Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        EDEBİYATIN önemli isimlerinden Ahmet Telli kadar, su ile bedenin mücadelesini bu denli etkili dizelerle anlatan şaire az rastladım…

        Telli, “Adımdan gayrısını bilmiyorum…” tekrarını sıklıkla yaptığı şiirinde, 12 Eylül darbe döneminde atıldığı hapiste, bir süt kutusun verilen su ile işkence altında geçirdiği 72 günü anlatır…

        Şiirinin sonuna doğru, gençliğimizde hepimizin diline yapışıp kalan o muhteşem dizeyi sıralar:

        “Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır.

        Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna.

        Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık.

        Küstü, öldürdü kendini su... Su çürüdü...”

        Siz hiç çürümüş suyla karşılaştınız mı?

        Çoğu zaman erimiş karlardan kuytuda kalan bir kayanın gölgesinde rastlanır.

        Kurtlanmıştır…

        Doğanın en azgın hayvanları dahi yanaşmaz yanına…

        Çok da kötü kokar…

        Yakın zamanda aynı kokuyu bir nehir kenarında hissettim…

        Kurumuş, nehir balıkları da dibinde çürümüş…

        Son dönem Orta Anadolu’dan Güney Batıya doğru hareket ettiğinizde sıklıkla karşılaşacağımız bir manzara…

        Susuzluk dereleri kurutmakla kalmamış, toprağı da yaşlı bir insanın yüzündeki çizikler gibi yarmış…

        KURAKLIK HARİTASI ÜRKÜTÜCÜ

        Bir süre önce, farklı yakın uydular aracılığıyla Türkiye’nin toprak nemi ve ısısını görüntüleyen ve verilerini analiz ederek resmi kurumlarla paylaşan Anıl Sevinç ile dün bu konu üzerinde sohbet ederken, hiç de hoş olmayan bazı bilgiler aktardı.

        Öncelikle iki görüntü yolladı ve bunlara bakarak sohbetimizi sürdürmenin daha iyi olacağını belirtti.

        İlki farklı renklerle bezenmiş Türkiye haritasıydı.

        Sizinle de paylaştığım haritada kırmızı ne denli koyu ise o bölgede su tamamen tükendi demek…

        Sadece yer üstü değil, yer altı suları açısından da imdat çığlığı atan havzalar…

        Tekirdağ’dan başlayıp kıyı boyunca Hatay’a, oradan da sınır boyunca Silopi’ye kadar uzanan bölgelerin hepsi kırmızının en ağır tonuna sahip.

        Su yok…

        TEK YAĞIŞ DOĞU KARADENİZDE…

        Tek yeşil bölge Doğu Karadeniz…

        Zaten oralarda da bu sene, mevsim normallerinin çok üzerinde yağış almış…

        Türkiye’nin su stresini yansıtan ikinci görsel ise barajlardaki su miktarını gösteren grafik…

        Bugüne kadar çok büyük sorun olmayan Büyük Menderes havzası tam anlamıyla imdat çığlığı atıyor.

        Büyük Menderes Havzasında barajlardaki doluluk oranı binde 8; evet yanlış okumadınız %0,8…

        Bu karşılık Doğu Karadeniz’de bu oran serinletici bir seviyede yüzde 96,2…

        Anıl Sevinç’in de vurguladığı gibi barajlardaki su oranı ile Türkiye’nin su stresini yansıtan kuraklık haritası birbirini tamamlıyor.

        Su yönetiminde ne denli sıkıntılı bir noktada olduğumuzu gözler önüne sergiliyor…

        İŞTE KENTLERİN KALAN SU MİKTARI

        Tabloları görünce, yıllardır su politikaları üzerinde çalışan, eski DSİ personeli, Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız’ı aradım…

        Verdiği rakamlar Sevinç’in uydu verileriyle örtüşüyordu…

        Aktardığına göre dün itibarıyla ölü hacim denilen, yani suyun tamamen çürümeye yüz tutacağı, kullanılmaz halde bulunan seviyesi haricinde kalan bölümde Ankara için kullanılacak su miktarı ancak 78 gün götürebilecek seviyede.

        Kesikköprü Barajı’ndan Kızılırmak’ın o balçık kokan suyundan takviye yapılarak sürenin uzatılabileceğine dikkat çekti.

        Ancak bunun da çare olmayacağının altını çizdi.

        Yine verilerine göre belediyenin kesinti başlattığı Uşak’ta bu süre 40 gün, Bursa’da ise 35, Tekirdağ’da ise 40 gün…

        İstanbul için öngörülen süre de 120 gün…

        Başkan Yıldız Ankara’daki su stresinin gerisinde eşitsiz kullanımın yattığını belirtti.

        Ankara Büyükşehir Belediyesi verilerine dayanarak aktardığını belirttiği şu veri oldukça ilginç; suyun sadece %15’ini aboneler kullanıyor, geri kalan %85’ini ise abone dışı kesimler tüketiyor.

        Yani şantiye suyu gibi…

        Veya fabrikaların, madenlerin, tarım arazilerinin kullanımı gibi…

        Bu eşitsizliğin bir planlama içinde giderilmesi gerektiğini belirtti.

        MAHALLELERİNİN ADI DERE VE ÇAY

        Mesele burada da kalmamalı.

        Ankara semtlerinin isimlerinden de anlaşılacağı gibi dereler, çaylar kenti…

        Her bir tarafında bir su vadisi oluşmuş...

        Ancak 1980’li yıllarda ayrı bir akış kanalıyla arıtma sistemlerine taşımak yerine Başkent’in kanalizasyonları bu derelere akıtıldı, üzerleri de beton kapaklarla örtüldü.

        Bugün bu dereler akıyor olsaydı, bırakın su sıkıntısını, Ankara’nın her bir yanı benim çocukluk dönemimdeki gibi dere kenarlarındaki muhteşem yeşilliklerde pikniklerin yapıldığı alanlara dönüşürdü…

        Ne hikmettir bilinmez, bütün yapılaşma alanları da bu derelerin ve çayların çevresine ve üstüne verildi…

        En iyi örneği Türközü, Gülveren, Gülseren, Karşıyaka, Dikmen, Kavaklıdere, Akdere, Demetevler…

        Adı üzerinde Çay Yolu…

        Dursun Yıldız, Ankara’nın 4 yıl sonra ilave suya ihtiyaç duyacağını da bugünden bildirdi…

        Çare olarak önerdiği ise bu dönem diğer bölgelerin aksine %40 daha fazla yağış alan Doğu ve Batı Karadeniz havzasından toplanacak suyu Başkent’e taşımak…

        SUYU GETİRMEK İLE YÖNETMEK AYRILMALI

        “Ancak suyu getirmek ile yönetmeyi birbirinden artık ayırmak zorundayız” diye de devamını getirdi.

        Aktardığına göre 30 büyükşehirden 19’u henüz Su Master Planını bitirmemiş…

        Örneğin, turizm, sanayi, maden için ayrılan ile evlerde kullanılan suyun oransal dağılımının iyi planlaması gerekiyor.

        Bir diğer önerisi Havza Yönetim Modeline geçilmesi…

        Bu amaçla birçok yerde sulama kooperatifleri ve birlikleri oluşturulmuştu.

        Bu konuda da çok önemli bir başka bilgi aktardı.

        Kooperatifler ve Birlikler eliyle su olması gerektiği gibi yönetildiğinde fazlasıyla yeter hale gelmiş.

        Vahşi sulama kontrol altına alınınca, su herkese yetmiş.

        Ne zamanki bu birliklere ve kooperatiflerde nepotizm başlamış işler tersine dönmüş.

        Bunun üzerine, mağdur durumda olduğunu belirtenler için başlangıçta getirilen “Belgeli Tahsis Sulaması…” sistemi gittikçe işin aslını oluşturmuş.

        BELGELİ TAHSİS YER ALTINI BOŞALTTI…

        Yıldız’ın aktardığına göre kooperatifler ve birlikler eliyle yapılan sulama bugün toplam sulamanın üçte birini oluşturuyor.

        Suyun %77’sinin sulamada kullanıldığı düşünüldüğünde, bireylere tanınan sulama hakkının ne denli yüksek olduğu anlaşılıyor.

        Kamu kurumlarının verilerine göre, yer altı sularında da kooperatifler suyun %33’ünü kullanmış, %63’ü ise bireysel sulama için verilen, “Belgeli Tahsis Sulaması” kapsamında kullanılmış…

        Daha ilerisi yeraltı suyunun tahsis edildiği kişilere ilişkin de detaylı verileme yapılmamış…

        Sorunun büyüğü de burada karşımıza çıkıyor.

        Gelecekte karşılaşılacak olası felaketlere karşı stok erzak gibi gözümüz gibi bakmamız gereken yeraltı suları acımasızca tüketilmiyor…

        GELECEK DÖNEM DE AZ YAĞIŞ ALACAK…

        Başkan Dursun Yıldız, bu noktada da kalmadı, bir başka sorunun da gelecek yıl beklenen yağışlar ve havzalarda bugün yaşanan su miktarında yattığını belirtip ekledi:

        Katıldığımız toplantılarda da dile getiriliyor, yağışlar başlayana kadar eldeki suyun yeteceği ve sonrasında da sorunun kalmayacağına vurgu yapılıyor. Oysa bütün veriler gelecek dönemde de yağışın çok az olacağını gösteriyor. Biz bu dönem su tutma havzalarındaki su miktarını kuraklık dolayısıyla en düşük seviyeye indirdik. Gelecek dönem bunların dolması için daha çok suya ihtiyaç duyuluyor olacak. Kurak geçecek gelecek dönem de bunları hiç doldurmayacak.”

        Bir gerçeği yaşıyoruz, gelecekte olması muhtemel durumu ise işin uzmanları ortaya koyuyor.

        Su çürümeden alınacak tedbir de belli.

        Havza Su Yönetimine geçmek…

        Yoksa su fakiri olmanın ötesine geçip, su kıtlığı yaşayan Afrika ülkeleriyle aynı seviyeye geleceğiz.