Altan Öymen de gitti ve basında 1950’li senelerin bütün dağdağasını yaşayan ve hâlâ faal şekilde gazetecilik yapan pek başka kimse kalmadı…
Altan ağabey ile uzun müddet çalışmış olduğum için rahatça söyleyebilirim: Muhabirlikten yöneticiliğe, köşe yazarlığından televizyon programcılığına, dizi yazarlığından belgeselciliğe kadar basının hemen her alanında faaliyet gösterip başarılı olmuş “komple” bir gazeteci, ama hepsinden önce çok iyi bir muhabir idi.
Muhabirlik, gazeteciliğin zaten temelini teşkil eder ve bu meslekte başarılı olan yaşını başını almış bütün üstadlar, gençliklerinde muhabirlik yapmışlardır...
Hiç muhabirlik etmeden, hattâ bir gazetenin mutfağında bile çalışmadan, tepeden inme, cuppadak bir köşe kapabilir ve birşeyler çiziktirip derin kanaatleriniz ile halkı irşâd ettiğinizi zannedebilirsiniz ama yaptığınız iş gazetecilik falan değil, sadece lâf ebeliğidir! Aynı şekilde hiçbir haber tecrübeniz olmadığı halde her akşam bir veya birkaç televizyon kanalında görünüp olayları yorumlamaya kalkışmanız ve isminizin altına “gazeteci-yazar” gibisinden bir şeyler yazdırmanız da sizi gazeteci yapmaz; ekranın bülbülü yahut maydanozu olursunuz o kadar...
Zira haberi koklamadan, kovalamadan ve yazmadan, yani muhabirlikte iyice pişmeden gazeteci olunmaz!
BANKER KASTELLİ HATIRASI...
Altan ağabey hakkında vefatından sonra çok şey yazılıp söylendiği için, burada sadece muhabirliğinden bahsedip bir hatıramı anlatacağım...
1982 Eylülü’nün bir öğleden sonrası idi. Milliyet’in dış haberlerinde çalışıyordum. Cağaloğlu’ndaki binada gazetenin ertesi gün çıkacak dış haberler sayfasını vermiş, arkadaşlarla çene çalıyorduk.
Türkiye’nin gündeminde o günlerde Cevher Özden, yani Banker Kastelli vardı. Kastelli birkaç hafta önce İsviçre’ye kaçmış, oradan da Tunus’a geçmişti.
Odada Altan ağabey de bizimle beraberdi ama dikkat ettim, devamlı saatine bakıyordu. “Bir randevumuz mu var?” diye sordum, “Sıcaktan bunaldım, vakit de geçmiyor” cevabını verdi.
Biraz sonra “Ben dışarıda şöyle bir dolaşayım, haydi eyvallah, görüşürüz” deyip çıktı...
Gazetenin bir sonraki günkü manşetinde Tunus’tan iade edilen Banker Kastelli’nin polislerin arasındaki dönüş yolculuğunun hikâyesi ve Altan ağabeyin Kastelli ile yaptığı atlatma mülâkat vardı!
Meğerse iki gün önce Tunus’un Kastelli’yi Türkiye’ye iade kararını hangi uçakla geleceğine kadar öğrenip biletini almış, “Ben dışarıda şöyle bir dolaşayım, haydi eyvallah, görüşürüz” deyip bizim dış haberler odasından çıktıktan sonra doğruca havaalanına gidip Tunus’a gidecek uçağa binmiş, Kartaca Havaalanı’nda uçaktan inmemiş, Kastelli ve polisler ile beraber geri dönmüş, dönüş yolunda da o atlatma mülâkatı yapmıştı.
TÜRKİYE’NİN AYNASI GİBİ...
Sonraki senelerde yayınladığı ve 1940’lardan itibaren 1960’lara kadar geçen yılların siyasi hayatını anlattığı beş ciltlik seri, Türkiye’nin o döneminin mükemmel bir tarihi gibidir. Ama, hayatı boyunca değil bilgisayar, daktilo bile kullanmayıp sadece elle yazan, yazdıklarını beğenmediğinde kâğıdı buruşturup atan ve sandalyesinin altında mutlaka tepeleme bir buruşuk kâğıt yığını olan Altan ağabeyin bu beş cildi yazarken neler çektiğini hep merak ederim...
Altan Öymen’in siyasetçiliğini ve hadiselere ideolojik açıdan bakışını tartışabilirsiniz ama gazeteciliğine söz edemezsiniz, zira mükemmel bir gazeteci ve muhabir idi.
Meslek büyüğüme rahmet, yakınlarına sabır temenni ediyorum...