Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kapalı mekânda sıkışıp kalan ve dışarı çıkamayan insanlar…. Korku gerilim sinemasının öteden beri sevdiği konudur. Video oyunlarında da karşımıza çıkar ve janr olarak bazen “kaçış odası” (escape room) diye adlandırıldığı görülür. “Escape Room” adını taşıyan onca filmi unutmamak gerek. Küp (Cube) ve Testere (Saw) serileri de aslında benzer bir fikrin çevresinde döner.

        Alman yapımı Netflix filmi “Tuğla” (Brick), aynı konsepti alıyor ve eski bir bina üzerinden geliştiriyor. Benzerlerinden ayrıştığı en kritik nokta, filmin kapanma veya sıkışıp kalmayla başlamaması... Tim (Matthias Schweighöfer) ve Olivia’yı (Ruby O. Fee) tanıyoruz önce. Açılış sekansı itibarıyla, bir evlilik veya ilişki dramının orta yerinde buluyoruz kendimizi. Kısa “flash-back” çekimlerden anladığımız, her şeyin mükemmel gittiği güzel günlerin ardından ilişkinin krize girmesi; detayların saklandığı bir travma yaşamış olmaları…

        Olivia’nın olaydan 1 gün önce Tim’e getirdiği “Hadi, bu akşam hemen Paris’e yola çıkalım” önerisi ile filmin geri kalanında yaşananlar arasında kuşkusuz önemli bir bağ var. Tim kabul etse ve küçük huzurlu bir evi andıran şirin minibüslerine atlayıp gitseler, yaşadıkları binanın içinde sıkışıp kalmayacaklar. Ne var ki, ertesi sabah uyandıklarında daire kapısı ve dışarıya açılan tüm pencerelerin gizemli bir madde tarafından sarılmış olduğunu görüyorlar. Üstünde çizik bile oluşturamadığınız, manyetik özelliklere sahip olan yıkılmaz, delinmez özel bir madde bu… İlk şoku atlattıktan sonra mimar olan Olivia’nın planıyla ilerlemeye karar veriyor; bodruma ulaşmak için eyleme geçiyorlar. Binada yaşayan diğer insanlarla ortak hareket etmek zorunda kalmaları, beraberinde başka sorunlar getiriyor.

        “Tuğla” temelinde Tim ve Olivia’nın evliliğiyle ilgili bir film… Yaşadıkları “dört yanım duvar” krizi, ilişkilerindeki sorunu yansıtan bir metafor aynı zamanda. Açılış sekansının sonunda bilgisayar oyun tasarımcısı Tim’in, travma sonrasında kendini Olivia’ya ve dış dünyaya kapattığını seziyoruz. Film ilerledikçe, zaman içinde kendini işine adadığı, tam bir işkoliğe dönüştüğü netleşiyor. İşini her şeyin üstünde tutarak, Olivia ile arasına görünmez bir duvar ördüğünü anlıyoruz. Olivia birlikte vakit geçirmek istediğinde sürekli işi bahane ettiği belli oluyor. Dolayısıyla, Olivia’nın işinden istifa ederek birlikte yolculuğa çıkmak istemesi, evliliği kurtarma amacını taşıyor. Çünkü Olivia, Tim’in kendini sembolik olarak hapsettiği apartman dairesinden veya mezarından çıkarmak, aralarındaki görünmez duvarı yıkmak istiyor.

        Ertesi sabah daireyi dış dünyadan ayıran o gizemli madde ile Tim’in kendi çevresine ördüğü duvarlar arasında açık paralellik var. Bir bakıma, Olivia’nın travma sonrasında yıkmak için çok uğraştığı, Tim’in psikolojik duvarlarıyla savaşıyorlar. Tim’in kendi hapishanesinden veya mezarından çıkma mücadelesi verdiği de söylenebilir. Açılışta bardağın içine hapsettiği sineği pencereden serbest bırakmak istemesini ama becerememesini not etmek gerek.

        Sabah Olivia’nın evden çıkmak istediğinde kapıdaki duvarı görünce hemen Tim’i suçlaması, dikkate değer bir ayrıntı. Binadan sağ salim çıkma hedefi ile evliliklerini kurtarma arasındaki bağ, finale kadar sürüyor.

        Tim’in, Olivia’nın yolculuk önerisini reddettiği günün ertesi sabahında başlarına böyle bir şey gelmesi, aklımıza seyrettiğimiz her şeyin rüya ihtimali olduğunu da getiriyor elbette. Kaldı ki, oturdukları binanın dış cephesinin 3 aydır süren tadilat nedeniyle iskele ve örtüyle kaplı olması, rüyayı tetikleyecek bir durum. Daha önemlisi, yönetmen Philip Koch, uyudukları gece ve uyandıkları sabahı bağlarken, Tim’i REM döneminde, yani rüya görürken gösteriyor bize. Yakın plan çekimlerde, göz kapaklarının hareket ettiğini fark ediyoruz. Ertesi sabaha yine Tim’in uyanmasıyla geçiyoruz. Bu yorumu yaparak, finalle ilgili hiçbir ipucu vermediğimi söylemek isterim. Sadece yönetmenin film dilini kullanarak aklımıza getirdiği bir olasılıktan söz ediyorum. Aslına bakarsanız, açılış sahnesi de Tim’in zihninin içinde olduğumuz hissini veriyor. Tam olarak nasıl bir travma yaşadıklarını anlamadığımız için başlangıçta, Olivia’yı bile Tim’in zihninin içindeki bir kişilik olarak düşünmemiz olası. Ama Philip Koch, tüm bu uç ihtimalleri bir yana bırakıp, “Tuğla”yı öncelikle bir bilimkurgu gerilimi olarak inşa ediyor. Evlilikle ilgili altmetin sonuna kadar sürse de “Tuğla”, bilimkurgu hikâyesi olarak ilerliyor ve o şekilde sona eriyor. Daha önemlisi, finali belirsiz bırakmıyor, her şeyi bir yere bağlıyor.

        Peki, bir bilimkurgu filmi olarak nasıl işliyor? Açıkçası, her şeyin mükemmel işlediğini söylemem imkânsız. Bana sorarsanız, film farklı janrları bir araya getirmede başarılı değil. Komşuların, yani yan karakterlerin filmin evlilik dramı tarafına çok bir şey katmadığını düşünüyorum. Bilimkurgu tarafına kattıkları da sınırlı.

        “Tuğla”da benim sevmediğim, senaryonun türler arasında dağılıp gitmesi oldu galiba. Film, “escape room” diye adlandırılan video oyunlarını akla getiren bulmaca havasında ilerliyor bir müddet. Komşuların dahil olmasıyla bir anda felaket filmi janrına geçiyoruz. Olivia ve Tim, hedeflerine ulaşmaya çalışırken karşılarına çıkan esrarengiz duvar kadar yanlarındaki insanların neden olduğu sorunlarla da uğraşıyorlar. Olivia ve Tim’in iki lidere dönüştüğü yeni bir hikâye başlıyor sanki. Binada kalmayı savunan zihniyetle, sorumsuzlukla, panikle, gereksiz şiddet ve bencillikle mücadele ediyorlar. Tüm bunlar beraberinde filme çatışma ve aksiyon getiriyor hiç kuşkusuz ama dramatik odağı değiştiriyor. Hikâyenin bilimkurgu yanına çok şey katmıyor.

        Asıl sorun yan karakterlerde… Kuşkusuz hepsinin belirli dramatik işlevleri var. Binada kalmayı savunan Yuri (Murathan Muslu) mesela… Marvin (Frederic Lau) – Ana (Salber Lee Williams) çifti sorumsuzlukları ve paniğe kapılmaları; genç Lea (Sira-Anna Faal) gençliğine rağmen sakinliği ve olgunluğuyla öne çıkıyor. Oswald (Axel Werner) ise eski kuşağı temsil ediyor. Ama hiçbirinin iyi yazıldığını ve yeterince ilginç olduğunu söyleyemem.

        Bilimkurgu öyküsü olarak baktığımızda, her şey makul bir çerçevenin içine oturur gibi oluyor belki ama söz konusu çerçeve o kadar az geliştiriliyor ki tatmin edici bir noktaya varamıyoruz.

        #resim#1278342#

        Öte yandan, bir şekilde kendini sonuna kadar seyrettiren, sürükleyici ve oyalayıcı bir film olduğunu inkâr edemem. Belki de türe olan ilgim nedeniyle sıkılmadan seyrettim. Bir şekilde akıp gidiyor. Yönetmen Koch ve görüntü yönetmeni Alexander Fischerkoesen’in hikâyedeki o sıkışıp kalma duygusunu güçlendirecek klostrofobik atmosferden özellikle uzak durdukları belli oluyor. 2.35:1 kadraj ölçüsüyle geniş ekran çekilmesi bir yana, asıl olarak aydınlatma ve iç mekân tasarımlarıyla ferah bir filme imza atıyor; karanlıktan, kasvetten mümkün olduğunca kaçınıyorlar. Renkli, canlı, genellikle aydınlık ve ferah bir film sunuyorlar bize. Sadece korku gerilim seyircisine hitap etmek istemedikleri, aksiyon severleri de ekran başında tutmak istedikleri belli. (Netflix)

        6/10