UZUN tartışmalar sonunda dünkü ilk toplantısında TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un da önerisi doğrultusunda adı konuldu:
“Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu…”
Yani her bir grubun önerisinden bir parça alan ismine kavuştu…
Aslında daha ilk adımda sorgulanması gereken de ne yapacağı bir kenara bırakılıp, adı çevresinde bu denli tartışmanın öne çıkmış olması…
Ancak, toplumsal davranışımız açısından bu hep kaçınılmaz; çünkü bazı meselelere bakarken keskin bir kategorizeye tabi tutuyoruz…
Bir nesnenin, varlığın adını da bu kategoriler sayesinde tanımlama kolaylığına kavuşup iletişimi onun üzerinden yürütüyoruz.
Kavramlaştırma ve kategorilere ayrıştıran tutumumuz da çoğu zaman meselenin özünden çok, şekli üzerindeki tartışmaları öne çıkarıyor…
Dilsel ve kültürel kimliğin tahakkümünü sağlıyor…
Var mısın, yok musun pazarlığına götürüyor…
Bu açıdan bir ortak isimde uzlaşı sağlanmış olması önemliydi.
Asıl konu ise bundan sonrası…
Yani, bu süreç “nefret mi, yoksa özlem üzerine mi?” inşa edilecek?
Aynen isimde olduğu gibi iki kavram duygusal açıdan birbirine zıt terimler…
Nefret, bir gruba, kişiye, duruma karşı duyulan derin hoşnutsuzluk, tiksinti ya da düşmanlık hissini tanımlar…
Özlem ise ötekinde var olan bir şeyin eksikliğine, uzaklığına veya güzelliğine karşı duygusal bir tutumdur; var olması için çaba harcanır.
Tıpkı terörün sona ermesi gibi…
TAM 11 KEZ DENEDİK
Bu özlemin giderilmesi, batılı ülkelerdeki gibi huzur dolu, çatışmadan uzak, kutuplaşmanın yok olduğu bir ülkeye kavuşmak için 11 kez girişimde bulunduk.
Hiçbirinde de başarılı olamadık.
Ya daha ilk kuruluşunda parlamentonun iki etkili partisi katılmadı veya dirsek gösteriliyor olmasından hoşnut olmayıp, kendisi uzaklaşmayı daha doğru buldu.
Diğerinde ise zaten ihtiyaç duyulmadı, akil insanların varlığı yeterli sayıldı, siyasi ayağı eksik bırakıldı…
Dün ise geçmişteki hatalardan ders çıkarılarak, önemli bir adım atıldı…
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un dün altını çizdiği gibi, uzun vadeli, köklü ve sürdürülebilir bir çözüm sunabilmenin ilk adımı atıldı.
Resmi bir yanı olmayan, sadece toplumda kabulü sağlamak için siyasi sorumluluk üstlenilen komisyon için TBMM Başkanı’nın dünkü açış konuşmasındaki yaklaşımı da önemliydi.
Meclis Başkanı Komisyon'un açılışında konuştuğunda biz de Habertürk'te sevgili Nasuhi Güngör ve Aykut Türel ile TBMM’de canlı yayındaydık; yayında da söyledim, arkadaşlarım da aynı görüşü dile getirdi.
İyi hazırlanmış bir metindi...
Sonrasında siyasi parti gruplarının bulunduğu katlarda dolaştım, çoğunluğu kendinden parça bulmuştu ve memnundu…
Olmamaları da imkansız, çünkü toplumun aynı paydada buluşmaya devam ettiği değer yargılarına hitap eden konuşmaydı…
BAKİ KALAN ORTAK DUYGUDUR
TBMM Başkanı Kurtulmuş’un, Kürtçenin büyük şairlerinden, sosyolog, 17. Yüzyılda yaşamış toplum bilimci Ahmed-i Hani’den alıntıladığı şu bölüm de durumun özetiydi:
“Halkların kalbi, adaletle birlikte atarsa millet olur. Dil değişir, kıyafet değişir, coğrafya değişir ama ortak duygular baki kalır…”
Kurtulmuş, muhalefet partilerinin kaygılarını da giderdi, asli meselenin anayasa yazmak veya hukuk reformu yapmak olmadığını vurguladı.
Toplumsal barışın taşıyıcısı, kardeşliğin teminatı, çözümün meşru adresi olduğunu hatırlatma iradesini sergileyeceğinin altını çizdi.
Siyasi parti temsilcilerinin konuşmaları da aslında ortak paydada buluşulacağının en önemli verilerini sunuyor.
NASIL BİR TÜRKİYE
Bütün ülkelerdeki terörist hareketlerin sonlandırılmasındaki en önemli araç olan “müzakereyi” öncelikleri yapacağının da altını çizdi.
Aslında bu geleceği inşa etmenin de en önemli aracı olacak…
Nitekim, Yeni Yol Partisi Grup Başkanı Bülent Kaya’nın şu cümlesi de bu özlemin yansıması:
“Biz ana eksenin örgütün silah bırakmasına odaklandığının farkındayız ama örgütün silah bırakmasından sonra nasıl bir Türkiye tahayyül ettiğimizi, nasıl bir demokrasi ve hukuk devleti istediğimizi konuşmazsak süreci eksik olarak tanımlanmış oluruz...”
"KİMSEYİ GERİDE BIRAKMADAN..."
CHP Grup Başkanvekili Murat Emir’in bir süredir CHP lideri Özel’in de dile getirdiği gibi sorunun doğrudan adını koyup ekledi:
“Kürt sorununa dair, en yakıcı sorunların tartışılacağı, konuşulacağı ve sonuç üretileceği çözümler aranacağı yegane makam elbette ki Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu yüce Meclisimizdir. Milletimizin önünde şeffaflıkla, demokratik bir kültürle herkesi kucaklayarak, kapsayarak, kimseyi geride bırakmayarak konuşmak, bu zeminleri yaratmak son derece değerlidir…”
Meseleye bu açıdan yaklaşıldığında zaten çözümü üretmenin de kolay olduğu görülecektir.
İşin aslı da bu kapsamda müzakere edebilmekten geçer...
AĞIR MİSYON YÜKLEMEK…
Ayrıca şurası da bir gerçek ki komisyona ağır bir misyon yükleniyor…
Yasa ile kurulan veya TBMM İçtüzüğü gereği oluşan bir ihtisas komisyonu olmadığı için aslında bir yaptırım gücü yok.
Buradan çıkacak tavsiyelerin hepsi, TBMM ihtisas komisyonlarına gidecek…
En fazla yük de öyle görülüyor ki Adalet Komisyonu’nun olacak…
Farz edelim ki “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu…” bir öneride bulundu ve Adalet Komisyonu’na da bu kanun teklifi önerisi katılımcı partilerin imzasıyla sunuldu.
Bu durumda Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda muhalefet yer almasaydı da bu kanunlar çıkmayacak mıydı?
Tabii ki çıkacaktı, çünkü Adalet Komisyonu’nda iktidar cephesinin iki milletvekili çoğunluğu var…
Örneğin İYİ Parti’nin iki üyesi, Adalet Komisyonu’nda kanun teklifi görüşülürken de yer almayacak olması onun çıkmasının önünde bir yaptırım oluşturmayacak.
Veya Genel Kurul görüşmesine katılmasa da sonuç doğurmayacak.
MUHALEFET MEŞRUİYET KATACAK
Ancak muhalefetin olması bu kanunların uygulamasına bir meşruiyet kazandıracak.
Siyasi sorumluluğun paylaşımı, kanunun uygulamasında toplumsal desteğin sağlanmasını da beraberinde getirecek.
Örnek mi, 2003 Eve Dönüş düzenlemesi…
Her şey yapıldı, gereken bütün kanunlar 6 ay içinde uygulanmak koşuluyla çıktı, ama muhalefetin olmayan toplumsal desteği nedeniyle Habur ile çöktü…
Benzer bir başka örneği Kürtaj Yasası için verebiliriz; toplumsal tepki nedeniyle geri adım atıldı.
Bazı kanunlar da gerekli toplumsal siyasi desteği bulamadığı için Anayasa Mahkemesinden döndükten sonra bir daha gündeme dahi getirilmedi.
O nedenle bu sürecin iyi yönetilmesi, nasıl başladığından çok, nasıl sona ereceğine odaklanılmalı...
Muhalefetin de bu süreçte bir meşruiyet aparatı gibi kullanıldığı hissine kapılacağı tutum, söz ve davranışlara girilmemeli…
Komisyon’un ilk gününde atılan adımlar bu açıdan umut verici…
Yüksek Askeri Şura sonuçlarının yanı sıra, bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan, adli kontrol şartı kaldırılan Adıyaman Belediye Başkanı Tutdere’nin İçişleri Bakanlığı tarafından görevine iadesi sürecin ilk adımında umut veriyor.
Umarım diğerleri de gelir…
Yoksa acıları tekrar coşturarak, geçmişin kötü anılarının üzerindeki örtüler kaldırarak çözüm üretilmez…
Nefret yerine, özlemi öne çıkararak başarı elde edilir...
Büyükannemin kulağıma küpe sözü ile bitireyim: