Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Nereye gitti bu çocuklar?

        Zach Cregger, 2022’de “Barbarian” ile dikkat çekici bir çıkış yapmış; yılın en iyi korku gerilim filmlerinden birine imza atmıştı. Türkiye’de ilk gösterimini çevrimiçi olarak yapan “Barbarian”, finansal açıdan da başarılı olmuştu. Dolayısıyla, Cregger’in yeni projesi merakla beklenir hale gelmişti.

        O da beklentileri boşa çıkarmadı. İkinci filmi “Silahlar”ın (Weapons) 2023’te yapımcıların eline geçen senaryosu o kadar beğenildi ki endüstrinin önde gelen şirketleri projeyi üstlenmek için aralarında rekabete girdiler.

        “Barbarian” fikrin özgünlüğü ve hikâyesiyle öne çıkıyordu. “Silahlar” için de aynısı geçerli. Gayet sakin bir tempoda ilerlemesine rağmen seyirciyi hemen yakalayan ilk 30 dakika, Zach Cregger’in hikâye yazma ve anlatım maharetlerinin açık bir göstergesi adeta.

        Pennsylvania’da Maybrook kasabasındaki bir ilkokul öğretmeni çarşamba sabahı sınıfına girdiğinde, içeride sadece bir öğrencinin olduğunu görüyor. Asıl gürültünün evlerde koptuğu daha sonra anlaşılıyor; çünkü anne babalar sabah kalktıklarında çocuklarının evde olmadığını fark ediyorlar. Güvenlik kamerası kayıtlarının dikkatle incelenmesi sonucunda, o gece 17 çocuğun aynı anda, 02:17’de yataklarından aniden kalkıp evlerinden çıktıkları anlaşılıyor.

        Peki, gecenin o saatinde nereye gidiyor bu çocuklar? Neden geri dönmüyor ve kayboluyorlar? Olay neden aynı sınıfta eğitim gören çocukların başına geliyor? O gece evinden çıkmayan tek çocuk olan Alex’in sırrı ne? Yerel polis bir yana, FBI’ın dahi devreye girdiği olay, her yönüyle araştırılırken, öfkeli velilerin sınıf öğretmeni Justine’i (Julia Garner) her şeyin tek sorumlusu olarak gördüğü gergin bir toplantı sahnesiyle bitiyor filmin ilk sekansı. Öyle ki, Müdür Marcus Miller (Benedict Wong) kurtarıyor öğretmeni öfkeli velilerin ellerinden. Çoğunluk onu kasabanın cadısı olarak görüyor. Olay birkaç yüz yıl önce geçse bağlayıp yakacakları kesin. Üstelik ellerinde öğretmenin aleyhine ne kanıt ne ipucu var.

        #resim#1282970#

        Zach Cregger, filmin geri kalanını farklı karakterlerin bakış açısını takip ettiği farklı bölümlerden oluşturuyor ve zaman içinde ileri geri giden bir hikâye kurgusu tercih ediyor. Önce öğretmen Justine’in sınıfın kaybolmayan tek öğrencisi Alex (Cary Christopher) ile bağ kurma çabalarını izliyoruz. Sonra, Justine’i oğlunun kaybolmasından sorumlu tutan acılı baba Archer Graff’ın (Josh Brolin) bakış açısına geçiyoruz. Oğlunu tek başına yaptığı özel araştırmalarla bulmaya çalışan Archer’ın yolu, cadı olarak gördüğü Justine ile kesişiyor.

        “Justine” ile “Archer” başlıklı iki bölüm, gizemi ve gerilimi daha da büyüterek merak öğesini giderek artırıyor. Üçüncü bölümde Justine’in erkek arkadaşı polis memuru Paul’ün (Alden Ehrenreich) bakış açısına geçmemiz, açıkçası hayal kırıklığı yaratıyor ilkin; çünkü “Archer” bölümü, en az çocukların kaybolması kadar acayip bir olayla sona ermişken “Paul” bölümünün, özellikle filme dahil olan madde bağımlısı hırsız karakteri James (Austin Abrams) ile birlikte bizi gizemden uzaklaştırdığını; konu dışına çıktığımızı düşünüyoruz. Sonraki bölümde James’in bakış açısına geçmemiz daha da şaşırtıcı oluyor ama süre ilerledikçe, izlediğimiz her şeyin bizi ve karakterleri dolaylı yollardan gizemin merkezine çektiğini fark ediyoruz. Sürprizleri bozmamak için kimin bakış açısına geçtiğimizi söylemek istemediğim son iki bölümde ise çocukların kaybolduğu geceden günler öncesine gidiyor ve esrarengiz olayın ardındaki gerçeklerin birer birer ortaya çıkışını görüyoruz.

        Yönetmenin önceki filmi “Barbarian”ın, giderek daha da ilgiye değer hale gelen hikâyesi, politik ve sosyolojik alt metinlere sahipti. “Silahlar” ise alt metinleri itibarıyla açıkçası o kadar iddialı değil; ama aleyhinde en ufak bir kanıt dahi olmayan Justine’in günah keçisi olarak gösterilmesi, filmi en baştan dikkate değer bir toplumsal eleştiri çerçevesinin içine yerleştiriyor. Ortalama beyaz Amerikalıyı yansıtan Archer’ın önyargılarıyla yüzleşmesi bir yana, finale yaklaştıkça kasabadaki insanların nasıl kolaylıkla kandırılıp yanlış yere yönlendirildiğini görüyoruz. Tıpkı Justine’in “cadı” ilan edilmesi gibi… Justine, iyi bir öğretmen olmasına rağmen toplumsal normlara uymadığı için hemen hedef gösteriliyor ve sosyal önyargılar, olayın çözümünü zorlaştırıyor. Justine’in market sahnesinde Paul’ün eşi Donna’nın (June Diane Raphael) saldırısına uğraması ile benzin istasyonunda uğradığı saldırı arasındaki benzerlik tesadüf değil. Kasabadaki Amerikan toplumu dışlanan biri için anında silaha dönüşebilecek insanlarla dolu sonuçta… Buradan aşırı yorum yaparak, Trump dönemi ABD eleştirisine kadar gitmek olası…

        Hikâyenin belirleyici bir başka motifi, insanların kendi bedenleri üzerindeki kontrollerini kaybetmeleri ve çok kolay yönlendirilmeleri… Kaldı ki, filmin adı da aslında bu noktaya bağlanıyor. İnsanların zihin kontrolüyle canlı silahlara dönüşmesi ve kasabanın kendi içinde savaşması, dikkate değer noktalar. Archer’ın çocukların kaybolmasını araştırırken gökyüzünde gördüğü otomatik makineli tüfek hayalini unutmamak gerek. Çünkü o anda bilinçdışında her şeyin arkasındaki mantığı bir şekilde seziyor. Aslına bakarsanız, polisler ve FBI ajanları tarafından değil, birkaç kişinin sezgileriyle çözülüyor gizem.

        Filmin, Amerikan ütopyasını andıran bir kasabada geçmesi de önemli. David Lynch, nasıl “Mavi Kadife”de (Blue Velvet – 1986) bizi Amerikan hayat tarzının karanlık yanına götürüyorsa, Zach Cregger de benzer bir şey yapıyor. “Mavi Kadife”, ana karakterin, bulduğu kesik kulağın ardında yatan hikâyeyi merak etmesiyle bizi karanlığa taşıyordu. Burada da başta Justine ve Archer olmak üzere merak eden, sınırları zorlayan karakterler var. Özellikle Justine’in, merakına yenilip pencerelerden içeri baktığı sahne akılda kalıcı. Olayların çözüme ulaşmasında hırsızlık yapan James’in oynadığı kilit rol unutulmamalı. Paul’ün toplum dışı James’i yakalamak için harekete geçtiği ilk sahneyi düşündüğümüzde, hırsızın hiç farkında olmadan polisi ve bizi gizemin çözümüne doğru götürdüğü olaylar dizisi de başlamış oluyor aslında.

        Tüm bunlar, bana özellikle açılış sekansında “Picnic at Hanging Rock”ı (1975) düşündüren hikâyenin iyi yazıldığını gösteren kayda değer noktalar; ama bana sorarsanız, filmin asıl özgün yanı detaylarda ve anlatımda ortaya çıkıyor. Mesela Justine’in gazete kâğıtlarıyla kaplı penceredeki aralıktan bakarken evin içindeki gördükleri… Gece evin önünde park ettiği otomobilin içinde uyurken başına gelen ve sadece bizim gördüğümüz tuhaflık… Aynı sahnede, Justine şoför koltuğunda uyurken ve biz arka koltukta olanları merak ederken, kameranın sabit kalması… Alex’in eve gelen kanser hastası teyzesi Gladys’i (Amy Madigan) kapı aralığından ilk gördüğü an…

        “Silahlar”ın kendi türü içindeki en ayrıştırıcı yanlarından biri, durum komedisinden kaynaklanan o tuhaf kara mizah duygusu… Benzin istasyonunda Justine ve Archer’ın tesadüfen karşılaştığı sahnede saldırganın güdümlü roket gibi onlara doğru yaklaşmasına gülmüyoruz belki ama olay giderek acayip bir hal alıyor. Gladys’in, Müdür Marcus ile partnerinin evine gidip bir kâse su istediği sahne de komik gelişiyor ama saniyeler içinde filmin tonu değişiyor.

        Özellikle finale doğru başkalarının elinde “silah” haline gelenlerin yaptıkları, giderek komik bir hal almaya başlıyor. Olaylar ne kadar trajik olursa olsun, bir noktadan sonra gülmenizi tutamıyorsunuz. Yönetmen Zach Cregger’in bilinçli şekilde geliştirdiği bir kara mizah bu… Son bölümdeki sahneleri gün ışığında çekmesi, sık sık sabit genel planları kullanarak yaşananlara dışardan bakmamızı sağlaması ve bir sahnede yaşanan arbedenin komşu evlerden birine sıçraması, gerilim kadar olayların içerdiği durum komedisini ortaya çıkarma çabasının ürünü…

        Filmdeki şiddet ve kan dozu gerçekten yüksek. Korku türüne dahil olmasının nedeni, zaten aşırıya kaçan bu şiddet sahneleri… Gerilim unsuru da iyi çalışıyor. Mesela, kötülüğün varlığını hissettiğimiz evin açılıp kapanan kapısının ardındaki uğursuz karanlık… Filmin ilk yarısında karakterlerin gaipten gelen bir görüntü gibi karşılarına çıkan kadın da çok tekinsiz bir imgeye dönüşüyor. Aslında palyaçoları andıran renkli bir dış görünüşe sahip ama korkutucu yanı ağır basıyor.

        Oyunculuk filmin önemli unsurlarından biri. Türün birçok vasat örneğinin aksine karakterlerin iyi yazıldığı ve oyunculuğun en az özel efektler kadar önemli olduğu bir film seyrediyoruz. Tüm kadro çok başarılı ama biz yine de tecrübeli oyuncu Amy Madigan’ın kritik rolünde hayli başarılı bir performans çıkardığını belirtelim.

        Zach Cregger’in filmi uzun süre “polisiye gizem” janrında geliştirmesi, korku ve gerilim için çok acele etmemesi, bence çok doğru karar. Gerçi gizemli olaylar, sonuçta tanıdık bir yere bağlanıyor. Öyle çok farklı ve sofistike bir yere varmıyoruz belki. İlk filmi “Barbarian”da olduğu gibi hikâyenin kuruluşunda bazı pürüzler var ama yine de filmin kendi içindeki mantığı düzgün işliyor.

        Özellikle, hikâyenin ilk yarısı ve genel yapısı özgün bir doku taşıyor. Korku gibi seyircilerin hep aynı şeyleri izlemekten hiç vazgeçmediği statik bir türde böylesi bir filme şapka çıkarmak gerektiğini düşünüyorum. Zach Cregger, abartılı korku şovlarına girmiyor ama türün gereklerini yerine getiriyor. O yüzden hem türün meraklılarına hem özgün korku gerilim filmlerini sevenlere tavsiye ederim.

        7/10