Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin DJ kabininde üç saat: Ibiza'da Cumartesi geceleri Bora Uzer'den sorulur

        Bora Uzer nerede? Cumartesi gecesi, daha doğrusu Pazar’ın ilk saatlerinde 1:00’de Pacha’da buluşmak için sözleştik. Ama ben ulaşım problemlerinden dolayı epey geciktim. Sonra kapıda adımın VIP listesinde olduğunu, VIP bölümüne şortla girilemeyeceğini ama halkın arasına alabileceklerini söylediler. Halbuki kendimce bir gün önceden idmanlıydım. Bir gün önce pantolon giymiştim ve tost halinde insanlar dans etmeye çalışırken şort giyenlere özenmiştim.

        Yeniden taksi bulma zorluğu, üzerimi değiştirip Pacha’ya geri dönüp Bora Uzer’i bulma çabam derken saat 2:00 oldu. Hiç kimse Uzer’in nerede olduğunu bilmiyor veya söylemiyor. “Sen tanıyorsun, sen ara işte,” diyor bir kadın. DJ kabininin dibine kadar ulaşıyorum, “Bora Uzer nerede?” diyorum. “3:00’te çıkacak,” diyorlar. Bir kulis var mı, bir yerde bekliyor mu, en azından geldiğimi haber verseniz gibi çaresiz çırpınışlarım bir yere varmıyor. Güya randevulaşmıştık.

        Bora Uzer’den bir mesaj geliyor: “3:15’te oradayız.” İspanya’nın kendine özgü bir ritmi olduğunu biliyordum, Ibiza’nın da. Ama yine de birisiyle söyleşi için hiç sabaha karşı 1:00’de sözleşmemiştim. Bir randevu saati hiçbir zaman 3:15’e kaymamıştı. Ama Uzer’in de dediği gibi “bugünlerde en kıymetli şey zaman.”

        Ve Uzer’in hiç zamanı yok. Kışları Tulum’da, yazları Ibiza’da, arada New York veya St. Tropez’de devamlı çalan bir DJ o. Gazino kültürü ve Yeşilçam kavgalarından bildiğimize göre kimin adının tepede yazıldığı çok önemlidir. Bora Uzer’in adı da Pacha’nın bütün adayı donatan afişlerinde en tepede yazılıyor, birlikte çalacağı Boy George veya Sophie Ellis-Bextor gibi isimlerin de üzerinde.

        Ibiza elektronik müziğin Şampiyonlar Ligi’yse Pacha da bu adanın Real Madrid’i. Bora Uzer ise çelimsiz fiziği ve yedek kulübesindeki müzmin haliyle takımın tek Türk oyuncusu Arda Güler değil, basbayağı Jude Bellingham. Aynı benzetmeden ilerlersem: Kylian Mbappé de elbette 20 yıldır Pacha’da çalıp Ibiza’yı Ibiza yapan DJ’lerden Solumun. Pazar gecelerinin hakimi yıllardır Solumun. Cumartesi ise “Flower Power” partilerinin ev sahibi Uzer. Ve belki de bana hayatımın en büyük kötülüklerinden birini yaptı. Beni elektronik müziğin ayrıcalıklı dünyasına sokarak zehirledi.

        2000’LERİN BAŞINDA KANGROOVE

        Kendime yıllanmış bir “clubber” diyemem. Bu kelimenin icat ettiği yıllarda hafif hafif evime çekilmeye başlamıştım hatta. 20’li yaşlarımın başında herkes gece ne kadar dışarı çıktıysa belki onlardan daha fazla gezmişimdir. EDM, techno, house gibi elektronik müzik türleri yaygınlaşmaya başladığında hayatla ilgili sorumluluklarım artmaya başlamıştı. Rock müziğinin yavaş yavaş düşüşe geçmeye başladığı 2000’lerin ilk 10 yılındaki şimdi kısacık gibi görünen bir süreçten bahsediyorum.

        90’lardan 2000’lere geçerken İstanbul’un bugünkünden çok farklı bir gece hayatı vardı. Bir kere oradan oraya yetişmekten uyumaya vakit yoktu. Sabahın ilk saatlerinde kapısında kuyruk olunan bir değil birkaç tane kulüp vardı. Nereye gidip kimi dinlediğiniz kişiliğinizi de belirliyordu adeta. Salı geceleri Mojo’da Circus’un sadık bir dinleyicisiydim mesela. Beyoğlu’nda Mojo gibi niceleri vardı, neredeyse her hafta yeni bir kulüp açılıyor ve yeni bir grup sahne alıyordu.

        Asmalımescit’teki Babylon hepimizin hayatına bir şekilde dokundu. Daha önce duymadığımız gruplar burada sahne aldı, farkında olmadığımız müzik türlerini İstanbul dinleyicisine dinletti. Pek çok müzisyen için Babylon’da sahne almak bir mertebe, bir kalite tescil damgası demekti.

        Böylesi bir ortamda sık sık yeni müzik grupları kuruluyor, isimlerini duyuruyor ve kendi kitlelerini oluşturuyordu.

        Bora Uzer’in adını da 2000’lerin hemen başında İstanbul’da müziğin sesinin kısılmadığı yıllarda duymaya başladık. Ankaralı bir müzisyendi. Hal ve tavrıyla Jamiroquai’den fazlaca esinlenmişe benziyordu, sonraki yıllarda sesini kullanış şekli Justin Timberlake’le kıyaslandı.

        Kim neye benzetirse benzetsin, Bora Uzer ve grubu Kangroove kesinlikle kendine özgü, yenilikçi ve alışılmadıktı.

        Kangroove yazın çaldıkları Bodrum Mavi’de ya da Babylon sahnesinde kendi kitlesini oluşturmayı başardı. Festivallerde, yılbaşı partilerinde çalmaya başladılar. Albüm çıkardılar. Belli ki eğleniyorlardı da. Ama o yıllarda bile Türkiye sahnesinin Bora Uzer’e yetmediğini dikkatli bir çift göz hemen görebilirdi. Daha o yıllarda Londra’da Covent Garden’da kulüplerde çalmaya, prodüktörler de dinlemeye gelip keşfetmeye başlamıştı.

        Onu Ankara’dan çıkaran, Rotterdam’da müzik eğitimine götüren, İstanbul gece hayatının önemli bir grubunun başına yerleştiren o güç, o motivasyon, o kendi kendine yetememe arzusu her neyse hikayeyi Kangroove’la sonlandırmayacaktı.

        HAYATTA BİR KEZ GİDİLMELİ

        Bora Uzer nihayet dediği gibi 3:00 civarı gibi Pacha’ya giriş yapıyor. Pacha’daki DJ kabini Solumun’un isteğiyle kulübün tam ortasına taşınmış. DJ çalarken önünde dans eden biletli kitleye bakıyor. Bazen bedeli onbinlerce Euro’yu bulan masa ve loca satın alan VIP’lerse DJ’in tam arkasındaki bölmede geceye katılıyor.

        Halk ve VIP arasında keskin çizgi sadece şort yasağıyla sınırlı değil. Uçakta bir kere perdenin önüne geçmek gibi; sardalya tenekesi misali tıkış tıkış sığdırıldığınız ekonomi sınıfını bir an önce unutmak istiyorsunuz, bir daha o dünyaya dönmemeye yeminlisiniz.

        Pacha her gün üç bin kişi ağırlıyor. Halk bölümünde bu üç bin kişi sadece dans etmiyor. Bir kısmı DJ kabininin önüne geçebilmek, kendisine alan açabilmek için epey bir mücadele veriyor. Herkesin bedeni birbirine değiyor, cebinden bir şey almaya çalışan kendi elinin bir başkasının pantolonunun içinde bulabiliyor.

        Gördüğüm en kuvvetli klima sistemine sahip olabilir Pacha. Ama buna rağmen herkes terden sırılsıklam. Dansın tam ortasında birden bembeyaz ışıklar patlıyor, kocaman bir duman bombası atılıyor ve pompalanan soğuk hava bedenleri biraz daha hareket ettirecek enerjiyi veriyor. Belli bir aşamadan sonra bütün DJ set’leri bitmek bilmez upuzun bir şarkıyı andırıyor. Tek ama tek amaç biraz daha dans edebilmek.

        Mekan zaten labirent gibi. Tuvalete gitmeye kalktığınızda kendinizi terasta bulabiliyorsunuz, bahçeye çıkmaya çalışırken dans eden bir arkadaş grubunun ortasına düşüveriyorsunuz. Bazı insanlar sadece kendileriyle ilgili, mekana sadece dans etmeye gelmişler. Bazı gruplar belli ki Ibiza’nın namını duymuş ve hayatlarının bu dönemecinde bırakacakları bir hatıra olsun istiyorlar. Enerjisinin bitip tükenmediği gençler kadar kafalarını arkadaşlarının omzuna rastlayıp ayakta durmakta zorlanan tek-tük yorgun bedenler de gördüm. Ama işte #YOLO.

        Pacha bütün şöhretini hak ediyor. Ses sistemi, güvenlik, ışık düzeni, mekanın doldurulma ve boşaltılma hızı kusursuz. Ibiza’ya gidip de Pacha’yı görmemek Nevşehir’e uçup peribacalarını ziyaret etmeden dönmeye eşdeğer: En azından bir kere mutlaka yaşanması gereken bir tecrübe. Hatta çoğu insan için hayatlarında sadece bir kere yaşayabilecekleri bir tecrübe.

        Bora Uzer gelir gelmez müdavim olduğunu tahmin ettiğim bazı VIP müşterilerle selamlaşıyor. Çoğu kişi Pacha’ya hayatlarında bir kere gidebiliyor olabilir, ama ayrıcalıklı bir azınlık için herhangi bir Cumartesi gecesi bu akşam da. VIP’ler zaman içinde DJ’in arkasında yer almayı, kalabalığı onun ensesinden izlemeyi sevmiş belli ki. Onlara maçın gidişatı sırasında saha kenarında olmayı hatırlatıyor olmalı.

        2000’LERDEN BİR CLUBBER

        Pacha’nın DJ kabini yaklaşık 920 cm genişliğinde, aşağı yukarı bir belediye otobüsü kadar bir yer. Uzunluğuysa arka arkaya park etmiş iki Vito kadar olmalı en fazla. Bora Uzer geldiğinde bir önceki DJ, Louie Vega, setini daha bitirmemişti. Hazırlıklarını kabinin kenarında yapıyor.

        Bugünlerde DJ’in hazırlığı genellikle bir USB stick ve MacBook’tan ibaret. DJ’lerin el çantalarında plak ya da kataloglar halinde CD taşıdıkları dönem çok geride kaldı. Ama Uzer’in herhangi bir DJ’den daha fazla aksesuarı var. Bir kere elektrikli gitarının akorunu yapıyor, sonra da mikrofonunu hazırlıyor. Daha hazırlık yaparken bunun sıradan bir DJ seti olmayacağını anlıyoruz.

        Uzer kafasından hiç çıkarmadığı turuncu balıkçı şapkası, bileklerinin hemen üzerinde biten bol kesim pantolonu ve desenli gömleğiyle 2000’lerde İstanbul kulüplerinde görmeye alışık olduğumuz “clubber” tipleri andırıyor. Şampanya mı beyaz şarap mı olduğunu tam kestiremediğim bir içki konuyor önüne, bir de bol buzlu uzun bir bardak. İçinde su olduğunu birazdan öğreneceğim; “Ne içersin­?” diye sorduğunda “Sadece su,” dediğimde elindeki bardağı uzatıyor bana gülerek: “Sadece su.”

        Bir ara kafasını çeviriyor ve DJ kabiniyle VIP bölmesi arasında onu izleyen beni görüyor, yanına çağırıyor. Güvenliğine benim “OK” olduğumu talimat veriyor ve birbirini uzun yıllardır görmemiş iki arkadaşın hasretiyle kucaklaşıyoruz.

        Daha evvel tanıştık mı, hatırlamıyorum. Belki İstanbul gece hayatında denk gelmişizdir, zaten pek çok ortak arkadaşımız da var. Ama ikimizin de birbirimize karşı samimi yaklaşımı gazeteci ve konu öznesinin veya yurtdışında birbirini bulan iki Türk’ün ötesinde. 2000’lerde aynı havayı solumuş, hayali bir cemaatin iki mensubunun yıllar sonra kavuşması gibi. Gençliğimizi ve geçmişimizi yabancı bir diyarda buluyoruz ancak.

        Babylon, Shaft ya da Mavi değil artık Bora Uzer’in evi. O artık Pacha’da yaşıyor. Bir zamanlar aynı havayı soluduğumuz diğerleri de hep bir yerlere dağıldı.

        GECEDE 500 BİN EURO

        New Yorker’da Solumun üzerine yazılan bir yazıda aktardığına göre Ricardo ve Piti Urgell adlı iki kardeş 1966’da Barcelona’da ilk Pacha’yı kuruyor. Ricardo’nun eşi kulübün getireceği karın hayatları boyunca onları “paşalar gibi yaşatacağını” varsayarak bu ismi öneriyor. Urgell kardeşler kısa süre önce kulüpteki haklarını 350 milyon Euro’ya sattılar. İsim dünya çapında tanınıyor; 90’larda İstanbul’da Boğaz hattının en iddialı kulübünün adı buradan esinlenen Pasha’ydı.

        1973’te kardeşler Ibiza’da Pacha’yı açıyor; “hippie’lerin film yönetmenleriyle takıldığı ve pop star’ların balıkçılarla dans ettiği” bir kulüp olarak. Bu eşitlikçi politika hala sürüyor Pacha’da. “Damsız girilmez,” gibi bir politika yok. Geceliği bazen 100 Euro’yu bulan bileti alabilen herkes kapıdan buyur ediliyor. Ne kadar erken girmeye kalkarsanız bilet fiyatı o kadar düşüyor. Kulübün gecelik kazancı 500 bin Euro’yu buluyor.

        İnsanlar Pacha’ya DJ’leri dinlemek için gittiği için kazançları da ona göre. Solumun gibi isimlerin serveti de milyonlarca dolarla ölçülüyor artık.

        Pacha bazı geceler VIP masaları 50 bin Euro’ya satıyor, iki saat geçirip gidenler var. Sonra aynı masalar tekrar satılıyor. Zenginler Amiri ya da Prada marka spor ayakkabıları, pahalı ütülü gömlekleri ve keten pantolonlarıyla dünyanın herhangi bir yerindeki şık zenginlerin karbon kopyası. Satın aldıkları sadece halktan ayrı bir bölmede eğlence değil, aynı zamanda DJ’e ulaşabilme ayrıcalığı.

        İçeride en kıymetli içki teneke kutularla tanesi 20 Euro’ya satılan su. Ibiza kulüplerinde herhangi bir içki gibi düşünmek daha doğru şişe suyu. Terden ve başka nedenlerden aşırı su kaybeden bedeni kendine getirmek ve geceye devam ettirmek için dışarıda olduğundan daha temel bir ihtiyaç burada.

        Bir diğer aksesuar da güneş gözlüğü. Gece kulüplerinde güneş gözlüğü takmak dönemine ve kimin taktığına göre havalı ve zavallı arasında gidip gelir, ama Ibiza’da gece takılan gözlüklerin bir başka fonksiyonu var. Sadece ışık şovuna karşı gözü korumuyor, aynı zamanda genişleyen göz bebeklerini de gizliyor.

        Pacha’nın en aydınlık yeri, terastaki erkekler tuvaleti kuyruğunda bunu anlıyorum. Birisiyle göz göze geliyorum ve masmavi gözlerinin simsiyah genişlemiş gözbebeğinin etrafında incecik bir halkaya dönüştüğünü fark ediyorum. Biraz korku filmi gibi, hayatımda hiç böyle siyah bir göz, bu kadar genişlemiş bir gözbebeği görmemiştim. Ecstacy bu adayı hiç terk etmemiş.

        PARTİ BAŞLADI VE BİTTİ VE YENİDEN BAŞLADI

        Türkçede sokak dilinde yaygın olarak “hap” olarak anılan kimyasal ilk kez 1910’larda geliştirildi. Aslında 70’lere kadar psikoterapi amaçlı kullanıldı, bugün hala savaştan dönen askerlerin yaşadığı travma sonrası stres bozukluğunu giderme (PTSD) konusundaki etkisi araştırılıyor.

        Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) son yıllarda bu kimyasalın terapi amaçlı kullanılması için bir dizi çalışmanın önünü açtı. Bazı erken araştırmalara göre yüzde 45 oranında olumlu sonuç veriyor, ancak reçeteli kullanım için daha çok test yapılması gerekiyor.

        70’lerin ortasında keyfi amaçla da kullanılmaya başlanan bu kimyasal aslında uzun yıllar yasadışı değildi. 1980’lerde ABD’de Reagan yönetiminin uyuşturucuya toplu halde savaş açmasının ardından Ibiza’ya vardı, bir zamanlar “Ibiza sound” olarak bilinen dans müziğinin bir türünün gelişmesinde rol oynadı.

        Yine New Yorker’daki makaleye göre 1985’te Amnesia adlı gece kulübünün müdavimleri ilk kez bu kimyasalı kullanıp Alfredo’nun setlerini dinlemeye başladılar; 1987’de adada tatil yapıp haplanarak Alfredo’yu dinleyenler arasında sonradan “Ibiza Four” olarak İngiliz DJ’ler vardı. Burada öğrendikleri ‘house’ müziğini memleketlerine götürdüler. Bugün hala adaya en çok İngilizler gidiyor...

        Ibiza’nın bir parti adası, ama özellikle de elektronik müzikle anılması böyle başladı. Ancak sonra bir yerlerde parti bitti. 2000’lerin ilk 10 yılının bitimine göre özellikle New York gibi büyük şehirlerde gece kulüpleri birbiri ardına kapanmaya başladı. Bırakın “after party”i partinin kendisini bile bulmak zorlaştı. “Belki Bushwick’te terk edilmiş bir depo’da bir-iki tane parti vardır ama onlara da tanıdık lazım,” cümlelerini birkaç kez duydum.

        Onun yerine insanlar sağlıklı yaşamayı keşfettiler. Özellikle New York’ta yemek saatleri erkene çekilmeye başladı, Netflix geceleri bitirmenin (ve genelde gece yapılan başka şeylerin) aracısı olmaya başladı. Bir anda herkes sabah sıcak yoga ya da Soul Cycyle derslerine gider oldu. Kapkaranlık bir odada bangır bangır müzik eşliğinde yapılan ‘spinning’ dersi Soul Cycle kısa sürede Oprah ve Michelle Obama gibi müdavimlerini yarattı. Soul Cycle hocalarının çaldıkları müzik de önemi olduğu için New York’ta bir dönemin DJ’leri kadar şöhret sahibi oldular. Türk hoca Akın en popüler olanlardan, mesela.

        Bir kuşağın yaşı büyüdü ve köşesine çekildi. Ama sonraki kuşakların da eğlence anlayışı değişmeye başladı. Bütün araştırmalar gençlerin daha az içtiğini—Fransa’da bile—ve daha az uyuşturucu kullandığını gösteriyor. Son yıllarda özellikle sentetik kimyasallara karıştırılan maddeler yüzünden doz aşımı ölümlerin artmaya başlaması pek çok kişiyi haklı olarak korkutmaya başladı.

        Ama sonra dans yavaş yavaş geri gelmeye başladı. EDM festivallerinin biletleri aniden tükenmeye başladı. New York Times gibi gazeteler bu konularda haber yapmaya, toplumbilimciler pandemiden sonra değişen alışkanlıklarımıza işaret etmeye başladı son günlede. Ve Ibiza yeniden kıymete bindi. 2023’te Ibiza ve komşu ada Formentera 3.3 milyon turistle rekor kırdı.

        HİÇ YERİNDE DURMUYOR

        Bora Uzer beklediğim gibi çıkmadı. Gerçi ne beklediğimi de bilmiyordum ama sınırlı gece hayatı tecrübeme dayanarak önündeki DJ panelinde tuşlara basıp zaman zaman da sağ kolunu havaya kaldırıp işaret parmağını karşısındaki kalabalığı gaza getirmeye çalışan biri olacağını varsayıyordum. Tabii zaman zaman boynunu aşağı yukarı oynatacağından da emindim.

        Bora Uzer yerinde durmuyor. Kendisine açtığı o küçücük alanda zıplıyor, dans ediyor, gitar çalıyor, şarkı söylüyor, önünde dans edenlerin telefonlarını alıp fotoğraflarını çekiyor, bir yandan da çalacağı bir sonraki şarkıyı hesap edebiliyor.

        Aslında DJ’liğinden çok rejim ve spor programını merak ettim, çünkü ancak profesyonel bir sporcuda olabilecek bir kondisyon gerektiriyor bu performans. House ve EDM arasındaki farkı bile bilmiyorum, ama Bob Marley’nin “Is This Love?”ını elbette çıkarabiliyorum. Bir ara onu canlı mı söylüyor yoksa benim beynim tamamen bulanıyor mu?

        Neden Cumartesi gecelerinin ona emanet edildiğini hemen anlıyorum. Tıpkı Justin Timberlake gibi o da eğlendirirken çok eğleniyor. Dahası hepimize dans etmenin aslında özgürleştirici bir tarafı olduğunu hatırlatıyor: Sorumluluklardan, bedenden, dış dünyadan.

        DJ kabininin içinde birkaç kişiyiz, gelenek olduğu üzere pek çok kişiye küçük shot bardaklarda tekila ikram ediliyor. Tam arkamdan, VIP bölümünden, bir kişi omzuma dokunup DJ’i tanıyıp tanımadığımı, onunla konuşup konuşamayacaklarını soruyor. Kalabalık arasından seçilerek kabine getirilen bir genç kadın gelir gelmez bardak kırıyor, küçük bir krize neden oluyor. Hemen dışarı çıkartılıyor.

        Bu onun için en büyük yıkım olmalı, çünkü Pacha’da girilmesi gereken en zor yer DJ kabini. Bir parti kızı için herkesin girmeyi hayal ettiği o kabinden anında çıkartılmak ahirette Cennet'ten kovulmaktan beter olsa gerek.

        Bugüne kadar hiçbir kadının ilgisine bu kadar mazhar olmamıştım. Tanımadığım insanlarla dans ediyorum ve fotoğraf çektiriyorum, Instagram ve telefon numaraları alınıp veriliyor. Yanımda bir kadının yeni tanıştığı bir erkeğe kendi numarasını “My wife” diye kaydettiğini görüyorum—lafı uzatmaya hiç gerek yok.

        Saat tam 6:00’da ışıklar yanana kadar olan üç saat durmak yok. Ertesi sabah başkalarının Instagram hikayelerinden kendimi arayacağım çünkü bütün gece “hiç kimse izlemiyormuş gibi dans ettiğimi” biliyorum. Dans hareketlerimin “Seinfeld”deki Elaine’den hallice olduğunu da. Bende bu paranoyayı yaratarak gecenin sonunda Bora Uzer’in sohbet ettiği arkadaşlarından birinin bana gelip “Sana da teşekkürler,” demesi. “Bütün gece dans ettin.”

        O gördüyse binlerce başkası da gördü, çünkü kabinde Uzer’in tam arkasındaydım. Ve ben hiç kimse görmüyormuş gibi dans ettiğimi düşünürken herkesin gözünün DJ kabininde olduğunun farkında bile değildim. Bizim zamanımızda akıllı telefon da yoktu. Neyse ki beklediğim gibi yakalanmamış.

        SABAH 6:00 VE PARTİNİN SONU

        Pacha’nın ışıkları yandığında Bora Uzer sırılsıklam. Ben de sırılsıklamım. Gece boyunca herkesin iltifat ettiği—ve benim üzerine şu döktüğüm—bol desenli gömleğini beş Euro’ya pazardan aldığını söylüyor. Casa Blanca o kalitenin yanına bile yaklaşamaz. Gün doğarken o evine gidiyor; her hafta sabahlara kadar çalsa da bir yandan mazbut bir ev hayatı olan da bir DJ o. Ertesi günü kızıyla geçirecek, sonra programı nereye onu götürüyorsa.

        Biri bana “Hey sen,” diyor. “Sen bizimle ‘after party’e gel.” Sırat Köprüsü’nü geçtim, ilk DJ kabini sınavımı başarıyla verdim demek ki. Şunu unutmamalısınız: Ibiza’da ilk önemli adım adınızı bir listeye yazdırabilmek, ondan sonraki aşama VIP bölmesine girebilmek—Pacha’nın VIP bilekliği bir Cartier bilezik gibi taşıyan genç kızlar var Ibiza’dan dönüş uçaklarında. DJ kabinine davet edilmek çok az kişiye nasip olan bir ayrıcalık. Ama after party’e çağırılmak? After party’e çağrılmak çemberin içine girmiş olmak demek. Başarmak, onlardan biri sayılmak.

        Gecenin başında bana sorulan bir soruya da artık rahatlıkla yanıt verebilirim: “DJ’i tanıyor musun?” demişlerdi ya, 2000’ler İstanbul sokak diliyle yanıt verirsem DJ benim kankam ya…

        Pacha’dan sonra gidilecek partinin ev sahibi “Yalnız uyarayım hepinizi şimdiden,” diyor. “Evde içki yok, uyuşturucu yok, hiçbir şey yok. Sadece teras katı var. Ona göre.” Birileri motorla, o an tanışan iki genç kadın bir otomobille, bense daha önce hiç tanımadığım birinin arabasında dünyanın en kötü after party’sine gidip bir odaya dolaşarak Nsha’nın kendi setlerini dinliyoruz. Asıl adı Romain olan ama önce adından i’yi atıp Roman olarak anılan ve sahnede Nsha ismini kullanan Fransız kendisinin henüz “orta seviye bir DJ” olduğunu söylüyor. Dinlediklerim hoşuma gidiyor.

        Bir ara hayatın anlamı, anne-babaların mahvettiği çocuklar, Ibiza’da yaşam, Fransa’da yükselen aşırı sağ gibi ‘after party’ ortamına hiç uygun olmayacak muhabbetlere giriyoruz.

        Seneye de kendimi Nsha’nın DJ kabininde hayal ediyorum. Bir daha halkın arasına dönemem, bir kere DJ kabinine girdikten sonra başka hiçbir yerde eğlenememe artık. Bir hayatın böyle yaşanabileceğini bir an için düşünüyorum. Bir ara hayat hep böyle yaşanabilir, diyorum. Böyle yaşayanlar, hiç durmadan eğlenenler var.

        Bunun kendi adıma sürdürülemez olduğunu 10 gün hasta yattıktan sonra, hala öksürürken, çok geç fark edebileceğim.

        Ama o an, sabah 10:30’da bedenim artık iflas ettiğinde, bir arkadaşım beni almaya geldiğinde bile Ibiza’yı uzatsam mı diye düşünüyordum. Yoksa Ağustos’ta Bora Uzer’i St. Tropez’de mi yakalasam veya Ekim başında kapanış partileri içi yeniden Ibiza’ya mı gelsem? Kasım’da Chicago ve New York’ta çalacak Bora Uzer, orada kesin denk gelirim. Boy George çalarken orada olsaydım iyiydi, belki Rıfat Özbek’in bizi tanıştırdığı Kapadokya’daki parti üzerine konuşurduk. Acaba akşam Solumun’a isim yazdırmak mümkün mü? Böyle bir dolu düşünce, parti planı aklımdan geçiyor.

        En zoru eve dönmek.

        Ama parti bitmiyor. Hala birileri eğlenmeye devam ediyor, kulüp çıkışı gün doğuşunu izliyorlar, birilerinin evinde parti sonrası parti düzenliyorlar. Benim için şimdiden bir başka geçmiş, bir başka hayat gibi. Benim için partinin en güzel tarafı, tıpkı hayat gibi, aslında bir aşamada biteceğini bilmek.