Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Meraklı ve duyarlı hayalet
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Steven Soderbergh deyince akla hayalet hikâyeleri gelmez. Ama “Varlık” (Presence) her şeyiyle bir “perili ev" filmi… Öte yandan, anaakım korku / gerilim türüne alternatif nitelik taşıdığı inkâr edilemez. İlk yarıda kendini belli eden, ikinci yarıda güç gösterisi yapan kötücül hayaletlere ve abartılı korku şovlarına alışkın seyircinin beklentilerini karşılamayacak bir film var karşımızda. Bunların yerine aile içi çatışmaların öne çıktığı, merak öğesini iyi kullanan ve aşırıya kaçmayan bir doğaüstü gerilim hikâyesi seyrediyoruz.

        Sinema dili açısından dikkate değer özelliklere sahip olan “Varlık”ın özellikle anlatımıyla öne çıktığı kesin. Ama biz yine de hikâye ve karakterlerden başlayalım: Rebecca Paynes (Lucy Liu), emlakçının gösterdiği büyük evi görür görmez çok beğenir. Yanındaki eşi Chris (Chris Sullivan) ve kızı Chloe’nin (Callina Liang) fikrini çok önemsemez görünür. Çünkü ev, oğlu Tyler’ın (Eddy Maday) okulu ve yüzme antrenmanları için ideal konumda, nezih bir semttedir. Öyle ki üst kata bile çıkmadan, antika değeri taşıyan aynaya dikkat etmeden hemen kararını verir. Chris itiraz etmez. Chloe ise sessizce evi gezer.

        İlerleyen sahnelerde hayalet önce Chloe’ye varlığını belli eder. Odasındaki eşyaları toplar, ses gelmesin diye kapıyı usulca kapatır. Korkutucu değildir. Biraz ürpertir sadece. Genelde kendini belli etmeden izlemeyi sever. Meraklı ve duyarlıdır. Biz de onunla birlikte, aileye ve sorunlarına odaklanırız.

        Dizüstü bilgisayarını elinden hiç düşürmeyen Rebecca, baskın kişilikli bir annedir. Ev konusunda olduğu gibi kritik kararları genelde o verir. Eşi Chris’in gizlice yaptığı telefon görüşmelerinde, Rebecca’nın çalıştığı firma için yasa dışı bazı işlerin sorumluluğunu üstlendiğini sezeriz. Üstelik kötü bir ebeveyndir çünkü evlat ayırır. Hatta bir gece “her şeyi onun için yaptığını, Chloe’yi çok önemsemediğini” bizzat oğlu Tyler’a itiraf eder. Chris ise elinden geldiği kadar dengeleyici baba olmaya gayret eder. Rebecca’nın aksine Chloe’nin sorunlarını önemser; yardımcı olmaya çalışır. Ki Chloe, zor dönemden geçmektedir. Yakın arkadaşı Nadia’yı kaybetmenin şokunu hâlâ atlatamamıştır. Nadia, aldığı yüksek doz uyuşturucu madde nedeniyle ölü bulunan iki liseli genç kızdan biridir.

        Chloe, bir süre sonra hayaletten ailesine söz eder ama Tyler’dan tepki görür. Annesi ciddiye almaz. Sadece babası dinler onu. Chloe’nin “varlık” diye söz ettiği ve korkmadığı hayalet, bir akşam kibarlığı bırakıp varlığını ilk kez herkese belli eder. Kime ve neden tepki gösterdiği çok bellidir aslında. Bunun üzerine Paynes ailesi birçok perili ev filminde olduğu gibi eve uzman çağırır. Rebecca ve Tyler, asıl işi medyumluk olmayan kadının hayalet hakkındaki söylediklerini ciddiye almaz, hatta bir daha onu eve sokmamaya karar verirler.

        Finalde yaşananlardan sonra, “Medyumu ciddiye alsalardı onlar için ne değişirdi?” diye sorarız kendimize. Ama biz bile ancak evin içindeki o son sahnede anlarız medyumun söylediklerinin anlamını ve uyarılarının nerdeyse hiçbir şey değiştirmeyeceğini… Kaldı ki, somut öngörülerde bulunmaz, ev içinde hissettiklerinden ve rüyasından söz eder sadece.

        Usta senaryo yazarı David Koepp, sadece “kötü niyetli hayalet” klişesini yıkmıyor aslında. Hikâyeyi, hayalet deyince aklımıza gelen olasılıkların, açıklamaların çoğunu bir yana bırakarak; “perili ev” türüne yeni bir yaklaşım getirmek için yazdığı belli. Hayalet, filme kendi hedefleri ve dertleriyle dahil olmuyor. Hatta o evde niye var olduğunu dahi bilmiyor. Sürekli olarak aileyi gözlemliyor, onları anlamaya çalışıyor. Dolayısıyla, “Varlık” temelinde bir aile dramı... Kendini beğenmiş anne tarafından şımartılan ve sürekli onaylanan dışadönük Tyler ile içedönük Chloe’nin arasında sadece keskin kişilik farkları yok. Hayata da çok farklı yaklaşıyorlar. Rebecca’yı tanıdıkça, Chris’in doğru ebeveynlik reflekslerinin çoğunun Tyler’da neden çok işe yaramadığını daha iyi görüyoruz. Tyler’ın kız kardeşine olan davranışlarından okulda nasıl biri olduğu anlaşılıyor. Sonuçta, Rebecca’nın aile içi dengeleri bozduğu, Chloe’ye iyi anne olamadığı, Tyler’ı daha iyi bir insan yapamadığı belli. Hayaletin, aile içi güven ve sevgi ilişkilerinin sarsıldığı, evliliğin iyi gitmediği bir dönemde ortaya çıkması ve Chloe’ye korumacı şekilde yaklaşması, hikâyenin en dikkat çekici yanı. Filmin son perdesinde yaşananlar ise hikâyeyi ve aile dramını başka bir düzleme taşıyor.

        “Varlık”ın en dikkat çekici yanı, olayları baştan sona evdeki hayaletin bakış açısından seyretmemiz… Gecenin karanlığında geçen açılış sahnesinde onunla birlikte evin içinde dolaşıp duruyor; ertesi sabah emlakçının ve onun peşinden gelen Paynes ailesinin eve girişini yine onun gözlerinden görüyoruz. Özellikle dışardan gelenleri görmek için pencereye yaklaştığında her şeyi bir başkasının bakış açısından gördüğümüzü fark ediyoruz. Anlatımın normale döneceğini beklerken, bir süre sonra tüm film boyunca hayaletin bakış açısından hiç kopmayacağımız belli oluyor.

        Hayaletin bakış açısını yansıtan kamera kuşkusuz yeni bir fikir değil. Geçmişte çok kullanıldı ama uzun metraj konulu bir korku filminin baştan sona bu şekilde ilerlemesi fikrine çok alışık değiliz. İlk kez kullanıldığını iddia edecek bir veri tabanım yok. Zaten Soderbergh’in asıl başarısı, ilk kez yapmak değil; söz konusu fikri iyi çalıştırmak ve bir çeşit sinema dili eğretilemesine dönüştürmek…

        Daha önce de yazdığım gibi “meraklı bir hayalet”in gözlerinden takip ediyoruz olup bitenleri. Evin içinde neler olup bittiğini anlamak, karakterleri yakından tanımak istediği belli. Hayalet bir tür “görünmez kamera” aslında. Malum, film grameri de görünmez kamera fikri üzerine inşa edilmiştir. Kamera, karakterlerin göremediği bir röntgencidir. İstediği her yere girer, özel hayatı, mahremiyeti umursamaz. Ama hayaletin Chloe’nin Ryan (West Mulholland) ile sevişmesi sırasında dolaba çekilmesi, röntgencilik konusunda kırmızı çizgilere sahip olduğunun göstergesi. Herhangi bir filmde kameranın varlığını nasıl unutuyorsak, burada da onun varlığını bazen unutuyoruz. Ama özellikle insanların yanından ayrılıp yalnız başına kaldığında, mesela dolaba çekildiğinde bakış açımızın tümüyle onunla sınırlı kaldığını yeniden hatırlıyoruz.

        Soderbergh, hayaletin bakış açısına bağlı kalma konseptini montajda uzun planlar kullanarak daha etkili hale getiriyor. Gerçi bunu katı bir kural haline getirmiyor, arada sahne içinde kesme yapıyor ama sahneleri çoğunlukla dakikalarca süren kesintisiz çekimler olarak getiriyor karşımıza. Zaman geçişlerini ise iki planı birbirine kesme (cut), erime (mix) veya başka tekniklerle bağlayarak yapmıyor. Bunun yerine araya siyah kareler koyuyor. Böylelikle hem sahneye nokta koyuyor hem zaman geçişleri arasındaki süreyi hissettiriyor. Hayaletin yaşadığı olası şokları, zihinsel aydınlanmaları ve benzeri yoğun duyguları ise sadece birkaç sahnede göz açıp kapama hissi veren ani sıçramalarla yansıtıyor.

        Hayaletin “görünmez kamera”dan ve röntgenci seyirciden ayrıştığı en önemli nokta, filmin içinde esrarengiz bir varlık olarak yer alması, gerektiğinde bizim de aklımızdan geçirdiğimiz fiziksel müdahalelerde bulunması ve diğer karakterlerle etkileşime girmesi. Özellikle fiziksel müdahaleler kısmında “seyircinin eli” haline gelmesi açıkçası çok tuhaf… Tüm bunlar, “Varlık”ı sadece kendi türünde özgün bir deneme haline getirmiyor; sinema dilinin doğasını yansıtan bir seyir tecrübesine dönüştürüyor.

        Öte yandan, anlatım tekniğinin getirdiği bazı dezavantajlar inkâr edilemez. Kesintisiz sahne ve tek bakış açısı tekniği; seyirci açısından zorluklar, daha doğrusu sınırlamalar içeriyor. Soderbergh, kullandığı 14mm geniş açı objektifin görüntüyü deforme etmemesi için oyuncularına nadiren yaklaşıyor. En çok Chloe’ye yaklaşıyor; diğer oyuncuları birçok sahnede uzaktan takip ediyoruz. Dolayısıyla, yakın planın o benzersiz gücünden pek yararlanamıyor; açı / karşı açı yapmıyor. Oyunculuk sanatının gücünü tam anlamıyla kullanamıyor.

        “Varlık”ı seyrederken Fransız yönetmen Jean Luc Godard geldi aklıma. Godard, 1960’lı yıllarda çektiği filmlerde sinema gramerinin yerleşik kurallarını eksilterek seyirciye hissettirirdi. Mesela konuşan karakterlerin yakın planına geçmez, kamerayı karakterlerin baktığı yere çevirmezdi. Kameranın ve ses kaydedici cihazların varlığını bize hissettirirdi. “Varlık”ın birçok sahnesinde yakın plan görmek istiyoruz. Görmeyince de bakış açımızın hayaletle kısıtlı olduğunu bir kez daha fark ediyoruz. Yaşasaydı Godard’ın en sevdiği perili ev filmi olabilirdi belki.

        Filmi seyrettikten sonra Soderbergh’in nasıl bir kamera tercih ettiğini merak ettim. Soderbergh, birçok dijital kamerayla testler yaptığını ve sonunda hafifliği nedeniyle Sony A9 III’de karar kıldığını söylüyor. Amatörlerin sıklıkla kullandığı, hesaplı fiyata mağazalardan satın alınabilecek bir kamera… Bu arada, Peter Andrews adıyla filmin görüntü yönetmenliğini Soderbergh’in yaptığını ve kamerayı bizzat kullandığını söyleyelim. Mary Ann Bernard imzalı montaj da ona ait. Takma isim kullanmasının nedeni ABD film endüstrisindeki kurallar…

        Daha önce defalarca yazdım. Sinemada korku gerilim seyircisi kadar muhafazakârı yoktur. Sinemaya hep aynı şeyleri görmek için giden bir kitledir. “Varlık”ı beğenirler mi, kestirmek zor. Çünkü seyirciyi öyle yerinden zıplatacak bir korku filmi olmadığı aşikâr. Korkmak bir yana, hayaleti seviyorsunuz. Hatta bazen ne yapacağını karakterlerden önce anlıyorsunuz. Özetle, “Varlık”, bazı açılardan benzersiz bir film ve sinemaseverlerin ilgisini hak ediyor. Bundan böyle, eleştirmenlerin hazırlayacağı “en iyi perili ev filmleri” listelerinin çoğuna gireceği belli.

        7/10