Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 'Şişli Kız': Karanlık ve ürpertici

        “Dünya korkunç bir yer ama öyle olmadığına inanmamız gerek.” “Şişli Kız” (Pigen med nalen) filminin belki en kritik anında duyduğumuz bir replik bu… Öyle bir sahne ki, söyleyen de şaşırtıyor bizi, konuşmanın bağlamındaki anlamı da… Finalde, “inanma”nın her şeye rağmen bir güç olduğunu hissediyorsunuz. Ama ilk sahnelerden itibaren, Kopenhag’da yaşayan Karoline (Vic Carmen Sonne) için dünya gerçekten de korkunç bir yer…

        Açılış sahnesinde kirayı ödeyememesi nedeniyle evinden atılıyor. Tuvaletsiz, banyosuz döküntü bir çatı katına yerleşiyor. Uzun süre hiçbir haber alamadığı eşi Peter (Besir Zeciri), Birinci Dünya Savaşı’ndan yüzünün yarısını kaybetmiş olarak, tanınmaz halde dönüyor. Öldü sandığı eşinin yokluğunda kurduğu ilişki, geleceğe dair Karoline’in içinde büyük umutlar yeşertiyor ama olaylar umduğu gibi gelişmiyor.

        Avrupa ve Danimarka, iki dünya savaşı arasında ekonomik açıdan zor bir dönemden geçerken Karoline, sınıfsal olarak eziliyor, sosyal adaletsizliğin kurbanı oluyor. Devleti maddi manevi anlamda hiçbir zaman yanında göremiyor. Öte yandan, Peter ile ilişkilerinde katı davranıyor. Peter’in her şeye rağmen yaşama tutunma çabasından etkilenmiyor; anlayışı, desteği ve cömert sevgisine kayıtsız kalıyor.

        Filmin ilk yarısı, Karoline’in kendisi için en doğru olanı yapmaya çalıştığı bir dönem… İkinci yarının hemen başında ise hayatını daha iyi kılmak için aldığı tüm kararların sonunda bilinçdışından gelen akıl dışı güçlü bir arzuyla kendini Dagmar’ın (Trine Dyrholm) kapısının önünde buluyor. Kendine yeni ve iyi bir hayat kurmaktan ziyade içgüdüsel bir itkiyle yapıyor bunu. Annelerinin istemedikleri bebekleri başka ailelere veren bir kadın Dagmar; aynı zamanda bir tatlı dükkânı var. Karoline ile kadınlar hamamında tanışıyorlar. Karoline, karnındaki bebekten kurtulmaya çalışırken… Kapısına geldiğinde onu geri çevirmiyor Dagmar. Hamamda olduğu gibi bir kez daha yardım ediyor. Şefkat ve anlayış gösteriyor.

        Savaşın acımasızlığını yansıtan Peter – Karoline ilişkisi hikâyenin genel çerçevesini belirlese de bana sorarsanız filmin kalbindeki asıl mesele, Dagmar ile Karoline arasındaki kadın dayanışmasında düğümleniyor. Olaylar geliştikçe sinema tarihinin en şaşırtıcı ve ürpertici kadın dayanışma öykülerinden birini seyrettiğimizi fark ediyoruz. Ama ne olursa olsun, sonuna kadar hep bir dayanışma olarak kalıyor.

        Bu arada, Dagmar’ın “gerekli bir yardım” olarak gördüğü eylemlerinin, yazarların hayal gücünün ürünü olmadığını belirtelim. Karoline ve onun öyküsü kurmaca olsa da Dagmar Overbye, filmin geçtiği dönemde gerçekten yaşamış bir karakter. Burada filmin öyküsünün özünde yardım isteme üzerine kurulu olduğunu hatırlamak gerek. Her şey Karoline’in bir işçi olarak patronu Jorgen’den (Joachim Fjelstrup) yardım istemesiyle başlamıyor mu? Karoline’in karşısına çıktığında Peter de dolaylı olarak yardım istiyor hiç kuşkusuz. O yüzden, Dagmar’ın kadınlar hamamından başlayarak Karoline’e yardım elini uzatması, öykünün kritik aşamalarından biri. Dagmar, bebeklerinden kurtulmaya çalışan kadınlar için iyi bir şey yapma içgüdüsüyle hareket ediyor. Belirli bir noktaya kadar yaşananların acımasızlığını, sertliğini bizim için hafifleten karakterlerden birisi…

        Sertlik demişken filmin ilk sahnesinde kızını acımasızca tokatlayan anneyi unutmamak gerek. İkinci yarıda, annelik içgüdüsünün öfkesiyle atılmış bir tokat daha var. O yüzden finaldeki sevgi ve şefkate biraz da kız çocuklarına atılan bu iki tokat üzerinden bakmak gerek. Çünkü “Şişli Kız”, aynı zamanda annelik üzerine bir film. Her şey bittiğinde, filmin geçtiği toplumsal dönemin, kadınlara, annelere verdiği tahribatın dehşetini içimizde hissediyoruz.

        Filmde iyilikle kötülüğü birbirinden ayırmak bazen çok kolay. Ama ortaya çıkan büyük resme baktığımızda iyilik ve kötülüğün hep birbirini beslediğini görüyoruz. Karoline, baştan sona içgüdüleriyle hareket eden bir karakter. Vicdan ve merhametin lüks olduğu bir dönemde sadece içinden gelen itkilerle hareket ediyor. Finalde verdiği karar da ahlaki değil, içgüdüsel nitelik taşıyor. Filmin hiçbir noktasında bilgiç bir ahlakçılık yok. Karoline ve Dagmar’ın hikâyelerine baktığımızda zor dönemlerde belirleyici olanın, iyilik, kötülük gibi soyut kavramlar değil, içgüdülerimiz olduğunu daha iyi anlıyoruz. İçgüdüler bazen iyiliğe bazen kötülüğe sürüklüyor insanı. Filmin geçtiği dönemde tüm karakterler için en zoru, galiba akıl ve ruh sağlıklarını korumak… Gerçi, dönemden bağımsız olarak içinde yaşadığımız dünya, bazen hepimizin bilincine yönelen ağır bir saldırıya dönüşmüyor mu?

        İlk yarıda, filmin en ürpertici yanının, Peter’in savaşta aldığı o korkunç yara olduğunu; tüm öykünün Karoline’in içinde düştüğü ikilem üzerinden şekilleneceğini düşünüyoruz. Ama ikinci yarıda film bize Peter’i ucubeye çeviren o fiziksel yaradan çok daha korkutucu, anlaşılmaz şeyler olduğunu gösteriyor.

        Zorlu bir seyir deneyimi vadettiğini inkâr edemeyeceğim “Şişli Kız”, uzun süredir seyrettiğim en iyi filmlerden biri. İsveç doğumlu Polonya kökenli yönetmen Magnus Von Horn’un, senaryoyu Danimarkalı Line Dangebek ile yazdığını görüyoruz. Polonya’da çekilen filmin görüntü yönetmeni ise Michal Dymek… Siyah beyaz, hem tarihsel döneme hem hikâyenin karanlık dokusuna çok uygun bir seçim. Renk, dikkatimizi dağıtacak bir unsur haline gelebilir; dönem duygusuyla gelecek renkler filmin kasvetini dağıtabilirdi. Oysa burada ferahlama duygusu pek yok. Siyah beyaz, direkt meseleye odaklanmamızı sağlıyor ve filme kâbusları andıran bir hava veriyor. Teknik olarak, kontrast bazı sahnelerde çok keskin, bazılarında daha yumuşak. Gri tonların hâkim olduğu sahnelerin sayısı az değil. Retro duygusundan ziyade dijitalin imkanlarını öne çıkaran grensiz bir siyah beyaz kullanımı dikkat çekiyor. Kadraj ölçüsü olarak 1.50:1’in seçilmesi, aynı siyah beyaz seçimi gibi iyi sonuç veriyor. Von Horn, birçok sahnede oyuncuları merkeze alıyor. Alt açılı sokak çekimlerinde ise çerçevenin yüksekliğini avantaja çeviriyor. Görsel atmosfer kadar Frederikke Hoffmeier’in elektronik müzikleriyle oluşan işitsel atmosferin de filmin anlatımında önemli bir rolü var. Filmin geçtiği dönemi ve melodiyi temel almayan zamansız bir müzik çalışması bu…

        Filmin ön jeneriğinde karakterlerin yakın plan yüzlerinin görüntülerinin kullanıldığı özel efektli montaj çalışmasını unutmayalım. Burada birbirine dönüşen acı dolu yüzler ve ifadeler, video art çalışmalarını akla getiriyor ve bizi filmin rahatsız edici, ürpertici dünyasına hazırlıyor.

        Oyunculuklar, etkisinde kalınmayacak gibi değil. Karolin’de Vic Carmen Sonne, Dagmar’da Trine Dyrholm baştan sona inceliklerle dolu, şahane performanslarla geliyorlar karşımıza. Danimarkalı iki aktris, karakterleri doğru noktalardan yakalayıp yorumluyor ve özellikle gözlerini çok iyi kullanıyorlar.

        “Here After” (Efterskalv - 2015) ve “Sweat” (2020) ile tanınan Magnus Von Horn’un üçüncü uzun metrajı olan “Şişli Kız”, dünya prömiyerini Altın Palmiye için yarıştığı Cannes’da yaptı. Tahmincileri yanıltmadı ve Oscar için birbirinden nitelikli birçok filmin yarıştığı uluslararası kategoride ilk 5’e girme başarısını gösterdi. Bana sorarsanız, daha fazlası da olabilirdi çünkü gerçekten sağlam ve iyi film. Belki kasvetli ve iç karartıcı ama öyle bir sinema duygusu var ki bittiğinde “İyi ki seyrettim” diyorsunuz. (MUBI)

        8/10