Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya CHP'nin dilemma durumu…
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        KURULTAY sürecine ilişkin mahkemelerin yargı kararlarıyla birlikte CHP içinde de iktidarda olanlarla, gelmek isteyenler arasında ciddi bir taktik ve strateji savaşı yaşanıyor.

        Hepsinin dayandığı yer de siyasi partilere ilişkin kanunlar ve Parti Tüzüğü…

        Çünkü bir maddesi atağı yapana yetki tanırken, bir diğer maddesi atağın bir anda kesilmesine olanak sağlıyor…

        Tam anlamıyla, iki veya daha fazla seçenek arasında çıkış yolu bulunduğu sanılırken, her birinin karşısına olumsuz bir başka madde çıkıyor; tam anlamıyla ikilik, dilemma durumu yaşanıyor…

        Bu durumdan çıkmak için CHP yönetiminin geliştirdiği en önemli atağı tekrar olağanüstü kurultaya gitmek için imza toplamak oldu.

        Ancak Tüzük ve yasalar, delegelerden alınan 900 imza ile talep edilen ve 21 Eylül’de gidilmesi hedeflenen olağanüstü kurultay konusunda CHP yönetiminin elini rahatlatmış değil.

        Her iki taraf arasında tam anlamıyla bir hukuk mücadelesine dönüşen sürecin açmazları çok.

        Bunu partinin hukukçu milletvekilleri ve yöneticileri ile avukatları da kabul ediyor.

        Sıralamak gerekirse:

        OLAĞANÜSTÜ KURULTAY AÇMAZI: Parti yönetimi 38’inci Olağan Kurultay ile ilgili başlatılan süreçleri geçersiz kılmak amacıyla “İrade Milletindir…” sloganı ile 6 Nisan’da Olağanüstü Kurultay’a gitti ve Özgür Özel geçerli oyların tamamını alarak tekrar Genel Başkan seçildi.

        Ancak muhalifler bu olağanüstü kurultay kararının yönetim tarafından alındığını, dolayısıyla 15 Eylül’de mahkemenin yönetimi görevden el çektirmesi halinde yok hükmünde olacağı iddiasını dile getirdi.

        CHP yönetimi de bunun üzerine önceki gün süratle delegelerin olağanüstü kurultay toplaması için imza toplamasına olanak sağladı ve süratle talebi Genel Başkanın imzasıyla Çankaya İlçe Seçim Kurulu’na iletti.

        Böylece 15 Eylül’deki Mahkemeden Mutlak Butlan kararı çıkması durumunda, Özel’in de dün ifade ettiği gibi gelen yönetimin en fazla bir hafta içinde makamı tekrar devretmesine olanak sağlamayı amaçladı.

        TÜZÜK TARTIŞMASI: Ancak burada şekil açısından yeni bir tartışmanın da önü açıldı. Çünkü Tüzük’ün Olağanüstü Kongreler başlığını taşıyan 43’üncü maddesinin 6’ncı bendi, “Kongreler Takvimi ilan edildikten sonra olağanüstü kongre yapılması, süreç takvimden önce başlamış olsa bile Merkez Yönetim Kurulunun iznine bağlıdır” hükmünü taşıyor…

        Yani böyle bir talep varsa önceki gün Genel Başkan’ın imzasıyla gitmesiyle değil, ancak MYK’nın oluruyla olacağına hükmediyor…

        Muhalifler bu maddeden kaynaklı olarak, talep edilen olağanüstü kurultay talebinin kadük hale geldiğini, yeniden başvurunun yapılması gerektiği kanısında…

        Parti yönetimindeki hukukçular ve partinin eski hukukçu vekilleri ise maddenin başlığının, “kurultay…” değil, “kongre…” olduğuna işaret ederek, “CHP’de büyük kongrenin adı Kurultay, il ve ilçelerde yapılanın adı da kongredir; bu madde il ve ilçe seçimlerine yönelik” yaklaşımında bulunuyor.

        Ancak bu da yeni bir dava sonucunun çıkması için yetiyor…

        15 GÜN ZORUNLU DEĞİL: Bu aşamada muhalif kesim, aynı maddenin 3’üncü bendindeki olağanüstü kurultay için 15 gün içinde imzaların toplanmasına ilişkin hükümden yola çıkarak, 21 Eylül’de olağanüstü kurultaya gidilemeyeceğini ileri sürüyor.

        Oysa bu madde ilk bendi okunduğunda da anlaşılacağı gibi bekleme sürecine işaret etmiyor, uzatmayı engellemeyi hedefliyor.

        Yani olağanüstü kurultay için imzaları aylarca uzatamayacağını, 15 günde imzaların toplanıp teslim edilmesine yönelik zorunluluğu getiriyor. Nitekim CHP 2010’da olduğu gibi 2012 yılında 362 imza toplayıp üç gün içinde olağanüstü kurultaya gitti…

        Dolayısıyla Genel Merkez’e muhalif hukukçular da bu iddiayı geçerli bulmuyor…

        MAHKEME ‘MUTLAK BUTLAN’ DERSE: Bir diğer engel ise 15 Eylül’de mahkemenin alacağı karar.

        Eğer mahkemeden mutlak butlan kararı çıkarsa, bu mevcut yönetimin aldığı kararların geçersiz olduğu anlamına gelecek. Her ne kadar arada olağanüstü kurultay yapılmış olduğu dile getirilecek olsa da bunun çözüm yeri, önceki gün yüksek mahkemenin de kararında dile getirdiği gibi yine YSK değil, istinaf mahkemeleri olacak…

        Bu da ister istemez mahkeme sonuçlanana kadar CHP’nin tüm karar alma mekanizmalarının tıkanmasına yol açacak.

        Çünkü istinafta en kısa süreli dava bir yıldan önce çıkmıyor, İmamoğlu’nun davasında olduğu gibi 4 yıl ve daha uzun süre bekleyenler de bulunuyor.

        Bu da CHP açısından gelecek seçimleri de etkileyecek bir sürecin önünü de açıyor.

        Nitekim CHP’nin hukukçu eski vekillerinden Hakkı Süha Okay da istinafa gidilmesi halinde olası gelecek yönetim açısından da sıkıntılı bir dönemin olacağını, milletvekili adayı belirlemenin dahi zorlaşacağı bir sürecin kapısının aralanacağını bildirmişti.

        Böyle bir durumda CHP yönetiminin önünde seçime girme hakkını kazanmış yeni bir partiyle yola devam etmekten başka çare kalmıyor; bu da partinin ikiye bölünmesi demek.

        MAHKEME 15’İNDEN ÖNCE TEDBİR UYGULARSA: Bu durumu, bir başka partinin yıllarca seçim işleriyle ilgilenmiş yöneticisi dile getirdi:

        “Tapu kaçırma davalarında çok görürüz. Olumsuz çıkacağı varsayılan bir karar öncesi, bir kişinin tapulu malını satmasının önüne geçmesi için davalı başvuruda bulunup satış sürecini durdurabilir. Burada da benzer bir durum olağanüstü kurultay için olursa mahkeme, tıpkı tapu davalarında olduğu gibi tedbir uygulayabilir…”

        Son dönemde yaşananlara bakıldığında olmaz, olmaz olmaktan çıktı…

        GELEN YÖNETİM KURULTAYI DURDURURSA!: Benzer bir başka durdurma süreci ihtimal dahilindeki yeni yönetim için de geçerli olabilir.

        Örneğin, gelen Genel Başkan olağanüstü kurultay sürecini durdurursa ne olur?

        Çünkü gündemi belirleme, ilan etme ve sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlama yetkisini Tüzük, Genel Başkana bıkarıyor.

        Delegelerin verdiği imzalara karşı yasalar durdurma kararı alınamayacağına hükmediyor; ancak onun için de yine bir mahkeme sürecine ihtiyaç var….

        Buna ilişkin en iyi örnek de 2010’da Saadet Partisi’nde yaşandı.

        Genel Başkan ve parti yönetimi, o dönem SP’de siyaset yapan Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının yeterli imzayı toplamasına rağmen olağanüstü kongreye gitmedi.

        Bunun üzerine Kurtulmuş ve arkadaşları Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurdu.

        Mahkeme de kongrenin yapılması için çağrı heyeti olarak üç isim görevlendirdi ve olağanüstü büyük kongre yapıldı…

        DİĞER İLLERİ DE ASKIYA ALIRSA: CHP yönetimi açısından olağanüstü kurultay için olası engellerden biri de mahkemenin, savcılığın iddianamesinde ileri sürüldüğü gibi diğer illerin üst kurul delegeleri için de İstanbul’da olduğu gibi tedbir uygulaması.

        Bu sadece İstanbul değil, diğer illerin üst kurul delegelerinin de kurultaya katılamayacağı anlamına gelir.

        Muhaliflerin hesabına göre, böyle bir durumda Olağanüstü Büyük Kurultay’a katılacak delege sayısı 530 civarında kalır. Bu da kurultayın toplanması için gereken yarıdan bir fazlası, yani 600 delegenin bulunmayacağı demektir ki, kurultay sonuçsuz kalır…

        ÖZEL’İN GÜCÜ: Özgür Özel açısından en önemli nokta ise yaşanan süreçte delegenin koşulsuz yanında yer tutması.

        Bu da olası bir olağanüstü kurultayda gücünü daha da arttıracağı, karşısında herhangi bir adayın duramayacağı anlamına geliyor.

        Daha ilerisi yenisi seçilene kadar mevcut delegeler görevde olduğu için, 21 Eylül’deki olağanüstü kurultay yaptırılmasa dahi, bir yenisi için Tüzük açısından yeterli olacak beşte biri imzayı toplama yetisine sahip olacak.

        Parti Meclisi’nin ve MYK’nın da buna karşı durma şansı görülmüyor; bu da Özel’i güçlü kılıyor.

        Tabii yeni yönetim sonrası yönünü çevirenler olmazsa…

        İSTANBUL DELEGESİ AÇMAZI: Bir diğeri de CHP İstanbul üst kurul delegelerinden, mahkemenin üyeliklerini dondurmuş olmasının yaratacağı olumsuzluğu göz önünde tutarak imza alınmaması.

        Benzer şekilde 21’inde yapılacak Olağanüstü Kurultay’a da katılmazlarsa içlerinden birinin, “haklarında askıya alınmanın ötesinde karar bulunmadığını, dolayısıyla kurultayda oy kullandırılmayarak iradelerinin sakatlandığını” ileri sürerek itirazda bulunma hakkı var.

        Bu da yeni bir yargı sürecinin daha başlayacağı anlamına geliyor…

        İL KONGRESİNİN DURUMU: Bir başka açmaz ise İstanbul Olağanüstü Kurultay kararında yaşanıyor.

        İstanbul için bir yandan olağanüstü kongre için imza topluyor.

        Burada da ciddi bir sorun var.

        YSK önceki gün mahkemenin durdurduğu ilçe kongrelerinin devam etmesine karar verdi.

        Büyük olasılık gelecek hafta ilçeler kongrelerini yapacak ve yeni delegeleri belirleyecek.

        Olağanüstü il kongresi için imza veren delegelerin, yenileri seçildiğinde görevleri bitecek.

        Dolayısıyla daha önce imza verenlerden tekrar seçilemeyenler Tüzük gereği 15 gün içinde imzalarını geri çekerse ne olacak?

        Bu kez yenilerden yeni imza mı alınacak?

        Ayrıca bir kısmı yeni seçilmiş, bir kısmı ise eski seçilmiş delegelerle il kongresi yapılırsa nasıl bir sonuç çıkacak?

        Daha önce de belirttiğim gibi CHP’de her adım karışık bir iş Vesselam…

        ***

        Yılmaz'a vefa...

        İNSANLAR arasında güveni, dostluğu, gücü olmadığı anlarda da yanında olabileceğini gösteren en önemli kavramdır…

        Dostlar arasında gerçekleşmesi olağan karşılanır, ama siyasette hayata geçtiğinde kıymeti artar…

        Çünkü dostlukta, sevgide, bağlılıkta hiçbir beklentiye girmeden, samimiyetin sadakatinin sergilendiği durumdur.

        Yunus Emre, ilahi aşkla bütünleştirir; Namık Kemal insanlık değerleri arasında işler; Mehmet Akif Ersoy ahlak ve fazilet unsuru olarak görür…

        Hacı Bektaş Veli, “insanın sözünde durması” olarak tanımlayıp, ahlaki özelliklerin arasında önemli bir yere yerleştirir…

        Mevlana Celaleddin-i Rumi vefayı ilahi aşkta ve dostluktaki önemli ölçü olarak görür…

        Bütün bunları yazmamın nedeni, önceki gün Hatay Antakya’da 1,5 yıl gibi kısa bir sürede kardeşi Turgut Yılmaz tarafından eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz adına yaptırılan Orta Okulun açılış töreninde yaşadıklarım…

        Şunu baştan belirteyim, törende gördüklerim, 36 derslikli Orta Okulun hem mimari, hem de fiziki güzelliği ile örtüşüyordu.

        Törene Türkiye’nin önde gelen işadamlarının yanı sıra, Yılmaz’ın memleketi Rize Çayeli’nden hemşerileri de katıldı.

        Ayrıca Yılmaz döneminin kabinesinde yer almış, yakın arkadaşları Ersin Taranoğlu, Cavit Kavak’ın da arasında bulunduğu eski bakanlar da vardı…

        Yılmaz’ın Başbakanlığı döneminde kendisini takip etmiş, gazeteciler, akademisyen, bürokratlar, bir uçak dolusu tanıdık isim de yer alıyordu.

        Ancak katılımcıların arasında öyle isimler vardı ki, siyasette vefanın ne anlama geldiğini görmek açısından önemliydi…

        Örneğin, eski Başbakan Yardımcısı Cavit Çağlar, eski Ulaştırma Bakanı Yaşar Topçu…

        Merhum Başbakan Demirel’in yanındaki en önemli isimlerdi ve Yılmaz ile kıran kırana bir mücadeleye girmişlerdi.

        Ancak önceki gün, felaketi yaşamış Hatay’da Yılmaz adına yaptırılan okulun açılış töreninde en ön saftalardı ve vefalarını sergiliyorlardı…

        Ağabeyi adına okulu yaptıran Turgut Yılmaz’ın açılış törenindeki sözleri de vatana olan vefanın yansımasıydı…

        Hemen belirteyim ki sadece ben değil, törene katılan birçok kişiden de aynı cümleyi işittim…

        Son yıllarda dinlediğim en etkili, bir o denli de duygu ve yurt sevgisi dolu konuşmasıydı…

        Hataylı Mali Müşavirleri Ulvi Güleç’in yazdığı romanındaki, “İnsan acı çekiyorsa canlı, eğer başkasının acısını çekiyorsa insandır…” sözünü anımsattı.

        Okulun yapımında desteğini esirgemeyen Vali’ye, okulun mimarına, müteahhidine yönelik teşekkür cümleleri de bir o denli içten ve nazik ve yürekleri serinleten nitelikteydi.

        Sözlerini de orada bırakmamış, okulun girişine onların isimlerini plakete yazdırıp asmıştı.

        Depreminin acısını hep birlikte yürüklerinde hissettiklerini belirtip, ulus olmanın yolunun Hatay’dan geçtiğini belirtip devamında getirdiği sözleri de etkileyiciydi:

        “Biliyorum ki Mesut Yılmaz Okulu öğrencileri, Hatay'da Atatürk ilkelerinin yılmaz bekçileri olacak ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e minnetlerini onun açtığı aydınlık yolda yürüyerek yerine getirecek.

        İnanıyorum ki onlar fikri, vicdanı, irfanı hür nesiller olarak yetişecek ve ülkemizin geleceği olacaklardır.

        Onların da kalbi Mesut Yılmaz gibi bu vatan için çarpacak, onlar da hayallerinin peşinde koşacak ve onların içinden ülkemize yararlı bireyler çıkacaktır...”

        Açılışta Mesut Yılmaz’ın eşi Berna Yılmaz, oğlu Hasan Yılmaz, torunları, Turgut Yılmaz’ın eşi ve çocukları ile verdiği görüntü de bir o denli etkileyiciydi.

        Özellikle de okulun açılış kurdelesini kesen torunların sergiledi buraya da bıraktığım görseli…

        Mesut Yılmaz, yaşamında hep soğuk, mesafeli bir kimlik olarak görüldü…

        Espri dolu, entelektüel yüzü çok kişi tarafından tanınmadı…

        Ancak önceki gün törende gördüklerim, bu mesafenin kardeşi Turgut Yılmaz’ın da katkısıyla gönüllerde nasıl aşıldığının göstergesiydi…