İDDİA İsrail’in insan hakları suçlusu Netanyahu tarafından dile getirildiği için ne denli gerçek aktarıldığından emin değilim…
Bu görüşe sadece ben değil, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile arasında geçtiğini ileri sürdüğü yıllarda İsrail Cumhurbaşkanı olan Ezer Weizman da kendisi hakkında benzer görüşteydi…
Hatta Netahyahu’nun bu dengesizliği karşısında hissettiği öfkeyi bir başka ülke liderine şikayet edecek boyutta tepkiliydi…
Çünkü Netanyahu’nun “Silvan Yazıtı”nı Mesut Yılmaz’dan istediğini, onun da Türkiye’de yükselen muhafazakar tabandan çekindiği için vermekten kaçındığını iddia ettiği o gezide ben de vardım…
Görüşmelerin içeriği hakkında en küçük detayına kadar da bilgi sahibiydim.
Çünkü temaslar sonrasında gece bir grup gazeteci arkadaşım ve heyette yer alan bazı bakanlar ile birlikte Başbakan Yılmaz’ın odasında buluşup olup bitenlerin tekrarını dinlemiştim.
O gün odada anlatılanlar içinde böyle bir diyaloğa tanıklık etmedim…
IŞIN ÇELEBİ: BULUNDUĞUM ORTAMLARDA SÖZÜ GEÇMEDİ
Sadece ben değil, 9 Eylül 1998 tarihinde Başbakan Yılmaz’ın gezisine katılan ve görüşmelerin hemen her aşamasında yanında bulunan ekonomiden sorumlu Bakan Işın Çelebi’ye de dün sordum; o da böyle bir görüşmenin yapıldığı hakkında bilgi sahibi değildi.
Böyle bir konu resmi görüşme masasında geçse o zaman unutmasının olası olmadığını da belirtti.
Hatta bu gezi öncesi ve sonrasında da defalarca İsrail’e gittiğinden söz etti.
Bunların hiç birinde ne İsrailli mevkidaşlarının, ne de Netanyahu’nun böyle bir konudan kendisine söz etmediğinin de altını çizdi.
Eğer olduysa, herhalde Netanyahu, Yılmaz ve gezideki heyete evinde verdiği yemek sırasında sohbet ederken dile getirdi…
Yılmaz da önemsememiş olacak ki bizlere de bu konudan tek kelime söylemedi.
Daha ilerisi olsaydı bizim de haberimizin olmamasının olanağı yoktu, çünkü görüşmelerin neredeyse tüm detayı hem Türk, hem de İsrail yetkilileri tarafından bizlere tüm detayı ile aktarılıyordu.
İsrail’de hükümet içinde sorun olduğu için de her şeyin ortaya dökülmesinden kimse rahatsızlık duymuyordu.
Bunun başında da dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizman ile Başbakan Netanyahu arasındaki gerilim vardı.
27 YIL ÖNCEKİ NETANYAHU TAHLİLİ
Ancak Yılmaz, sabah kahvaltısında Weizman ile buluşmaya giderken, 7 saat önce evinde yemekte ağırlayan Benjamin Netanyahu hakkında ağır konuşacağını öngörmüyordu…
Bunu da görüşme sonrasında bize açık dille aktardı…
Ancak şimdi görüyorum ki, o dönem Yaser Arafat’ı evinde ağırlayan ve Filistin sorunun çözümü için çaba gösteren Weizman, bütün bu süreçleri Netanyahu’nun nasıl yok edeceğini o günden görmüş…
Gezi üzerine yazdığım yazılara dönüp tekrar baktım.
Görüşme 9 Eylül 1998’de olmuş…
Weizman, ‘‘Bizim de hatalarımız var...’’ diye söze girmiş ve duraksamadan Netanyahu'nun izlediği politikadan duyduğu memnuniyetsizliği sıralamaya başlamış…
“ARANIZDA ARABULUCULUK DEĞİL, BARIŞ İÇİN GELDİM…”
Weizman, eleştirinin boyutunu o denli arttırmış ki Netanyahu'nun barış sürecine zarar verici politikalar uyguladığını söyleyip yerden yere vurmaya başlayınca Yılmaz suskunluğunu bozmuş…
O bildik mağrur tebessümlü yüz ifadesi ve esprili ses tonuyla Weizman’a şöyle demiş:
‘‘Ben buraya, İsrail Cumhurbaşkanı ile Başbakanı arasındaki sorunu gidermek için arabuluculuk yapmaya gelmedim... Ben Ortadoğu barışına katkıda bulunmaya geldim...’’
Ancak bu söz de Weizman’ı durdurmamış, Netanyahu'nun bölgede ciddi sıkıntılara yol açacağını, Ortadoğu'da kalıcı bir barışın sağlanmasının önüne geçeceği söylemiş.
TÜRKİYE VE MISIR’IN ÖNEMİ
Daha ilerisi Yılmaz’a bu aymazlığı durdurmanın ve Orta Doğu’da barışın sağlanmasının yolunun Türkiye ile Mısır'ın da aynı politikada buluşmasından geçeceğini söylemiş…
Bu aşamada dönemin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in de kendisi gibi tepkili olduğunu, Ortadoğu barış süreci ile ilgili görüşmelerde bulunmak üzere Netanyahu yerine iki danışmanını çağırmasıyla sergilediğinden söz ediyor.
Weizman, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Orta Doğu barışı için girişimlerinden duyduğu memnuniyeti de dile getiriyor.
Çözümün, Demirel’in de savunduğu ‘‘bölgede ekonomik ve siyasi işbirliğini güçlendirmekten ve Mısır'ı da buna ısındırmaktan geçtiği” görüşüne katıldığını bildiriyor.
Netanyahu’ya bu aşamada da laf sokuşturmaktan geri durmuyor.
ABD’Yİ BU DURUMA AB GETİRDİ
Weizman, AB’nin ve ABD’nin tutumundan söz ederken de sanki bugünü görüyor:
‘‘AB bir Hırıstiyan kulübüdür. Bugüne kadar Müslüman ve Museviler'e karşı hep sırt çevirdiler. Avrupa şimdi gücünü kaybetti. Yanımızda yer alan ABD ise dünyada tek güç haline geldi…’’
Bunun ileride yaratacağı sıkıntıları anlatıyor.
Rusya’nın içine girdiği girdaba da dikkat çekiyor, Çin’in atılımına dikkat çekip, “Çin 2000'li yıllara damgasını vuracak” diyor.
Irak ve Suriye'nin tutumunu eleştiriyor, sıkıntı yaratacağından söz ediyor…
Sözü Türkiye-İsrail ilişkilerine getiriyor ve Yılmaz'a şöyle diyor:
‘‘Hayatta risk almadan hiçbir yere varamazsınız. Siz risk aldınız. Bölgede demokrasi içinde gelişen iki ülke var; biri Türkiye, diğeri İsrail. Biz birbirimize muhtacız. Bölgede barışı ve işbirliğini sağlayamazsak, 2000'li yılları da kaybederiz...’’
DOĞU KUDÜS FİLİSTİN’DİR
Bölgede işbirliği ve barış bozuldu…
Öngördüğü gibi Irak ve Suriye’nin de başına gelmedik iş kalmadı.
O gün tehlikeli bir yolda olduğunu söylediği Netanyahu konusunda yanılmadı, AB’nin tutumunun ABD’yi bu noktaya getirdiği konusunda da haklı çıktı…
Orta Doğuyu kan gölüne çevirmekle kalmadı, devamını da getirmekteki kararlılığını önceki gün de ABD Dışişleri Bakanı ile birlikte gerçekleştirdiği tünel gezisinde sergiledi.
Silvan Yazıtı’ından yola çıkarak, İsrail’e ait olduğunu söylemeye çalıştı.
Hem de Filistin’in birçok ülkenin tanımaya hazırlandığı BM Genel Kurulu’nun hemen öncesinde…
KADEŞ ÜÇ ASIR ÖNCE…
Oysa Silvan Yazıtı’nın İbranice yazılmasının ötesinde İsrail ile ilişkilendirilecek bir yanı yok çünkü Osmanlı sınırları içindeki Filistin toprakları içinde yer alan Doğu Kudüs’te bulundu.
Dolayısıyla üçüncü bir ülke olan İsrail’e iade edilmesi söz konusu olamaz.
Netanyahu, bunun MÖ 8’inci yüzyılda yaşayan Yahuda Kralı Hezekiya’nın yaptırdığı su tüneli kazısındaki başarının örneği, dolayısıyla soyunun bu topraklarda olduğunun bir kanıtı olarak gösteriyor.
Şimdi dönüp birileri de dönüp bu yazıttan tam 300 yıl kadar önce MÖ.1259’da imzalanan Kadeş Anlaşması’ndan yola çıkarak Hitit İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğünü, ardından da
Selçuk ve Osmanlı imparatorluklarının hakimiyetine girdiğini söylese ne diyecek?
DEVLETİN GÜCÜ MÜ, HALKIN VİCDANI MI?
Şurası açık ki halkların ve devletlerin uluslararası meselede bu denli koptuğu, bakış açısının bu denli köklü ayrıştığı dönemlere tanıklık edildi…
Ama insan hakları, demokrasi ve özgürlüğün bu denli yüksek olduğu çağı ile ayrışmış bir dönemle de karşılaşılmadı…
Örneğin Afrika’dan köle getirilmesi, içinde bulunduğu çağdan çok kopuk değildi…
CEZAYİR, BOSNA, FİLİSTİN
1940-1980 arasında ise ülkelerin etnik kimlikleriyle bağımsızlık hareketini başlatmasının yarattığı çatışmalar da savaş sonrası dönemin etkisini yansıtıyordu.
Ama Fransa’nın Cezayir halkına dönük katliamı hafızalardan da toplumların vicdanından da hiç silinmedi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Özal da dile getirdiği gibi, birçok ülkenin lideri aradan yıllar geçtikten sonra Cezayir’den özür dilemek zorunda kaldı.
İkiz kulelere saldırı sonrası ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaptıkları da vicdanlarda yerini bulmadı…
Tıpkı Saddam Hüseyin’in kendi halkına karşı zehirli göz bombası atması gibi…
Yugoslavya’nın parçalanması sırasında Bosna Hersek halkına yapılan zulüm de toplumların vicdanında derin yaralar bıraktı, bugün de etkisini sürdürüyor.
Ama bunların arasında bir asrı aşkın süredir vicdanları dağlayan bir konu var; İsrail devletinin Filistin halkına yaptıkları.
Gençliğimizde Golan Tepelerinde savaşmak içimizde oluşan o isyanın bastırmasının yansımasıydı…
Direnen halklar sindirildi…
Golan Tepeleri elden gitti, ama vicdanlardaki yarası eksilmedi.
KRALIN, KRAL GİBİ AĞIRLADIĞI
İsrail’e sonsuz destek veren ABD Başkanı’nı, gerçek bir kral tarafından, kral gibi Windsor Kalesi’nde de ağırlayabilirsiniz.
Ama aynı gün, halkların vicdanının sesini Londra’da önceki gün yaşandığı gibi yanı başınızda duyarsınız…
Hatta Windsor kalesinden gelen çatal bıçak seslerini bastıran çok daha güçlü bir sesti Wembley Arana’dan yükselen isyan…
WEMBLEY’DEN YÜKSELEN SES…
Dünyaca ünlü sanatçıların sahne aldığı Filistin’e destek etkinliğinden söz ediyorum…
İngiliz Müzisyen Brian Eno’nun organize ettiği dört saatlik bağış gecesine 69 sanatçı, konuşmacı ve aktivist katıldı.
Aktörler Benedict Cumberbatch, Richard Gere, Damon Albarn, eski futbolcu Eric Cantona, Florence Pugh, Guy Pearce ve Ramy Youssef’in yanında, Love Island sunucusu Laura Whitmore ile ünlü YouTuber Amelia Dimoldenberg de oradaydı…
Sesleri çok daha güçlüydü…
İNGİLTERE FİLİSTİN’İ TANIYACAK MI?
Bundan olsa gerek İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Trump’ı uğurlar uğurlamaz BM’nin gelecek hafta New York’ta yapılacak
BM Genel Kurulu yıllık toplantısında Filistin devletini tanımak için oy kullanacağı haberini duyurdu.
Oysa Temmuz ayında Filistin’i tanıyacağını belirtmiş, ama bunu da İsrail’in Hamas ile ateşkesi kabul etmesi gibi gönlünün olmadığı bir şarta da bağlamıştı…
Bakalım haftaya ne yapacak o zaman anlayacağız; çünkü uzun süredir ABD’nin ve İsrail’in tutumu karşısında yalpalayan politikaları eleştiri konusu ediliyor.
Ama unutulmasın ki yine yalpalarsa, vicdanlardaki ağırlık, bu işin müsebbiplerinin sırtından da eksik olmayacak; gelip sandıkta hesabını soracak.
O zaman insanoğlunun ilk gününden yazıtlara sarılsa da medet bulamayacak…