Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Oyun değiştirici savaş…
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ÖYLE savaşlar vardır ki, ilk başladığı anla bitimi arasında hem savaşan ülkeler, hem de içinde bulundukları coğrafyadaki rutini değiştirir…

        Hatta dünya ticareti ve siyasetinde de değişimlere yol açar, o nedenle “oyun değiştirici savaş” adını alır…

        En çok da Orta Doğu’da rastlanır…

        Örneğin, 1948 Arap-İsrail savaşı, Filistin sorununun temelini oluştururken, içerdeki çatışmaların da gongunu vurdu...

        Beraberinde gelen 1967 Altı Gün Savaşı, yeni bir sürecin kapısını araladı…

        Filistin Kurtuluş Örgütü ve özgürlük hareketini başlattı; El Fetih’in doğmasına yol açtı…

        O tarihten itibaren 1967 sınırları referans olarak kabul edildi ve bugün da tartışılan sorunun odağında olmaya devam etti.

        Bölge ülkelerini de içine çekti ve altı yıl sonra, Mısır, Suriye’nin de dahil olduğu 1973 Yom Kippur Savaşı’nı başlattı.

        ULUSLARARASI BOYUTA TAŞINDI

        Bu çatışmalar bir yandan Camp David Anlaşmaları diye bilinen ABD’nin arabulucu çabalarının ortaya çıkmasına neden olurken, krizin uluslararası boyuta da çıkmasının önünü açtı.

        Washington ve Moskova yönetimlerinin doğrudan dahil olduğu kriz haline gelmekle kalmadı, OPEC’in petrol ambargosu dünya düzenini sarstı…

        Ardından 1980- 1988 arasında, benim de gazeteci olarak izlediğim o meşhur İran-Irak savaşı patladı…

        Savaşın çıkmasının gerisinde uluslararası güçler vardı; hedef de İran’ın İslami devrimini ihraç çabasının önüne geçmekti.

        Körfez ülkeleri bu nedenle Irak’ı destekledi, dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin yönetimine silah ve para desteğinde bulundu…

        Saddam’ın militarizasyonunu yükseltti; o da bundan güç alıp 1990’da Kuveyt’i işgal etti…

        BÖLGEDE DAEŞ VE VEKALET SAVAŞÇILARINI DOĞURDU…

        Irak uzun yıllar içinden çıkamadığı, bugün de etkisi süren Körfez Savaşları içinde debelendi…

        Ardı sıra gelen iki Körfez Savaşı da ABD’nin bölgeye, dolayısıyla hidrokarbon yataklarına, yani petrolün üzerine konmasını kolaylaştırdı.

        Bu sömürü ve askeri baskı düzeni Irak’taki İran etkisini yükseltti, ABD müdahalelerinden pişman olup geri adım atmak ve ülkeden çıkmak durumunda kaldı.

        Ancak İran, arkasından gelen Suriye iç savaşında vesayet savaşçıları aracılığıyla etkin güç haline geldi; Irak’ta ordu ve yönetimi etkisi altına aldı…

        DAEŞ terör örgütünün doğması ve büyümesine neden olurken, ilk kez vekalet savaşçıları sürecinin de önünü açtı.

        Rusya da oyuna dahil oldu, Türkiye’nin de bölgedeki etkisi ve gücü yükseldi.

        YENİ BİR SAVAŞ OYUNU…

        Hemen ardından da 2014’te Yemen iç savaşı patlat verdi, Suudi Arabistan ile İran arasındaki gerilimin artmasını da beraberinde getirdi.

        Körfez ülkeleri ile İran arasındaki çatlak büyürken, bundan en çok istifade eden İsrail oldu…

        İran’ın en büyük destekçisi Hamas ve Hizbullah’ın da gücünün kırılmasıyla İsrail’in eli güçlendi, Gazze’yi işgal etti…

        Şimdi yeni bir oyun değiştirici savaşın içindeyiz…

        Üstelik bu en son teknolojik savaş oyuncaklarının, istihbarat güçlerinin de devreye girdiği yepyeni bir oyun…

        Yakın geçmişte yaşanan ve karşılıklı dron ve füze gönderme ile bir günde sona erenlerin ötesinde bir yapıda olacağı da bugünden görülüyor.

        Bölgede yeni bir değişime neden yol açacağına işaret ediyor…

        Her iki tarafın hedefleri de açık…

        İran’ın hedefi, İsrail’in bölgedeki etkisini kırmak ve ABD’nin de desteğiyle üzerinde kurmak istediği tahakkümü yıkmak…

        İLK KEZ NÜKLEER TESİSİ VURDU

        İsrail’in hedefi de İsrail Başbakanı Netanyahu’nun önceki gün İngilizce konuşmasında İran halkına da yönelik sözlerine de yansıdığı gibi Tahran rejimini yıkmak, işbirliğine açık bir iktidarın gelmesini sağlamak…

        Nükleer silaha bir adım kala da İran’ın bu yetisini tamamen ortadan kaldırmak; onu bölgede ikinci bir nükleer güç olmaktan çıkarmak…

        Nitekim çeyrek asra yakındır devam eden nükleer müzakerelerde her zaman İran’ın desteğini bulduğu Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı da Tahran’ın yükümlülüklere uymadığını ilk kez ilan etti.

        İsrail de uzun yıllar sonra ilk kez İran’ın nükleer tesislerini hedef aldı ve birçoğunu vurdu.

        Ancak yerin altında bir kilometre derinlikte olduğu ifade edilen nükleer zenginleştirme tesislerinin zarar görmesinde ne kadar etkili olduğunu söylemek çok olası değil…

        İÇERDEN DESTEĞİN KAYNAĞI,TEHRAN DİZİSİNDEKİ GİBİ…

        Ancak görünen bir gerçek var ki İsrail bu saldırıyla savaşta yeni bir aşamaya geçtiğini de dünyaya ilan etti.

        Aslında ilk adımını Hizbullah lideri İsmail Haniye’yi, İran Cumhurbaşkanı’nın göreve başlama töreni nedeniyle gittiği Tahran’da kaldığı konutu 31 Temmuz 2024 günü patlatıp öldürerek attı.

        İran içinden, hatta yönetim yapılarının kadrolarından destek aldığının da önemli göstergesiydi.

        Son saldırıları ise İran’da doğmuş, İsrail’de büyümüş, ancak tekrar Tahran’a dönerek Mossad için çalışan Yahudi kadının maceralarının anlatıldığı “Tehran…” dizi filminin gerçek hayattaki yansıması gibi…

        İran’ın güvenliğinden sorumlu birimlerinin en üst üç yöneticisini gece kaldığı evlerinde nokta atışıyla vurup öldürdü.

        Bu Mossad, NSA ve siber komuta birimi Unit 8200’ın ne denli iyi çalıştığının, bu kişilerin gece nerede olduklarını bilecek kadar içeriye sızdıklarının en iyi göstergesi…

        Üstelik saldırılarının bir bölümünü de İran içinde kurdukları askeri üslerden, füze ve dron merkezlerinden attıkları yok edicilerle gerçekleştirdi.

        Ülkenin Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Başkomutanı, ülkenin askeri operasyonlarının koordine edildiği Hatam el-Anbiya Karargah Komutanı ve Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanını yataklarında uyurken nokta atışla öldürdü.

        İRANLI KADININ SÖZLERİ…

        Peki, bunları başarabilmek için nasıl destek buldu…

        Bunun yanıtını önceki gün medya grubumuzun Taksim merkezinden çıkıp, yandaki asansörlerden aşağı inerken buldum…

        Saçlarını sarıya boyamış bir kadın, asansöre son anda kendini attı, terlemiş alnındaki teri silerken, biraz kırık bir Türkçe ile “çok sıcak, çok nemli bir ülkeniz var…” dedi.

        Nereli olduğunu sordum, sert bir tonla “İran…” deyip sustu…

        İsrail ile yaşadıkları savaştan dolayı endişemi, çok sayıda insanın hayatını kaybetmesinden de üzüntümü bildirdiğimde yüzüme şaşkınlıkla baktı…

        “Bizim geberen farmendah (komutan) bahsediyorsun?”

        Sessiz kaldığımı görünce, ağzına doldurduğu nefesten ses geliyor izlenimi veren, biraz Azerbaycan vurgusuna kaçan şivesiyle devamını getirdi…

        “Onlara mı üzülüyorsun?… Sen biliyor musun ki onların ellerinde kaç kadının kanı var… Kaç gencin, kaç akademisyenin, kaç masum insanın kanı var?”

        Aracın bulunduğu kata geldiğimde indim, o da indi…

        Önümden hızlı adımlarla yürürken sarı saçlarını çekiştirip, “Bu kıl, sadece bu kılın üstü açık kaldı diye kaç kadını öldürdüler… Gebersinler, daha kötüsü olsun, cehennemde yansınlar” diyerek öfkeli sözlerini sürdürdü…

        İRAN ELİYLE VERDİ…

        Halkına eziyet çektiren, demokrasi dışı tutum içinde onları cezaevlerinde süründürüp, taşlanarak öldürülmelerine neden olan bir iktidarın ülkesini ve yurttaşlarını getirdiği durumun haykırışıydı…

        İsrail’in böyle bir iklimde destek bulmakta zorlanmadığı da açıktı…

        Ancak bir başta gerçek var günlerce neredeyse saati dahi anons edilerek İsrail’in saldırıda bulunacağını bile bile ülkenin en üst komutanlarının tedbirsiz davranmaları.

        Bu da gösteriyor ki İsrail’in saldıracağını blöf olarak görmüş, böyle bir saldırı ile karşılaşmayacaklarını varsaymış…

        Hiçbir tedbir almamışlar, apartmanın üst katındaki evlerinde yatıp uyumuşlar…

        Nasıl bir istihbarat bilgisi ki İsrail de bunların orada kaldığı bilgisine sahip olup, nokta atışıyla hepsini öldürmeyi başarmış…

        İsrail’in hedefinde olan birçok kişi açısından yaşananlar endişe verici olsa gerek…

        Şurası açık ki oyun değiştirici savaşa daha tanıklık ediyoruz…

        Birinin istediği gibi rejim değiştiğinde sanılmasın ki yerine hemen demokrasi gelir…

        Afganistan örneğindeki gibi çok daha ağırına da yol açabilir…

        Diğerinde iktidar değişti diye de her şey tersine dönmez…

        Nasıl sonlanacağını kestirememek de bölgede durumu daha ağır hale getiriyor…