

        Burada bir başka zihni sinir durum ortaya çıkıyor.

        Örgütün, eline silah almamış, eyleme katılmamış ama kamplarında örgüt liderleriyle yaşam sürmüş olanlara, elini kolunu sallayıp gelme özgürlüğü tanınacağından söz ediliyor.

        Oysa örgütün yönetim kadrosuyla hayatta temas etmemiş, “terör örgütüyle iltisaklı olmaktan” dolayı hapis yatarlar için bunun geçerli olmayacağı belirtiliyor; bu bir paradoks değil mi?

        Her ikisinin yanıtı da burada bir paradoks olduğunu kabul etti ve yanıtları benzer oldu:

        “Eğer suç işlediğine dönük bir tespit yoksa o kişiye atfedilecek bir ceza olamaz. Ama hapiste yatan diğeri örgüt kendini feshetmeden önce onun için faaliyette bulunmuş, bu nedenle hapis cezası almış. Örgütün feshi cezayı kaldırmaz. Ancak tutuklu iken yani hüküm giymeden önce bu durum yaşansaydı, o zaman cezasız kalabilirdi…”

        Prof. Dr. Değirmenci’nin şu örneği ise açıklayıcıydı:

        “Bir haraç çetesi var diyelim. Bunun bazı elemanları suç işlerken yakalanıp ceza almış. Emniyet güçleri geri kalanını da daha sonra çökertiyor ve onlar da tövbe ettiklerini bir daha yapmayacakları konusunda söz veriyor diyelim. Çete çöktüğü için suç ortadan kalmıyor ki… Ancak suç tipini kaldırırsanız o zaman çıkabilirler…”

        KAYYUMLARIN GÖREVİ BİTER

        Peki, teröre destek verildiği gerekçesiyle belediyelere atanan kayyumların ve belediye başkanlarının durumu ne olacak?

        Bu konuda da yanıtları benzer oldu:

        “Tüzel kişilik olarak belediyelerin suç işleme yetkisi yok. Tüzel kişiliği yönetenler suç işlediği için, suçun tekrar etmesini engellemek için kayyum atanır. Suçu oluşturacak durum ortadan kalktığı için kayyuma da gerek kalmaz. Bu durumda belediye meclisinin içinden birinin başkan olarak seçilmesi gerekir. Görevden el çektirilen belediye başkanı hakkında bir ceza söz konusu değilse bu durumda da yeniden görevine iade edilir. Ama kayyum devam edemez, çünkü suçun gerekliliği yok oluyor…”

        MUĞLAKLIK GİDERİLMELİ

        Aslında bu konuda da bir düzenlemeye ihtiyaç duyuluyor.

        Çünkü TCK’nın 314’üncü maddesinde kendini bulan Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen, “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi…” tanımına bir açıklık getirilmesi gerekiyor.

        Anayasa Mahkemesi de Viyana Komisyonu da bu maddedeki muğlaklıklardan yakınıyor.

        Özetle, herkesin yakındığı konularda ortak çözüm üretilmesi gerekiyor…

        Hiç kimsenin ardında bir şey olup olmadığı, bir pazarlığın bulunup bulunmadığı şüphesine düşmeden her şeyin şeffaflık içinde gerçekleşmesi, hukuka dönülmesi gerekiyor.

        Bunun için de TBMM’den başka zemin bulunmuyor…