Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Kadir Kaymakçı İnsanlara 'korku'yu unutturan hastalık
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Beni korku kadar korkutan başka bir şey yoktur çünkü bu duygu sonuçlarının vahameti açısından diğer bütün felaketleri geride bırakır” diyor Montaigne! Korkudan korkuyor muyum doğrusu hiç düşünmedim ama çok cesur da sayılmam. Bırakın doğa üstü şeyleri, vahşi hayvanları, karanlığı, yüksekliği; korku gerilim filmlerini bile gözlerini kısarak hatta zaman zaman kapatarak izleyen biriyim. Geçenlerde 10-15 metre yüksekten denize atlayan bir grup gence, “Korkmuyor musunuz?” diye soruyordum. Aslında söylemek istediğim benim çok korktuğumdu. Çocuklar, korktuklarını söylediler ama yine de o yükseklikten denize atlamaktan vazgeçmiyorlarmış: “Tuhaf bi duygu, korkuyoruz ama çok da eğleniyoruz…” Korkarak eğlenmek! Çok isterdim ama ben de uzak bir şey bu…

        Çocukluğumun bir döneminde korkusuzdum! İnşaat halindeki binaların ikinci, bazen üçüncü katlarından kuma atladığımı hatırlıyorum şimdi dehşetle! O cesaretin binde biri kalmadı... Ama özlüyorum doğrusu. Paraşütle atlamayı çok isterdim mesela ama uçağa binmek bile başlı başına büyük bir cesaret gösterisi benim için. ‘Doğruluk mu cesaret mi’ oyununda hep doğruluğu seçene biriyim ben, cesarete gıpta etsem de! Gözünü budaktan esirgemeyen, gözü pek kahramanların filmlerde olduğunu sanırdım önce ki gün BBC’de insanların korkmasını engelleyen nadir bir hastalıkla ilgili makaleyi okuyana kadar. “Hiçbir şeyden korkmama hastalığı mı, yok daha neler?”

        HİÇBİR ŞEYDEN KORKMAMA HASTALIĞINDA MUSTARİP S.M.’NİN ÖYKÜSÜ

        Evet, haberin başlığını okurken içimden kendi kendime sordum bu soruyu! Korkmamak bir hastalık mı, ‘cesaret bulaşıcıdır’ deyiminde gerçeklik payı var mıymış gerçekten?

        Urbach-Wiethe hastalığı (biz korkusuzluk hastalığı diyelim) çok nadir görülen genetik bir rahatsızlıkmış. O kadar nadir görülüyor ki bugüne kadar sadece 400 kişiye bu hastalığın teşhisi konulmuş. Bu hastalığa yakalananlarda tehlikeye karşı normal korku tepkileri azalıyor ya da tamamen yok oluyormuş.

        Bu hastalık beynin ‘amigdala’ adı verilen bölgesinin insan duygularındaki rolünü anlamada bilim insanlarına çok önemli doneler vermiş: “Amigdala olmadan korku da olmuyor!”

        Özellikle korku ve tehdit kaygısı üzerine yapılan nörobilim çalışmalarında Urbach-Wiethe hastalığı olan kişiler üzerinde yapılan araştırmalar çok etkili olmuş. Bu hastalık sayesinde insan beyninde korkunun nasıl işlediği daha da iyi anlaşılmış.

        S.M. olarak bilinen Urbach-Wiethe hastası bir kadının öyküsü tüm bu çalışmaların en ünlü vakalarından biri… Beynindeki amigdala bölgesi bir hastalık nedeniyle fonksiyon dışı kalmış, 1980’lerin ortalarından beri ABD’de Iowa Üniversitesi’nde S.M. ile korku ve korkusuzluk üzerine çalışmalar yapılıyor. Onu korkutmak bir türlü mümkün olmuyor!

        “TEHLİKEYİ ALGILAYAMAYAN İNSANLAR SAVUNMASIZ HALE GELİYORLAR”

        Justin Feinstein 2000’lerin başında lisans üstü öğrencisi olarak S.M. ile çalışan araştırma ekibine katılmış. “Ona bulabildiğimiz her korku filmini gösterdik” diyor Feinstein: “Ne Blair Cadsı Projesi ne Örümcek Korkusu, ne Cinnet ne de Kuzuların Sessizliği’nin en küçük bir etkisi olmadı. Hatta perili ev olarak bilinen ürkütücü Waverley Hill Sanatoryumu’nu gezmek bile onda en küçük bir korku belirtisi ortaya çıkarmadı. S.M.’yi yılanlar, örümcekler gibi gerçek hayattan tehditlerle baş başa bıraktık. Bırakın korkmayı onlara yaklaşmaktan çekinmedi…”

        Gerçek hayatta silahlı saldırıya uğrayan, tehdit edilen S.M. bu anlarda da hiç korkmamış. Üzüntü, mutluluk, öfke gibi duyguları hisseden S.M.’de eksik olan tek duygu korku! Normal bir insanın korkudan nabzının yükseleceği, soğuk terler dökeceği durumlarda o hiçbir fizyolojik ya da duygusal korku tepkisi vermiyor.

        Hiçbir şeyden korkmamak başta bir avantaj gibi görünüyor; “Helal olsun ne cesur insan” diye düşünüyorsunuz ama bilim insanları bunun böyle olmadığın söylüyor: “Tehlikeyi algılayamayan insanlar riskli ve savunmasız hale geliyor.”

        S.M. bunun en güzel örneği hayatı boyunca kendisini birçok tehlikeli duruma bilinçsizce sokmuş: “Korkusuzluk kahramanlık değil nörolojik bir eksiklik. Hayatta kalma iç güdülerini zayıflatan bir yoksunluk…”

        KORKMAK ASLINDA HAYAT KARŞISINDA BÜYÜK BİR CESARET GÖSTERİSİ

        S.M. sadece kendisi korkusuz değil, başkalarının da neden korktuğuna bir anlam veremiyor. Justin Feinstein, bir hayvanın 'amigdala'sına zarar verip tekrar doğaya bırakıldığında birkaç saatte bilemediniz bir iki günde öleceğini söylüyor: “Çünkü dış dünyada gezinmek için gerekli olan bu kritik devreler olmadan, bu hayvanları kendilerini hiç olmamaları gereken tehlikeli durumlara sokuyorlar…”

        Ancak S.M. çok tehlikeli koşullarla karşı karşıya kalmasına rağmen, yarım yüzyıldan fazla bir süre amigdala olmadan, ‘korkusuzca’ hayat dediğimiz bu vahşi ormanda hayatta kalmayı başarmış. Feinstein, “S.M.’nin durumunun bana düşündürdüğü sorulardan biri bu ilkel korku duygusunun modern yaşamda aslında gerekli olmayabileceği. Özellikle temel hayatta kalma ihtiyaçlarımızın çoğunun karşılandığı Batı toplumlarında, faydadan çok zararı olabiliyor. Stres ve kaygı bozukluklarının sıra dışı seviyelerde olduğunu görüyoruz.”

        S.M. asla anlamayacaktır ama mesela benim etrafımda korkmaktan hoşlanan insanlar var. Özellikle en vahşi, kanlı korku filmlerini izlemeyi seviyorlar. Korkmanın bir hayat karşısında bir cesaret gösterisi olabileceğini hiç düşünmemiştim. Montaigne, “Beni korku kadar korkutan başka bir şey yoktur çünkü bu duygu sonuçlarının vahameti açısından diğer bütün felaketleri geride bırakır” derken ne kadar şanslı olduğunu biliyor muydu acaba? S.M.’nin durumunu okuduktan sonra şükrettim: Korkuyorum öyleyse varım!